Ne ABD’nin ne AKP’nin ne de IŞİD’in planları/hesapları Kobane’de tuttu. Kobane halkının direnişi hesapları bozdu. En erken çark eden ve plan değiştiren ABD oldu. IŞİD’in bu noktaya gelmesinde en büyük payın sahibi olmasına rağmen Ortadoğu halklarının kurtarıcılığı “misyon”una bir de Kobane Kürtlerini “kurtararak” bir büyük katkı daha yaptı. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’ye göre; Kobane’de […]
Ne ABD’nin ne AKP’nin ne de IŞİD’in planları/hesapları Kobane’de tuttu. Kobane halkının direnişi hesapları bozdu. En erken çark eden ve plan değiştiren ABD oldu. IŞİD’in bu noktaya gelmesinde en büyük payın sahibi olmasına rağmen Ortadoğu halklarının kurtarıcılığı “misyon”una bir de Kobane Kürtlerini “kurtararak” bir büyük katkı daha yaptı. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’ye göre; Kobane’de IŞİD ile çatışan Kürt grupları silah ve cephane ile desteklememek “sorumsuzluk” olacaktı. Bu “sorumlu” davranışın tahsilatını kat be kat yapacaklarından kimsenin kuşkusu yoktur herhalde.
AKP’nin çark etmesi içinse 48 insanın ölmesi, yüzlerce insanın yaralanması ve İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın açıklamasına göre “35 ile yayılan eylemlerde 212 okul binası, 67 emniyet binası, 25 kaymakamlık binası, 29 parti binası ve aralarında belediye binalarının da olduğu 780 kamu binasının tahrip edilmesi ve toplamda bin 177 aracın kullanılamaz hale gelmesi” gerekti. Haziran İsyanı’nın bir benzeri başta Kürt illeri olmak üzere neredeyse ülkenin yarısına yayılmıştı. Orada gerekçe “üç-beş ağaçtı”, burada ise “ülke toprakları dışındaki birtakım gelişmeler.” Oradaki “palalıların” yerini bu kez “pompalılar” almıştı. Oradaki “teröristler” Gezi’nin gençleri idi burada ise Kürt gençleri olmuştu. Aynı Haziran’da olduğu gibi Tayyip Erdoğan AKP’si sadece “zor”dan anlıyordu.
Ve alelacele taktik planlar değiştirildi. Abdullah Öcalan’dan özel ulakla mesajlar getirildi, BDP’lilere ulaştırıldı. “Kobane düştü, düşecek” “müjdesi” veren Tayyip Erdoğan yerine, yeni Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na “Kobani’ye yardım için işbirliği içindeyiz” açıklaması yaptırıldı. Daha bir hafta önce PKK’yi, PYD’yi ve Esad’ı aynı kefede terörist sayan, IŞİD’e karşı durmak için Esad şartını öne süren Erdoğan-Davutoğlu ikilisi bu kez Irak’taki Peşmergelerin, IŞİD’e karşı PYD’ye destek vermek üzere Kobani’ye geçişini, üstelik silah ve mühimmatla geçişini sağlıyordu. “Misliyle hesap soracağız” diyen İçişleri Bakanı Efkan Ala bu kez “çözüme katkıda bulunacaksa, Öcalan’ın cezaevi şartları için milletimiz aleyhine olmayacak adımları atarız” demeye başladı.
Yeni taktik planda eski uygulamalar da birden hatırlanıverdi. Unutulmuş olan “Akil İnsanlar” yeniden göreve çağırıldı. Çözüm süreci yeniden hatırlandı. Havuçlar kilerden çıkarılıyordu ama sopa hep elde duruyordu zaten. Sopa’nın bu sefer ki gerekçesi “molotof” ve “eylemlerde kimliğini saklamak” oluşturdu.
Ve Davutoğlu Hükümeti, çok değil daha Şubat ayı başında “demokratikleşme paketi” ile değiştirilen birçok düzenlemeden geri adım atmasının ve hatta daha da faşizan sınırlamalar getirilmesini öngören güvenlik paketinin gerekçesini oluşturmuştu. Şubat ayında “suç şüphesinin varlığını gösteren olgular” yerine “somut delil” şartı getiren o zaman ki Hükümet, şimdi “somut delillere dayalı kuvvetli şüphe” yerine “makul şüphe”nin yeterli olacağını söylüyordu. Paket’in Şubat ayındaki ismi “demokratikleşme” idi, şimdiki adı “reform” oldu. (Tam adı “Özgürlüklerin Korunması ve İç Güvenlik Reform Paketi”).
AKP’nin bu kadar hızlı ve rahat dönüşümünü sağlayan aynı zamanda, Cemaat’in HSYK’da gücünü kaybetmesi oldu elbette. Adı “demokratikleşme paketi” olan bir önceki düzenlemede amaç, cemaatin savcılarının yetkilerini kısarak kendilerini korumak iken şimdi Kürtlere karşı yaptırım oluşturarak (yine) kendilerini korumak.
Bu arada herkese “bir parmak bal” çalmayı da ihmal etmiyorlar. Bu “güvenlik paketi”nin ilk kısmını Hükümet, bu yasa hükümlerinin uygulayıcısı olacak hakim ve savcılara zam öngören teklifi ekleyerek Meclis’e sundu. Bir de Kürt vatandaşların kendilerini yeniden adlandırmasında kolaylık sağladı, artık “isim veya soy ismi değiştirmek için mahkeme kararı şartı” gerekmeyecek, sadece dilekçe vermek yeterli görülecek. (Zaten devlet, vatandaşlarını isimle tanımıyor ki artık, numara ile tanıyor). Kendilerine düşen bal ise ayakkabı kutularıyla oldu. 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarında toplam 209 “şüpheli”nin tamamı hakkında takipsizlik kararı verildi. (Bağımsız Yargı’nın haklarında takipsizlik kararı verdiği bu 209 kişinin kimler olduğunu bu ülkedeki herkes biliyor zaten).[1]
Sonuç itibariyle, hiçbir tutarlı stratejik planı kalmamış, tüm iliklerine kadar yozlaşmış AKP iktidarı, iktidarda kalmak ve iktidarını sürdürmek için (görüldüğü gibi) son noktaya gelene kadar direnecektir. Halkın kararlı, yaygın ve militan (yıkıcı veya yapıcı) direnişi siyasi iktidara mutlaka diz çöktürmektedir, diz çöktürecektir. Ancak her bir adım geri çekildiğinde yeni bir taktikle saldırıyı sürdürmeye çalışacak ve bu arada kendi yamalarını da dikmeyi fırsat bilecektir.
Bugün demokratlara, ilericilere, sosyalistlere düşen görev AKP iktidarına halktan yana vurulacak her hamleyi büyütmeye, güçlendirmeye çalışmaktır. Aynı Kobane gündeminde yapıldığı gibi. Devrimciler, krizin çıktığı andan itibaren Kobane’nin yanı başında yerlerini almış, mahallelisinden üniversite gençliğine, kamu çalışanından taşeron işçisine kadar Kobane sınırında yer tutmuştur. Hopa’dan Edirne’ye kadar örgütlü ilişkilerin olduğu her yere Kobane taşınmıştır. Gericilerin ve faşistlerin Kobane gündemini şovenist bir saldırganlığa dönüştürme çabalarına karşı her barikat dayanışmanın, birlikte mücadelenin yeniden üretildiği yerler olmuştur. Gerekçesi ne olursa olsun gerici, faşist saldılar karşısında militan bir karşı koyuşun yanında toplumsal bilincin yaygınlaştırılması da kaçınılmazdır. Kobane’yi bir dış politika sorunu (dış güçlerin tezgahı) olarak gören ya da Kürtlerin sorununa indirgeyen bakış açısı AKP iktidarına karşı mücadeleyi zayıflattığı gibi gerici, faşist saldırıların cüretini arttırmıştır. Gerici ve faşistler için Kobane (Kürtler) sadece bir gerekçedir, asıl amaçları halk üzerinde “sivil şiddetin” korkusunu yayarak sokağı işgal etmektir ve o sokağı (başka nedenlerle de olsa) çıkılamaz hale getirmektir. Devrimciler bu bilinçle hareket ettikleri gibi bu bilincin yaygınlaştırılmasına da çalışmışlardır. Tüm bunları yaparken iç örgüt konformizmi umurlarında olmamış, sol içi yakın akraba rekabetlerini dert etmemiş, kısa/orta/uzun vadeli grup çıkarı yapmamışlardır. Aynı düşünme sistematiği ve davranış tarzı, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da AKP iktidarına halkın çıkarlarından, halkın haklarından doğru vurulacak her darbede de geçerli olacaktır, geçerli olmak zorundadır.
Kobane’nin damgasını vurduğu son on beş günde yaşananlar sol için neyin, nasıl yapılması gerektiğini gösterdiği kadar neyin, nasıl yapılmamasını gerektiğini göstermiştir. Sol siyaset için adeta bir turnusol kâğıdı[2] olmuştur, her olağanüstü dönemin olağan siyasetlerin ve siyasetçilerin gerçek niteliğini gösterdiği gibi. Açıkça, çok uzatılması ve derinleştirilmesi gerekli olsa da kısaca birkaç siyasal tercihe işaret etmek, solun ortak geleceği, ortak aklı için kaçınılmaz. Kürt sorunu ve Kürt siyasi hareketi ile (söylem oluşturmanın ve kişisel temsiliyeti göstermenin dışında) gerçek bir toplumsal mücadele bağı kurmayan, kendi kitlesinde bile bu konuda ideolojik/politik bir netlik oluşturamayan siyasi yapılar -ki bunların başında ÖDP gelmektedir- bu süreçte neredeyse tamamen devre dışı kalmıştır. Siyaset yapıcıların bu zafiyeti, Batı’da sürdürülmesi zorunlu olan, gerek bağımsız gerekse de Kürt halkıyla birlikte verilmesi gereken mücadeleyi kadük bıraktığı gibi birlikte mücadelenin içinde olmayı arzulayan, gönlü sokakta olan iyi niyetli devrimci unsurları atıllaştırmakta, Kürt halkıyla ve Kürt mücadelesiyle aralarına mesafe koydurmaya neden olmaktadır. Üstelik “Haydi O Zaman” dedikleri, “Bu köhnemiş düzeni zalimlerin başına yıkalım” çağrısı yaptıkları ve “Birleşik Haziran Hareketi”ni[3] kurduklarını ilan ettikleri bu dönemde! Kişisel samimiyet zorunlu olduğu kadar siyasetin de samimiliği gerek. Bu noktada üzülerek hatırlatmak gerekir ki devrimciler için Haziran İsyanı yedeklenilmesi gereken değil özneleriyle, içeriğiyle, ruhuyla ilerletilmesi, taşınması gereken bir sorumluluk.[4] Ümit edelim, bu sorumluluğu taşısınlar.
Birlikte mücadelenin koşulunun aynı masada oturmak, büyük isimlerle adlandırılmakla sağlanamayacağı bilinir. Dün olduğu gibi[5] bugün ve bundan sonra da devrimciler; ortak bir sol cephenin oluşmasına (başta Türk ve Kürt sosyalistleriyle olmak üzere, toplumun bütün ilerici ve demokrat Alevileri, kadınları, LGBTİ’ler, üniversiteli ve liseli gençleri, kent ve doğa savunucuları, güvenceli güvencesiz emekçileri ile) bütün güçleriyle çalışacak, bu cephenin Karadeniz’de, Trakya’da, Akdeniz’de her bir nüvesini ilmek ilmek örecek, sokağı/barikatı bu cephenin gerçek adresi olarak ikametgah eyleyecekler.
Kobane süreci neyin, nasıl yapılmayacağını da göstermektedir. Kobane’deki Kürtlerin sıkışmışlıklarını, (kaba bir indirgemecilikle) ABD emperyalizmiyle işbirliği yaparak aşmaya çalıştıklarını “tespit etmek” ve bu durumdan Batıdakilere anti-emperyalist bir yurtseverlik tavrı üretmeye zorlamak, (zamanlaması ve adresi de göz önüne alındığında) olsa olsa örgütsel ihtiyaçlardan kaynaklanır. Elbette ki şu doğrudur, Kürt Hareketi özellikle son dönem (biraz da can havliyle) ABD ile ilişkilerinde “özensiz” ve siyasal sonuçlarını göz ardı eden bir ilişki içinde görünmektedir. Özellikle bu durumun en vahim yanı Kürt halkı içinde “ABD yardımı”nın kullanılan bir ilişki olarak algılanması yerine, “minnet duyulan” bir ilişki halini alma tehlikesidir. Bu durumun eleştirilmesi, bunun vahim sonuçlar doğuracağına dikkat çekilmesi sosyalistler açısından bir zorunluluk olduğu kadar bir görevdir de. Ancak bilinmektedir ki Kürt Hareketi için böylesi tercihler yeni değildir. Hareket neredeyse var olduğu andan itibaren bölge güçleri arasındaki dengeleri gözetmiş (Esad’la Şam’da, Kandil’de Barzani ile arasını “bozmamaya” çalışmış), sosyalist ilkelerin birçoğunu gözardı etmiştir (Bu durumu eleştirenler, kendileri aynı pozisyonda olsalardı, kuşkusuz farklı davranırlardı!). Bunda asıl neden; bölge koşulları (Ortadoğu) olduğu kadar, mücadeleyi “ulusal sorun” olarak kavramlaştırmak (ezilen halk sorunu olarak değil) ve ulusal mücadeleyi (ulusun bütün kesimleriyle) temel alma tercihidir. Kürt siyasi hareketinin kapsamlı bir eleştirisi bu eksenden kurulabilir ve bu eksenden hem Kürt sosyalistlerine hem diğer sosyalistlere “işe yarar” sonuçlar çıkarılabilir. Ancak diğer yandan görülmelidir ki bu hareket, tüm bu “olumsuzluklarına” karşın bölgedeki neredeyse tek laik, ilerici ve demokratik dinamiklere sahip halk hareketidir. Ve Rojava’yı ve Kobane’yi yaratabilmiştir.
Bardağın dolu kısmını görmek ve bunu arttırmaya devam etmek yerine, bardağın boş kısmını daha da büyütmeye çalışarak içe siyaset yapmak, sosyalist ilke olarak sunulmamalı. Ayrıca emperyalist dönemin, kapitalist ilişkilerin kapsamlı bir analizine, devrimci strateji çıkarımına dayanmayan bir kaba emperyalizm karşıtlığının sosyalistleri götüreceği yerler (tarihsel örneklerinde olduğu gibi) bellidir; ulusalcılıktan varolan devleti savunmaya, ulusal çıkar adına emperyalistler arası savaşlarda taraf tutmaktan gerici ittifaklara katılmaya kadar uzanır. Bizlerin bu noktadaki dayanak noktamız ise THKP’nin (Mahir Çayan’ın) ülkemizde anti-emperyalist mücadelenin anti-kapitalist ve anti-faşist mücadeleden ayrıştırılamaz olduğunu, kör bir bağımsızlık mücadelesinin verilemeyeceğini ortaya koyan yeni sömürgecilik ve sömürge tipi faşizm tespitleridir.
Sahip olduğumuz ideolojik eksen sosyalizmi kimlerle, nasıl ve hangi devrimci yolu izleyerek kuracağımızı işaret ediyor.
Dipnotlar:
[1] Bu arada CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bu kişilerden “gelecek”te mutlaka hesap sorulacağının ve iki ellerinin iki yakalarında olduğunun müjdesini verdi de halkın yüreğine su serpti. Ama bugün nasıl hesap sorulması gerektiğine ilişkin birkaç ipucu verseydi, CHP’nin peşine daha çok insan katılırdı kuşkusuz.
[2]Turnusol kağıdı kimyada kullanılan ayıraçlardan bir tanesidir. Çözeltilerdeki asit ve bazları ayırt etmekte kullanılır. Turnusol, asitle temas ettiğinde kırmızı, bazla temas ettiğinde mavi renk verir. Olağan durumda beyaz olan siyaset, durum değiştiğinde farklı renklere girebilmekte.
[3] Bu isimde açıklanması gereken bir durum var elbette. Haziran ile kastedilen geçmişteki Haziran mı, önümüzdeki Haziran mı?
[4] Bu ismi koymanın getireceği handikabı fark etmiş olmalı ki, Doğan Tılıç bile durumu açıklama ihtiyacı duymuş; “solun örgütlü örgütsüz farklı kesimlerinin ‘Birleşik Haziran Hareketi’ adıyla birlikte yürüme kararı, bir rol çalma değil asla.”
[5] “Dün” konusuna bazı hatırlatmalar yapmak gerek. Solcuların birliğine, sol birliğe karşı çıkan yapıların başında Halkevleri gösterilmekte. Bu durum ya hafıza zayıflığından kaynaklanmakta ya da solcuların birliğinden anlaşılanın farklılığından. Çok kısa da olsa hatırlamakta ve hatırlatmakta yarar var. Çok değil sadece son üç yılda alınan inisiyatifleri görmek yeter. Halkevleri, referandum tavrında ÖDP, TKP ve EMEP ile ortak tavır alınmasında inisiyatif almıştır. Yine açlık grevleri sürecinde Kürt sorunu konusunda ÖDP ve EMEP ile ortak tutum deklere edilmesinde inisiyatif almıştır. Yerel seçimlerde ortak aday çıkartılmasının zorlanması ve hatta bazı yerlerde ortak aday çıkartılması Halkevleri sayesinde gerçekleşmiştir. Başarısız girişim ise Haziran İsyanı’ndan önce, 2013 yılının başında ortak bir sol günlük gazetenin çıkartılması için yoğun çaba harcanmış ancak TKP ve ÖDP’nin kendi yayınlarından vazgeçememe tutumu bu girişimi sonuçsuz bırakmıştır. Birlikte mücadeleden, sandıkta birlik anlayanların bu inisiyatifleri göz ardı etmesine şaşırmamak gerek elbette.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.