Türkiye’nin birkaç kilometre ötesine gelip, Kobanê üzerinden sınıra dayanıncaya kadar Irak ve Suriye’yi ilgilendiren bir sorun olarak bakılan IŞİD, AKP tarafından en az üç farklı argümanla takdim ediliyordu. İlki, Irak’taki Şii yönetimin “militer” yapısından “rahatsızlık duyan” “kalabalıkların” öfkesinin ifadesiydi. Bu öyle bir öfkeydi ki, sokakta satırla kesilen kadınların, Alevilerin, gayrimüslimlerin cansız bedenleri bile bu öfke […]
Türkiye’nin birkaç kilometre ötesine gelip, Kobanê üzerinden sınıra dayanıncaya kadar Irak ve Suriye’yi ilgilendiren bir sorun olarak bakılan IŞİD, AKP tarafından en az üç farklı argümanla takdim ediliyordu. İlki, Irak’taki Şii yönetimin “militer” yapısından “rahatsızlık duyan” “kalabalıkların” öfkesinin ifadesiydi. Bu öyle bir öfkeydi ki, sokakta satırla kesilen kadınların, Alevilerin, gayrimüslimlerin cansız bedenleri bile bu öfke halini dindirmiyordu. İkincisi, IŞİD, Suriye’de “Esed”in “diktatörlüğü” nedeniyle daha da kök salmış bir oluşumdu. Victor Hugo’nun “pırıl pırıl gökyüzünde çakan şimşekleri” misali Esad’ın biranda beliren otoriter rejimi, biranda beliren silahlı radikal İslamcı gruplar, biranda beliren Suriye düşmanlığı, IŞİD’in haklı gerekçeleriydi. Üçüncüsü ise, “terörist” olarak tanımlanıncaya kadar IŞİD, Ortadoğu’daki denklemin bir “unsur”u idi. “Unsur” ifadesi IŞİD’i jeo-stratejik güç dengelerinde hesaba katılması gereken bir bileşen olarak ne olumluyor ne olumsuzluyordu ama onu sıradanlaştırıyordu.
Bu perspektiften bakıldığında AKP’nin IŞİD’le mücadele ettiği doğrudur; ama bu mücadele sanıldığının aksine IŞİD’i bertaraf etme veya yok etme mücadelesinden ziyade IŞİD’i belli bir hizada tutma, ona sınırlarını hatırlatma amacı gütmektedir. Proaktif dış siyasette geçen “merkez ülke” (center state) ve “düzen kurucu aktör” (order building actor) söylemleri gereği IŞİD’a atfedilen rolün Türkiye’nin sönümlenmeye başlayan bazı hayallerini yeniden diriltmeye hizmet etmesi planlanmaktadır. En azından AKP’nin iç ve dış siyasette ısrarla üzerinde durduğu nokta burasıdır.
a) Öncelikle IŞİD, radikal İslam’ın ve özellikle İslam’ın Sünni yorumunun en sert ifadesi olarak, Ortadoğu’da İslam’ın sınırlandırılması gerektiği fikrini emperyal güçlere sıkça hatırlatmaktadır. Belli bir siyasal iktidar mekanizması ile “ehlileştirilmemiş” İslam, Batı açısından Ortadoğu’dan dünyanın farklı coğrafyalarına uzanan bir suikast ve cinayet sarmalına yol açabilir. Bilhassa Cezayir’de ve Filipinler’de IŞİD’e destek için yabancı uyruklu gazetecilerin ve turistlerin kaçırılması, infaz edilmesi ve bazı Batı ülkelerinde tehditlerin artması IŞİD realitesinin Ortadoğu ölçeğiyle sınırlı kalmadığını da kanıtlamaktadır. El-Kaide sonrasında terör imgesinin yeniden IŞİD ile kristalize olması karşısında AKP bir adım öne çıkmaktadır ve Mısır’da İhvan Projesi ile çöken “siyasal İslam”ı revize etmeyi amaçlamaktadır.
İslam’ın burada aldığı güncel suret ayrıca önemlidir: AKP’nin dini araçsallaştırma biçimini aşan bir süreç bulunmaktadır. Cezayir’den İran’a dek uzanan bir çizgide birden çok ülkede İslam’ın farklı versiyonlarının neden olduğu toplumsal hareketlilik, İslam’ın avantajlarını ve dezavantajlarını emperyalistlere bir kez daha hatırlatmıştır. Alberto Toscano’nun Fanatizm’de belirttiği gibi köktendincilik ve İslami fundamentalizme odaklanma, emperyalist söylemin dirilmesini de kolaylaştırmaktadır. Hegemonların uluslararası hukuka dayandırdığı “insani müdahale” ve ulusal güvenlikle gerekçelendirdiği “önleyici savaş” doktrinleri meşruluğunu çoktan yitirmiştir.
Türkiye, İslam’ın güncel ve küresel kapitalist çıkarlarla senkronik hareket edecek yüzünü bir kez daha taşıma arzusuyla emperyalistlerin planlarına dahil olmak istemektedir. Ancak şu an için “ılımlı İslam” projesi ve söylemsel haznesi, ABD başta olmak üzere hegemon ülkeler için kullanışlı değildir; buna uygun bir taşıyıcı arayışı yoktur. Bu nedenle de Türkiye “ılımlı İslam”ın yüzü olamadıkça “bağımsız” bir hat kurarak kendisini kıymetlendirmeye ve içeriklendirmeye çalışmaktadır. Aslında bu Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik’te vurguladığı ve iflas eden “özgüvene dayalı dış politika”nın (self confident foreign policy) cisimleşmesidir. İsminden anlaşılacağı üzere dış siyasette hareket alanı yakalamanın öncelikli adımını özgüvendir ve özgüvenin nedeni, o ülkenin tarihsel arka planı ve yönetsel “bakiye”sidir. Yani maddi olmayan bir duyguya dayalı adım atmanın öne çıkarıldığı dış siyasette asimetrik güç ilişkilerinin hesaplanması ikinci sıradadır. Gerek güç sendromundan kaynaklanan bölgede oyun kuruculuk rolüne kaptırma, gerekse Körfez sermayesi ile yakınlaşmanın getirdiği ABD ve AB dışı yeni bir eklemlenme alanı keşfettiği sanısı orantısız bir ilişkiye neden olmaktadır. Davutoğlu’nun Kobanê’ye destek için ABD’ye şart koştuğu “Kobanê’ye müdahaleye gerek varsa tüm Suriye’ye müdahale gerek” şeklindeki siyasal niyeti gözler önüne seren ve Suriye’de Esad rejimine karşı olası askeri bir operasyonda YPG güçlerinin Türkiye’nin jandarması gibi davranması planı, AKP’nin psikoz siyasetinin görünümleridir. ABD’nin Davutoğlu’na olumsuz karşılık vermesi, ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Jen Psaki’nin “Hedef hâlâ IŞİD. Muhalifleri desteklemeye devam edeceğiz; ancak şu an yeni bir durum yok” açıklaması emperyalistlerin Türkiye’nin aksine rasyonaliteye uygun davrandığını göstermiştir; çünkü emperyal müdahalelerde önce riskler hesaplanır, buna göre müdahalenin bilançosu ve bütçesi oluşturulur. Örneğin ABD’nin sadece IŞİD’i vurmaya yönelik hava saldırılarının ve lojistik maliyetinin bir milyar doları geçmesi, bu nedenle yerel grupları silahlandırma gibi görece daha az maliyetli yollara yönelmesi rastlantısal değildir.
b) IŞİD’la meşrulaştırılan ve AKP’nin her seferinde kendisine yonttuğu diğer bir süreç, iç siyasetin dinamiklerini ilgilendirmektedir. Ortadoğu’da -Türkiye dışında- Müslüman ve Arap nüfusun ağırlıklı yaşadığı ve nispeten laik tek ülke Suriye’dir. Objektif olarak, Suriye’nin radikal İslamcı gruplarla vurulmaya başlamasından itibaren IŞİD’in sahne almaya başlaması, en büyük halk katliamlarının İslami yorumsamacılıkla temellendirilmesi ve IŞİD’in artık “İD” yani “İslam Devleti” olması, Türkiye’nin iç siyasetine basınç uygulamaktadır. AKP’nin uzunca bir zamandır gündelik yaşamı İslami normlara göre şekillendirmesi, kamu hizmetlerini İslami forma uygun olarak sunmaya gayret etmesi, bunlara ilaveten sınır komşusunun bir İslam Devleti olması, bir müddet sonra AKP’nin uygulamalarına tepki gösteren halk kitlelerini ölümden kaçarken sıtmaya razı etmeye yarayacaktır. Burjuva hukuk rejimini mumla aratacak IŞİD’ın yargılama ve infaz sistemi, sadece IŞİD coğrafyası ile sınırlı kalmayarak, AKP’nin parçalanan hegemonyasına yönelik taban hareketleri tehdidini ortadan kaldıracak sert uygulamalarını mukayese edebileceği bir örnek ülke işine yarayacaktır. AKP, kendisini ideolojik ve düşünsel olarak inşa ederken, buna uygun söylemsel formasyonun tesisinde, IŞİD’i yani karşıtını hazır edecektir; negatifliklerini daha konsantre başka negatifliklerle örteceklerdir.
c) Sürecin siyasi ve ideolojik boyutunun başka bir boğumu IŞİD’in yansıttığı nizam fikridir. Dinsel pratiklerin tüm yaşam alanlarını kapladığı ve toplumsal hücreleri istila ettiği ortamda müesses nizamın kurucu ilkesi, teokrasidir. Ancak IŞİD’in teokratik rejiminin cihat mantığı ile kademeli yayılması AKP rejimini bir noktada duraksatmaktadır. Bu da kendisini Tezkere’de göstermiştir. Irak ve Suriye için tek metin olarak hazırlanan ve Meclis’te kabul edilen tezkerede şöyle bir kısım bulunmaktadır: “Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye’deki tüm terörist örgütlerden ülkemize yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı, güvenliğinin idame ettirilmesini sağlamak, kriz süresince ve sonrasında hâsıl olabilecek gelişmeler istikametinde Türkiye’nin yüksek menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut, şümul, miktar ve zamanı, hükümetçe takdir ve tayin olunacak”.
Tezkeredeki ifadenin iki anlamı vardır: İlki, AKP, ABD ve AB işbirliği ile hareket ederek IŞİD’ı operasyonelleştirerek Kürt coğrafyasını kısa vadede şekillendirmek istemektedirler. Şu anda Rojava ve Kobanê kantonlarındaki halk hareketinin hem hegemon stratejilerle uyumlu Barzanici olmayan bir yönetime referans vermesi, hem de halk hareketinin seküler tabandan yükselmesi, emperyal ve alt-emperyal güçlerin işine gelmemektedir. IŞİD’a tanınan rezervin ölçüsü IŞİD’a yapılan müdahalelerin pasif ve palyatif niteliğinden anlaşılabilir. ABD ve AB’nin silah, lojistik ve insan gücü yardımlarının neredeyse tümünün peşmergeye yapılması, Barzanici yönetimin olumlandığının başka bir delilidir. İkinci anlam ise AKP’nin “emperyal” hayallerini ilgilendirmektedir. Suriye’de Esad rejiminin devrilmesinde ısrarcı olunması, AKP’nin ABD’ye bunu şart koşması, yine Davutoğlu’nun mimarı olduğu dış siyasetin “merkez ülke” kavramının yarattığı yanılgıdan kaynaklanmaktadır: Aracı pozisyonda ve emperyalist stratejilere eklemlenmiş bir “köprü ülke” yerine “merkez ülke” olma hayali için öncelikle belli bir ölçekteki rakipleri elemek gereklidir. Türkiye’nin silikleşen laik yönetim sistemi karşısında Esad rejimine hegemonların son zamanlarda verdiği mesafeli destek, uluslararası kurumların raporlarında ve açıklamalarındaki eleştiriler, Türkiye’nin merkeziliğini sorgulatmaktadır. Çünkü IŞİD’a alternatif olarak yoğunluğu düşürülmüş bir dinsel rejim tasavvur eden AKP için tam zıddı bir örneğin, Suriye’nin varlığını sürdürmesi planlarını kısa vadede aksatmaktadır. Bu noktada Kobanê mekânsal bir deneyimi aşarak, bir düğüm noktası olarak karşımıza çıkmaktadır. Sadece IŞİD’in militanlarıyla değil, seküler tabanda IŞİD’ın temsil ettiği değerlerle de savaşan bir güç odağı olması, AKP için ilk elden kabullenemeyecek “alternatif” fikrine gönderme yapan bir deneyimdir. Kobanê ve Suriye, AKP’nin dış siyasetinin iflasının somut emareleri olarak ulusal sınırının yanı başında durmaktadır. AKP’nin Suriye’yi doğrudan (TSK’nin da yer aldığı askeri kara harekât planıyla) ve Kobane’yi ise dolaylı olarak (IŞİD’in tüm gücüyle saldırmasını bekleyerek ve direnişi zayıflatarak) gözden çıkarması ve düşmesini beklemesi, -siyasal bilinçdışının izdüşümleri olan- “merkez ülke” hayalinin yıkılması ve “düzen kurucu aktör” sıfatının elinden alınmasıyla ilgilidir.
Tam da bu aşamada Kobanê’nin sahiplenilmesi, Kobanê’nin temsil ettiği gericiliğe karşı seküler fikrin sahiplenilmesi, Türkiye’deki iktidara muhalif tüm halk sınıflarına düşen siyasal sorumluluktur. Çünkü Kobanê’deki IŞİD saldırıları ile emperyalistlerin işgal hamleleri paralelleşmekte ve örtüşmektedir. Bu nedenle konuya tekil etnik perspektiften bakmanın yahut etnik mukayeseciliğin zamanı çoktan geçmiştir. Kobanê’de ve Suriye’de paydaşlık yaratacak bir ilkenin kaderi yeniden yazılmaktadır: Laiklik ya da IŞİD’in temsil ettiği yıkıcılığa karşı yaratıcı direniş. Konjonktürel olarak, Kobanê’nin, diğer özerk yönetimlerin ve Suriye’nin düşmesi karşısında bölgenin IŞİD kadar sert veya bir derece daha düşük köktenci-muhafazakâr bir iktidarla yönetilmesi kritiktir. Ortadoğu’da komşusu IŞİD olan ve ‘liderlik” güden, her geçen gün İslamlaşan bir ülkenin komşusunun nasıl bir sistemle/rejimle yönetildiği içerideki toplumsal dinamikleri yakından ilgilendirecektir. Kobanê’ye verilen destek bizlerin de burada nefes alacağı bir siyasal atmosferin, laik toplumsal dokunun nasıl olacağını belirleyecektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.