Bir önceki yazıdan (Çevre / İklim Sığınmacıları) devam… Bu insanların çevre koşullarının bozulması nedeniyle göç ettiklerini belirttik.O halde, çevre koşulları nedir ve neden değişmektedir? Çevresel neden nedir ve nasıl tanımlamak gerekir?Teknik ayrıntılarını girmeden bunları görmeye çalışalım. Çevrebilim (ekoloji) Alman biyolog Ernst Haeckel tarafından 1865 yılında organizmalar ve yaşadıkları çevre arasındaki ilişkileri inceleyen bir bilim dalı […]
Bir önceki yazıdan (Çevre / İklim Sığınmacıları) devam…
Bu insanların çevre koşullarının bozulması nedeniyle göç ettiklerini belirttik.O halde, çevre koşulları nedir ve neden değişmektedir? Çevresel neden nedir ve nasıl tanımlamak gerekir?Teknik ayrıntılarını girmeden bunları görmeye çalışalım.
Çevrebilim (ekoloji) Alman biyolog Ernst Haeckel tarafından 1865 yılında organizmalar ve yaşadıkları çevre arasındaki ilişkileri inceleyen bir bilim dalı olarak ortaya çıkmış ve 20. ve 21.yy’da büyük gelişme göstermiştir. İlk başta insanın yarattığı teknolojinin yaşadığı ortama verdiği zarar ve felaketleri inceleyen çevrebilim giderek uygulamada biyoçeşitliliği, türlerin tükenişini, sürdürülebilir kalkınmayı, okyanusların ve denizlerin kirlenmesi, ormanların yok edilmesi gibi yüzlerce çevre sorunlarını da ele alarak inceleme konusu nesne ile yaşadığı ortamı soyutlayan geleneksel bilimsel yaklaşımının dışına çıkarak nesne ile yaşadığı ortamı dikkate almıştır (Véronique Magniny,Des victimes de l’environnement aux réfugiés de l’environnement,Revue en ligne Asylon(s),no:6,2008). Bu çerçeve içinde çevrebilim “insan doğaya aittir” kavramını ileri süren derin çevrebilim (deep ecology) ile insan ile doğa arasında barışçıl bir birlikte yaşamın var olduğunu ve doğaya dönüşü ileri süren reformcu çevrecilerin (Shallow ecology) düşüncelerine yer vermiştir. Çevrebilim ne insanın ne de doğanın bilimi değil ilişkilerinin bilimi olup bugünkü çağdaş çevrecilik H.Jonas’ın temsil ettiği ve gelecekten sorumluyuz sloganı ile ifade edilen “İnsani çevrecilik” ile M.A.Lhermite’in temsil ettiği ve ifadesini ‘insan doğanın bir halkasıdır’ sloganında bulduğu ‘Doğalcılar’la temsil edilmektedir (Véronique Magniny,les Réfugiés de l’environnement,hypotèse juridique à propos d’une menace écologique ,Doktora tezi,Paris 1,22.5.1999,646 s.)
Şimdi, çevrebilimin incelediği insan ve yaşadığı çevre koşullarının bozulma nedenlerini ele alalım. Küresel ısınma bir çevre sorunu olsa da son yıllarda aldığı önem dolayısıyla sanki ayrı bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Nedeni ve yarattığı sonuçlarla önemli olsa da çevre sorunlarından biridir. Ancak sonuçları tam olarak değerlendirmek ve öngörmek zor görünmektedir. Şiddetli, ani olabildiği gibi tedricen de olabilir. Çevresel sistemlere etki yaparak beslenme güvenliğini tehlikeye atabileceği gibi toplumsal-iktisadi ve kültürel (kimi toplumların kimliğini kaybetmesi gibi) sonuçlara da yol açabilir (migrations et réfugiés climatiques/verts-europe-sinolpe.net). Biz çevre sorunlarını iki başlık altında incelemeye çalışacağız.
1-Doğal Afetler, (bir başka deyişle insan kaynaklı olmayan afetler/felaketler):
Depremler, depremin yarattığı Tsunamiler, karada ve okyanuslarda yanardağ patlamaları gibi olaylar insan eylemlerinden bağımsız olup yarattığı sonuçlarla insanların geçici ya da kesin olarak göç etmesine neden olurlar. Ortaya çıkmalarını engellemek çok zor olup uyarılarla ve alınacak önlemlerle sonuçlarını azaltmak olanaklıdır. Uluslararası yardım kuruluşları, Birleşmiş Milletler yüksek mülteci konseyi, sivil toplum örgütleri gibi kuruluşlar bu insanlara yardım ederler, kamplar kurarlar, insani yardım yaparlar ve bozulan yaşadıkları çevreyi eski konumuna getirmek ve geri dönmelerini sağlamak amacıyla yardımda bulunurlar. Ama sığınmacı olarak kabul edilebilirler mi? Bu soruya hukuki boyutta yanıt vermeye çalışacağız.
2-İnsan eliyle yaratılan afet/felaketler:
Küresel ısınmanın yarattığı çevre sorunları, çölleşme, ormanların yok edilmesi, sel-su baskınları, erozyon, yeraltı sularının kirlenmesi, sanayi kazaları, savaş ve çatışmalar, barajlar ve otoyollar gibi büyük yatırımların yarattığı çevre sorunları, iktisadi kalkınma /yardım adı altında uygulanan izlenceler. İnsan kendi yıkımını hazırlıyor. Uzaydan gelen biri insanların bunu tarihleri boyunca hep yaptıklarını ve özellikle son yüzyılda olağanüstü şekilde yaptıklarını gözlemleyecektir. Yaşam için gerekli çevreyi, karmaşık organizmaların çeşitliliğini hesaplı ve soğukkanlı bir vahşetle ve birbirlerine saldırarak yok ettiler (Noam Chomsky, Dominer le monde ou sauver la planète ,10/18, Fayard, 2004, Paris). Şimdi bunları örneklerle kısaca görmeye çalışalım.
Küresel ısınma son yıllarda en çok sözü edilen konulardan biridir. Yüzlerce kitap ve makale yeryüzünün ısınmasıyla gelecekteki kötümser/felaket niteliğinde sonuçlara yer verirler. Küresel ısınmanın bu yayınlarda iki şekilde ele alındığını da gözlemliyoruz:
1-Bilimsel açıdan ele alınarak kimileri dünyanın her zaman soğuk sıcak dönemlerden geçtiğini ve karamsarlığa kapılmaya yer olmadığını belirterek, alınacak önlemlerle ve teknik olanaklar sayesinde ısınmanın çok da abartılmaması gerektiğini söylerler. Bu görüşe katılmayan ve ilk kez insanın yaşadığı dünyayı ısıtarak sonunu hazırladığını ileri süren kötümser görüşler de vardır. Örneğin, usdışı korkular yaymanın, gezegenin tehlikede olduğunu ve milyonlarca ÇİS’in ortaya çıkacağını, sefalet ve acının diz boyu olacağını çatılarda bağırmanın gereği var mı? Gezegenimiz çok felaketler yaşadı. Sadece iklimi kurtarmak için değil, enerji kıtlık zamanını mümkün olduğu kadar geciktirmek için enerji tüketimimizi (fosil enerjileri) azaltmak daha yerinde olmaz mı diye soranlar da vardır (marianne2.fr/le-réfugié-climatique-réalité ou fantasme).
2-Küresel ısınmayı bir sistem sorunu ele alarak liberal, yağmacı, sömürgeci kapitalist sistemin sorumlu olduğunu belirten görüşler vardır. Gelişmekte olan ülkeler kapitalist sistemin yarattığı (hem kendi içinde hem de sömürü yoluyla gelişmekte olan ülkelerde) çevresel sorunlardan daha fazla etkilenecektir ve daha fazla fakirleşeceklerdir (portal.unesco.org/fr/ev.php-URI..). Pazar ekonomisi rekabet ve birikim üzerine kuruludur. Üretim kararları yarar ve çevre gözetilerek değil kâr amacına yönelik alınırlar. Yararsız ve zararlı şeyler, bol reklam kampanyaları ile hisse sahiplerinin açgözlü heveslerini yerine getirmek için üretilir. Kör rekabet aşırı üretime neden olur, savurganlık ve bol miktarda atık yaratılır. Fosil kaynaklar geleceği düşünmeden kullanılır. Fakir ülkelerde çevre ve insan dikkate alınmadan çevre bozularak üretim yapılır. Kısacası talan ve yağma piyasa ekonomisinin kendisidir (Daniel Tanuro,Energies Fossiles,climat et capitalisme, mondialisation. ca / index. php? context=va&aid=5480). Çevresel ve küresel bunalımın önemini görmek için, çoğu kez bağımsız olarak sunulan küresel ısınma bunalımı özetlemez. Sadece bunalımın görünen bir yüzüdür. Bunalım bugünkü iktisadi sistemin ürünüdür. Toplumsal bunalım ve çevresel bunalım birbirinden ayrılamaz ve bu felaket yönetici sınıfların ayrıcalıklarını sürdürmek amacıyla oluşturdukları nüfuz sistemince hazırlanmaktadır (Hervé Kempf,Comment les riches détruisent la planète,Seuil/Points,2007).
Dünya neden ısınmaktadır? Sera etkisi nedeniyle. Sera etkisi nedir? Sera etkisi atmosferin ısınmasının doğal bir sürecidir. Atmosferde bulunan sera etkili gazlara bağlıdır. Güneş ışınları atmosfere geldiğinde bir kısmı (yaklaşık %28,3) yansır, yani yeniden uzaya bulutlar, hava, Antarktika gibi buzul kaplı alanlar sayesinde gider. Yansımayanlar atmosfer (%20,7) ve dünya-toprak-(%51) (özellikle bitki örtüsü ve okyanuslar) tarafından özümsenirler. Dünya’nın özümsediği bu ısı/enerji gece ve gündüz atmosfere doğru tekrar verilir. İşte bunlar sera etkili gazlar tarafından özümsenir ve bir kısmı tekrar Dünya’ya doğru yönelir. Buna sera etkisi diyoruz. Bu olay olmazsa Dünya’nın ısısı eksi 18 derece olur ve yaşam olanaksız hale gelir. Uzaydan gelen ve Dünya’nın aldığı enerji ile Dünya’nın uzaya doğru verdiği enerji hemen hemen eşittir. Yoksa Dünya sürekli ısınır ya da soğur. Sera etkili gazlar atmosferin gazlı bileşenleridir. Bunlar su buharı (%55), karbon dioksit (%39), metan(%1), oksit nitrik (%4) ve ozondur (%1) (fr.wikipedia.org/wiki/effet –de-serre). İşte bu dengeyi bozan insan olup atmosfere düşünmeden saldığı ozon, karbon dioksit ve metan ile sera etkisini bozmaktadır ve küresel ısınmaya neden olmaktadır. Bu konuda 1988 yılında G7 grubunun isteğiyle Birleşmiş Milletlerin Dünya Meteoroloji Örgütü ve çevre için BM programı tarafından oluşturulan GİEC (Groupe d’experts intergouvernemental sur le climat-iklim için hükümetlerarası uzman grubu. Çalışmaların özetleri ipcc.ch web sitesinde yer almaktadır) küresel ısınma üzerine çalışma yapmaya başlar ve ilk raporunu 1990 yılında hazırlar. 1995 yılında hazırladığı ikinci rapor Kyoto protokolünün temelini oluşturur. Dördüncü raporu olan ‘Climate Change 2007’ son 50 yılda gözlemlenen iklim değişiklikleri insan etkinliklerine bağlı olup sıcaklığın 1.4 ile 6.4 derece arasında artacağını (değişik büyüme senaryolarına göre) belirtmektedir (fr.wikipedia. org/wiki /groupede%experts_ intergouvernemental). Diğer kimi araştırmalar ise sıcaklığın 4.2 ile 8 derece artacağını ileri sürmektedirler. Son yüzyıldaki artış ise 0,8 derecedir. Ancak kimi araştırmacılar bu sonuçlara hem yöntemsel hem de bilimsel olarak itiraz etmektedir ve sadece sera etkisinin değil güneş hareketlerinin, albedo (güneş ışınlarının hava, bulut, Dünya’da bulunan Antarktika gibi beyaz buzul alanlara çarpıp yansıması) gibi etkisinin dikkate alınmasını, iklim değişikliğini saptamak için 30 yıl gerekli olduğunu, meteorolojinin ise son 150 yıldır var olduğunu belirtirler (André Legendre ,l’homme est-il responsable du réchauffement climatique?,EDP Sciences,2006). 1980 ile 2000 yılları arasında küresel bir ısınma oldu, ama artık ısınma durdu. Hatta 2008 yılından itibaren bir soğuma da var. Ortalama sıcaklıklar 2005’ten beri azalıyor, sera etkili gaz salınımı artmasına karşın. Hatta kimileri de 2035 yılına kadar güneş evreleri nedeniyle küresel soğumanın olacağını ileri sürüyorlar (marianne2.fr/le-réfugié-climatique-réalité-ou-fantasme). Eleştirilere karşın, küresel ısınma bir gerçek. Çünkü, dünya sıcaklığı artış gösterdi ama geçmişte binlerce yıl süren süreci hızlandırdık ve 200 yıl içinde iklimsel sistemi değiştirmeyi başardık. Bugün için şaşırtıcı ve önemli olan sıcaklığın azar azar değil aniden yükselmesi ve geriye dönüşün olmamasıdır. Biyosfer kimi iklimsel değişiklikleri kendiliğinden düzeltir, ama özümseme kapasitesi doyuma ulaştığından (okyanuslar ve bitki örtüsü genelde özümser ve bunlara karbon dioksit kuyuları denir) gazı geri yollayarak sera etkisini daha da artırabilirler (Hervé Kempf,a.g.e.). Ayrıca sera etkili gazlar uzun süre atmosferde kalırlar. Bugün önlem alsak bile etkilerini uzun yıllar sürdüreceklerdir.
Küresel ısınma ne gibi sonuçlara yol açacaktır? Yani çevresel koşullar nasıl bozulacaktır? Kısaca özetleyelim:
Buzulların erimesi ve okyanusların termik genleşmesi sonucu deniz ve okyanus seviyelerinin yükselmesi (0,11 ile 0,77 m.) ile özellikle kıyı yerleşmelerinin sular altında kalması, dünya genelinde su buharının, buharlaşmanın ve yağmurun artması, fırtına, tayfun gibi olayların şiddetli ve sık olması, kimi bölgelerde kuraklığın ve su kıtlılığının artması,ozon tabakasının zayıflamasına biyoçeşitliliğin azalması ve kimi canlı türlerinin kaybolması, iklim kuşaklarının ekvatordan kutuplara doğru yer değiştirmesi, şiddetli ısı dalgalarının yayılması, Gulfstream’in azalmasına, dolayısıyla deniz ve okyanuslarda canlıların yok olması, hastalık ve ölümlere yol açması (Patrick Allard,Malaise dans la climatisation,Centre d’analyse et de prévision du MAE, AFRİ,vol. VI, 2005;Prof.Dr.Okay Eroskay,Küresel ısınmaya karşı sularımızın değerlendirilmesi,CBT,28 Ağustos 2009;André Legendre, a.g.e;Rober Kendal,le réchauffement climatique,que sais-je,3.baskı,mart,2009;Jerome Origny,Les migrations climatiques générées par la hausse inégale du niveau de la mer,perspectives géopolitiques,diploweb.com/forum/climat0711.html). Ayrıca iklimsel değişim gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri farklı şekilde etkileyecek ve sağlık, beslenme, temiz su ve diğer kaynaklara erişim konusunda eşitsizlikler daha da belirgin hale gelecektir (goodplanet.info/ goodplanet/ index.php/fre /société/ Réfugiés). Bunların dışında ormanların yok edilmesi ve özellikle son yıllarda biyoyakıt adına tarıma açılması, erozyonun hızlanması ile ekilebilir topraklar azalıyor (Ülkemizde 160.000 m2 toprak bu tehdit altında), çölleşmenin artması, kalkınma izlenceleri adı altında yapılan ve doğa-insan dengesini ve geleceği düşünmeden yapılan baraj gibi önemli yatırımlar insanları yerlerinden edecek ve göç etmelerine neden olacaktır. Doğal yaşam alanlarını yapay yaşam alanına çeviriyoruz (tarım alanında golf sahası yapıyoruz ve sulama suyunu israf ediyoruz). Sanayi kazaları ile binlerce insan yerinden oluyor ve bir daha geri dönmemek üzere göç ediyorlar. Bu arada savaş ve yerel çatışmalar nedeniyle çevre kirleniyor, bozuluyor ve yüz binlerce insan göç etmek zorunda kalıyor.
Peki Dünya’mızın hangi bölgeleri daha çok etkilenecektir? Coğrafi boyutta kısaca bunlara bakalım.
2.ÇİS’in Coğrafi Boyutu:
Örneklerle çevrekıyımın coğrafi boyutunu görmeye çalışalım: Öncelikle yerküremizin her tarafının etkilendiğini söyleyelim. Ama Güney ülkelerinin daha fazla etkilendiği çok açık ve acı bir gerçektir. Bu konuda kıtalar, kıyı kentleri ve ada devletler ile ilgili nüfus öngörüleri de dikkate alınarak deniz ve okyanus seviyesinin yükselmesiyle ne kadar insanın sular altında kalacağına ilişkin ayrıntılı bir çalışmayı Jérome Origny’nin (a.g.e) yazısında bulabiliriz. Atlantis efsanesi mi yaşanacak diye de soruyor J.Origny… Burada sadece küresel ısınmaya bağlı yükselme söz konusu. Seviyenin belirlenmesi farklı zaman eşiklerinde ortaya çıkan birçok değişik çevre etmenine bağlı olabilir: Birkaç saat içinde görülen gel-git olayı ya da tektonik plakaların hareketiyle su havzalarının hacim değişikliğine uğraması gibi milyonlarca yıl alan olay (Jérome Origny,a.g.e.). Ama burada ele alınan insanın sorumluluğu altında yaratılan sera etkisi olduğunu bir kez daha belirtelim.
Okyanus ve deniz seviyesinin yükselmesi sonucu kıyı yerleşmelerinin sular altında kalacağını belirtmiştik. Dünya nüfusunun beşte biri kıyılarda yaşamaktadır. Southampton Üniversitesinden Robert Nicholls’un, nüfus artışı, iktisadi kalkınma ve iklimsel duyarlılığı dikkate alarak yaptığı tahmine göre okyanusların yükselmesiyle sel baskınına maruz kalacak insanların sayısı 2020 ile 2100 yılları arasında 100.000 ile 100 milyon arasında değişebilir. Asya ve Afrika’nın yoğun nüfus barındırdığı kıyılar baskınlara maruz kalacak ve sel baskınına maruz kalan nüfusun %80’ini oluşturacaktır (Anna Gosline,a.g.e.). Özellikle Pasifik Okyanusu’nda ada devletler ve devletlere bağlı adalar sular altında kalacak. Okyanus’ta Tuvalu adaları, papuazi, Yeni-Gine adaları, Kribati adaları ve diğer adalar kaybolacaktır. Tuvalu adalarında oturanlar Yeni-Zelanda hükümeti ile görüşerek devletlerinin kaybolacağı ve kendilerinin ÇİS olarak kabul edilmeleri için görüşmeler yapmaktadırlar. Yeni Gine- Carteret adaları denizin 50 metre yükselmesiyle su altında kalmış ve 3000 kişi göç etmek zorunda kalmıştır. Asya kıtasında iklim değişikliği yağmur getiren rüzgarların (musson) şiddetini ve mevsimselliğini değiştirdiğinden özellikle Hindistan ve Bangladeş’te yağışlar fazla ve yoğun olmakta (%20 artış) ve bu ülkeler yıllardır tayfun ve kasırga nedeniyle sular altında kalmakta ve su baskınları giderek artmakta ve şiddetlenmektedir. Su baskınları verimli topraklara tuzlu suları da taşımaktadır. 2005 yılında Bhola adası sular altında kalmış ve 500.000 kişi evsiz barksız kalmıştır. Buzulların erimesi Nepal Devletini derin kaygılara itmektedir. Avrupa kıtasında en çok etkilenecek ülke Hollanda olacaktır. Şimdiden kıyı şeridindeki yerleşmeler ülkenin içi kısmına taşınmaya başlanmış ve polderler güçlendirilmektedir. Akdeniz’de gelecek iç açıcı değildir. Öngörülere göre sıcaklık artacak, ilkbahar ve yaz aylarında yağışlar azalacaktır. Bunun nedeni fırtınaların kuzey yönünde gerçekleşecek olması ve yağış azalması nedeniyle toprağın kuruması ve havanın ısınmasıyla yağışların daha da azalmasıdır. Sıcaklıkların değişimi de artacak ve daha sıcak ve kuru yaz ayları sıklaşacak. Bu da en güney bölgelerde çoraklığın ve çölleşmenin artması demektir. Buna karşın kuzey-doğu Avrupa’da yağış artacak, sel baskınları ardından gelecek, kış ayları daha ılıman geçecek. Dolayısıyla bu kar ve buzulların erimesi ve güneş ışınlarının yansımasının azalması demektir, yani yeniden küresel ısınmaya katkıdır (Filippo Giorgi,GİEC üyesi,söyleşi,Portal.unesco.org/fr/ev.php-url_ID). Afrika’da çölleşmenin ilerlemesi ve tropikal ormanların yok edilmesi nedeniyle Mali ve Burkina Faso devletlerinin vatandaşları Gana’ya sığınmak zorunda kalmışlardır. Mozambikli çiftçiler aynı nedenlerle Zambiya’ya göç etmek zorunda kalmışlardır (fr. wikipedia. Org ,a .g . web). Afrika’nın 4. büyük tatlı su rezervi olan Çad gölü kayboluyor. 40 yılda göl 25.000 km2’den 2500 km2’ye indi. Çin’de Gobi çölü her geçen yıl ilerlemektedir. Çin’de yapılan Üç Boğazlar barajı 1.200.000 kişinin göç etmesine neden olmuştur. 1960 yılında 66.000 km2’ye sahip olan Aral gölü (dünyanın 4.en büyük gölü), 2005 yılında 26.000 km2’ye gerilemiştir. Su seviyesi 22 metre azalmıştır. Siriderya ve Amuderya nehirleriyle beslenen gölün suyu özellikle pamuk ekimi için kullanıldı ve gölden geçimini sağlayan insanların yaşam hakkı ellerinden alındı (J.Marie Petit,Nouveau Tour du Monde d’un écologiste,Livre de Poche –Fayard,2005). Güney Amerika ‘ada Amazon ormanlarını yok edilmesi karbon dioksiti özümseyen kaynakların kurutulmasına yol açıyor. Kolombiya’da tarım yok ediliyor, biyoçeşitlilik zarar görüyor. Ne adına? Afyon ekimiyle mücadele adına tarım alanları zehirleniyor ve campesinos’lar kentlerde gecekondulara sığınıyorlar. Çok uluslu şirketler yakılan, kesilen ormanlarda ve afyon ekimi adına mücadele edilen alanlarda maden, petrol arıyorlar, büyük hayvan çiftlikleri kuruyorlar (Noam Chomsky,a.g.e.). Kanada’da bitümlü topraklarda petrol aranması başlamış ve çevreye zarar vererek binlerce insanı göçe zorlamıştır. ABD’de Arizona eyaletini Tucson kentinde 1950’de kuraklık yaşanır. Suları daha tasarruflu kullanacağım diyen yönetim inşa ettiği golf sahaları ve bahçelerle savurganlığı daha büyük boyutlara ulaştırır (Jared Diamond, Effondrement, Gallimard,folio/essais,2005). Afrika’da Darfur bölgesinde savaş ve çatışma yüzünden 200.000 kişi yaşamını kaybetti ve yüz binlerce insan sığınmacı olarak çadırlarda yaşıyorlar. Ne ülkelerini terk edebiliyorlar ne de yaşadıkları yerlere dönebiliyorlar (mejliss. com/ showthread. php). Burada kısır bir döngü söz konusudur. Savaş bir anlamda, çevre koşullarının bozulması nedeniyle kıtlaşan kaynakların da ele geçirilmesidir. Bu da savaşa neden olur. Savaş çevreyi daha da bozar ve geleneksel yaşam koşulları tehlikeye girdiğinden insanlar göçe zorlanır. Suya erişim, beslenme, enerji gibi konularda siyasi gerginlikler giderek tırmanmaktadır ve soğuk savaş, terörizm sonrası karşımızda yeni bir tehdit beklemektedir:iklimsel tehdit. Küresel ısınma sadece meteorolojik bir olgu değil, aynı zamanda küresel bir tehdit olup dünya güçleri arasında kartların yeniden dağıtılmasına neden olacaktır. Ya uluslararası işbirliği yapılacak ya da çatışmalar ,savaşlar şiddetlenerek yüz binlerce insan ÇİS’e dönüşecektir (Jean Michel Valantin, Menaces climatiques sur l’ordre mondial,Lignes de Reperes,2005). ABD’de Eylül 2005 yılında yaşanan katrina tayfunu nedeniyle New Orléans kentinden kaçan insanlardan 375.000 kişi geri dönmemiştir. Sanayi kazaları nedeniyle Çernobil nükleer santralinin patlaması, Hindistan’da Bhupal, İtalya’da Sevozo, Fransa’da AZR sanayii işletmelerindeki patlamalar yüzlerce kişinin yaşamına mal olmuş ve çevreye verdiği zararla insanların yaşam niteliğini kötüleştirmiş ve geri dönüş yerini düşe bırakmıştır.
Devam edecek
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.