suphi nejat, mervelerin, furkanların arasında göze çarpan ulaşlar, özgürler zamanında dünyaya gelmiş. soyadı babasıyla değil annesiyle eş ki bu bile sıradışı bir ailenin çocuğu olduğuna işaret. adı, adları da öyle aslında, politik ve ama sıradışı. mustafa suphi’nin suphisi, ethem nejat’ın nejatı. türkiyeliler, onlarca devrimcinin adını yaşattı çocuklarında. ama mustafa suphi ve ethem nejat biraz farklı, […]
suphi nejat, mervelerin, furkanların arasında göze çarpan ulaşlar, özgürler zamanında dünyaya gelmiş. soyadı babasıyla değil annesiyle eş ki bu bile sıradışı bir ailenin çocuğu olduğuna işaret. adı, adları da öyle aslında, politik ve ama sıradışı. mustafa suphi’nin suphisi, ethem nejat’ın nejatı.
türkiyeliler, onlarca devrimcinin adını yaşattı çocuklarında. ama mustafa suphi ve ethem nejat biraz farklı, onlar komünist. komünizm, sol fikir alemimizde maalesef baskın bir renk olamadı. 141-142 yıllarında mecburiyetten başvurulan sosyalizm ifadesi, daha sonra gönüllü kullanılır oldu; zaman zaman hiçbir içeriği kastetmeden, zaman zaman pekala demokrasi içinde tanımlanabilecek içerikleri tanımlamak üzere. “üretim araçlarının özel mülkiyetinin son bulması,” o basit ezber, ezberde kaldı, üretim ve mülkiyet ilişkilerine dair öneriler tabiri caizse en öndeki pankartımıza yazılmadı. (o yüzden solcu bir gazetede suphi yerine selçuk yazılması, böylece suphi adının editör için hiçbir şey ifade etmediğini fark etmek üzücü ama şaşırtıcı değil.)
kck operasyonundan alınıp salındıktan sonra verdiği röportajda, akademik yönünden “tali ve silik” olarak söz etmiş nejat; (ki çoğumuz uzun zamandır kimsenin kendisiyle ilgili herhangi bir şeyden tali ve silik olarak söz ettiğini duymamış olabiliriz) şimdi burada olsa bunları benden çok daha veciz anlatırdı. komünizmin meseleleri üzerine kaleminden çıkanlar, derin, zorlu ve düşündürücü. onunla ne kadar gurur duysa haklı olan yoldaşları, umarım yazdığı, karaladığı her şeyi, bir kitapta ya da internet sitesinde ya da ikisinde birden toplar.
suphi nejat’ın elinin tersiyle ittiği geleceğin ne anlama geldiği konusunda, onun aramızdan ayrılmasından on gün sonra intihar eden mehmet pişkin’in ardında bıraktığı video bir fikir verebilir; refah, başarı ve eğlenceye rağmen aşılamayan bir hüzün ve can sıkıntısı.
kiminde endişeli kiminde muzip baktığı bütün fotoğraflarında yüzünden tevazu eksik olmayan suphi nejat’ın bu geleceğe yan gözle bile bakmayacağı aşikâr. ama moda yazarlardan birkaç alıntı ve ortalama solcuyu heyecanlandıracak ajitasyon cümleleri eşliğinde, herkesin aklına gelebilecek politik öneriler sunup bir hayran kitlesi hatta “kitle” edinemez miydi? neden ve nasıl kendi çevresinde bir göl oluşturacak kadar suyu varken, daha büyük nehirlere ve denizlere doğru akmış? neden o zengin fikir alemiyle kendine küçük bir dünya yaratmadı? belki düşünce sistematiği, hayalgücünü iktidara taşımayı hedefleyen kendisininkine bütünüyle oturmayan ama etkisi muhakkak ki büyük olanın parçası olmayı nasıl tercih etti? onun hayatının ve ölümünün bana sordurduğu en önemli soru bu; bu kadar kendine mahsusken bu kadar nefer olabilmek, mümkün mü?
kobanê’de onlarca kişi ölürken onun ölümünün üzerinde durulmasının yarattığı bir infial var, çok haksız değil ama çok haklı da değil. özellikle 12 mart döneminde ve daha sonra, canını ortaya koymuş ve eline silah almış olanlar arasında, eğitimi başarılı bir geleceğin garantisi olanlar da çok.
bence meselenin düğümü şu; uluslararası dayanışma dünya komünist/anarşist geleneği içinde önemli bir yere sahip. ama sömürgecinin halkından birinin sömürgenin davasında hayatını kaybetmesi çok sık rastlanan bir şey değil. bu sebeple, suphi nejat’ın adı yoldaşı serkan tosun’un ve tabii kemal pir’in isminin yanına yazılacak.
ama bir yandan da, suphi nejat’ı paramaz kızılbaş haline getiren dinamikler istanbul’daydı. o dinamiklerin sonucunda ortaya çıkan, onunki gibi bir akıl, kararlılık ve cesarete, dayanışmadan başka bir alanda ihtiyaç yok mu? teşbihte hata olmaz, “cezayir” kendi savaşını verirken onunla dayanışmak çok önemli ama “fransa”nın 68’den başka bir şeye ihtiyacı yok mu?
gezi’de, haziran’da, kobanê’de sessiz, sitemsiz, gösterişsiz canını ortaya koymaya, bugün yaygın ve hâkim olandan bir adım daha öne çıkmaya hazır olanlara bir alan, bir öneri, bir hedef…
biliyorum, güzel yaşamak gibi güzel ölmek de var ve sana nasip oldu ama bizim de dağlarımız, şehirlerimiz, kuytularımız, meydanlarımız, tecrübelerimiz, tarihimiz var be paramaz. keşke gitmeseydin demem tabii ama keşke kalabilseydin, keşke seni tutabilseydik.
bunları yazdıktan iki saat sonra, veda mektubunu okudum. son paragrafıyla bitireyim. Türkiye’nin batısında sıradan emekçi insanların hayatını büyüleyecek, sıradan kahramanlar çıkaracak büyük bir çıkışın tohumlarını, hakikat arayışçılığının öncü ve artçı örgütünü yaratmanız dileğiyle.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.