Neoliberalizme karşı halkın hak mücadelelerini örgütlemeyi temel pratik hat olarak önüne koyanlar İsyan’la olumlu bir etkileşim içine girebildi. “Yeni” dönemin mücadele dinamiklerini birleştirecek devrimci politik çizgi de bu mücadeleler içinden çıkacaktır Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin Türkiye’de genel siyasal süreç ve muhalefet üzerine tartışmak amacıyla solun çeşitli kesimlerinden kişiler ve aydınların olduğu 71 kişiye yapmış olduğu […]
Neoliberalizme karşı halkın hak mücadelelerini örgütlemeyi temel pratik hat olarak önüne koyanlar İsyan’la olumlu bir etkileşim içine girebildi. “Yeni” dönemin mücadele dinamiklerini birleştirecek devrimci politik çizgi de bu mücadeleler içinden çıkacaktır
Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin Türkiye’de genel siyasal süreç ve muhalefet üzerine tartışmak amacıyla solun çeşitli kesimlerinden kişiler ve aydınların olduğu 71 kişiye yapmış olduğu çağrı üzerine 30 Ağustos’ta bir toplantı gerçekleşti.
Ağırlıklı olarak Ortadoğu’da yaşanan savaş, Türkiye’de rejimin gidişatı ve Haziran İsyanı sonrasında açığa çıkan mücadele dinamikleri ile solun birlikte mücadele olanaklarının tartışıldığı ilk toplantı en azından (ve maalesef) “çağrı metni”ne[1] aykırı olarak basına “solda birlik” toplantısı olarak yansıtıldı. Yüz yüze görüşlerimizi ifade etme, birlikte tartışma olanağı varken görüşlerimizi basın aracılığıyla ifade etme yöntemini etik bulmadığımız için toplantıda yapılan tartışmalar/ifade ettiğimiz görüşler ve basına yansıma biçiminin yanlışlığı üzerine açıklama yapmayı tercih etmedik.
Birlik, işçi sınıfının tarihsel davasıdır ve başarıldığında sonucu devrimdir. Bu nedenledir ki sosyalizm mücadelesi verenlerin en eski sloganı ve Komünist Manifesto’nun bitiş cümlesi “Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!”dir. Bütün sosyalistler birliği önemserler ve koşullarını oluşturmaya çalışırlar. Birlik sadece sosyalistlerin değil toplumun ezilen kesimlerinin de arzusudur. Ancak bu arzuyu gerçekleştirmek öncülerin görevi ve sorumluluğundadır, yoksa başarılamaz. Lafı uzatmayalım, devrimci sınıfların birliği, kapsamlı bir programın, çabanın, mücadelenin ürünü olarak şekillenebilecek bir şeydir. Sosyalistlerin bir araya gelişleri ise daha öznel ve diğeri ile karıştırılmaması gereken bir şeydir. Türkiye’de solun daha önceki birlik deneyimlerinin hezimeti ve emekçi sınıfların ilgisini çekememiş olması yeni birlik girişimlerinin başarı ya da başarısızlığının da bir beceriklilik-beceriksizlik meselesi olmadığını göstermiştir.
AKP, neoliberal gerici politikalarını diktatörlükle sürdürmeyi, mezhepçi faşizmle ülke halklarını yönetmeyi hedefliyorken diğer yandan emperyalistler, işbirlikçileri ve bizzat AKP tarafından tetiklenen bir mezhep savaşı Ortadoğu topraklarında yaşanıyorken solun birlikte mücadelesinin önemi yadsınamaz.
“Birlikte mücadele” için siyasi hedeflerin ortaklaştırılması gereklidir. Özellikle Haziran İsyanı sonrasında birlik siyasetinin hangi amaçla ve nasıl oluşturulması gerektiğini, İsyan’la birlikte açığa çıkan mücadele dinamiklerini ve aynı zamanda solun yenilenme dinamiklerini tartışmak üzere 21 Eylül’de yapılan ikinci toplantıya da katıldık. Ancak bize iletilen “davetli listesi”nde olmayan ve ilk toplantıya katılmadığı gibi ikincisine katılacağı da belirtilmeyen, Genel Başkan Yardımcımız için “polis” diyecek kadar aymaz, siyasi faaliyetimiz hakkında “karanlık bir yerde, karanlık yüzlü, karanlık beyinli bir grup”[2] diyebilecek kadar siyasi kültürden nasibini almamış bir şahsın getirildiğini gördük. Bu, toplantının oluşturulma kriterleriyle, ifade edilen birlikte mücadele kriterleriyle çeliştiğinden; bu şekilde tartışma yürütemeyeceğimizi, tavrımızın ne olacağını bile bile söz konusu şahsı bu toplantıya çağıranların bizim orada olmamızı istemediklerini, devrimciler, sosyalistler ile her zaman tartışmaya hazır olduğumuzu, sokakta birlikte mücadele edeceğimize inandığımızı ifade ederek toplantıdan ayrıldık.
Bu yazı, genel olarak toplantılarda ifade ettiğimiz görüşlerimizi kamuoyu ile paylaşmak ve toplantıdan ayrılmak zorunda kaldığımız için yapamadığımız tartışmaları ilerletmek amacıyla kaleme alınmıştır.
Ülkede büyük bir halk isyanı yaşandı ve bu isyan farklı bir ideolojik-toplumsal düzlem yarattı. Var olan düzene karşı oluşan bu ideolojik-toplumsal saflaşma düzleminin siyasal hedeflere yöneltilmesi, örgütlenmesi sosyalistlerin de en temel tartışma konularından birini oluşturdu/oluşturuyor. Ancak sosyalistler bunu yaparken aynı zamanda strateji ve taktiklerinin, örgütsel işleyişlerinin, mücadele tarzlarının ve hatta içerisinde faaliyet sürdürdükleri emek-meslek örgütlerinin nasıl yenileneceğini de tartışmak zorundalar. Kuşkusuz bu yenilenme sadece tartışarak değil, isyanın süregiden dinamikleri içinde yer alarak, bu dinamikleri ilerleterek ve siyasal hedefler doğrultusunda sokağı (bugünü) örgütleyerek yapılmalı. Bu durum aynı zamanda eski yapıların, “yeni”nin ihtiyacına göre değişim göstermesini kaçınılmaz kılacaktır.
Haziran İsyanı’nın en büyük talihsizliği, sonrasında karşı karşıya kaldığı 3 seçim dönemi oldu. İlk iki seçimde egemenler, halk muhalefetinin önüne sandığı koyarak siyasal meşruiyetlerini sağlamaya çalıştı. Bu aynı zamanda sokak muhalefetini düzen içi kanallara çekme çabasıydı. Ve hatta bunda “kısmen başarılı” da oldular. Tayyip Erdoğan sokakta kaybettiği ideolojik-toplumsal meşruiyetini her seferinde sandıkta gidermeye çalıştı. Yarattığı gerici-neoliberal safları arkasına alarak isyancılara sürekli “sandığa gelin” çağrısı yapması boşuna değildi.
Haziran İsyanı’nın ilk günlerinden itibaren “saygı, özgürlük ve adalet” talebiyle hakkını almak için sokakları, meydanları dolduran halka “milli irade” diyerek “sandığı-seçimleri” işaret eden Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı bundan sonra da açık ki toplumsal meşruiyet krizinin üzerini örtmek için halkın önüne “sandık” getirmeye devam edecek. Yerel seçimler, cumhurbaşkanlığı seçimleri, şimdi de genel seçimler… sonra Anayasa referandumu vs…
Sosyalistler için en büyük hata ise halk hareketlerini sandıkta sınamaya kalkmak, halk hareketlerinin önüne hedef olarak sandığı koymak, hak mücadelelerinin siyasallaşması sorununu sandığa, seçime indirgemektir. (30 Mart’ta “bas geç”çiler, 10 Ağustos’ta Ekmeleddinciler solun tarihinde unutulmayacaktır.) Parlamentonun tamamen işlevsizleştirildiği, var olan yasaların ve hukukun bile işlemez hale getirildiği, medyanın satın alındığı bir siyasal düzlem karşısında onun “oyun araçlarına” halkın lehine sonuç verebileceği beklentisine devrimciler cephesinden katkı sunmak, bu düzeni toptan değiştirmek isteyen sosyalistlerin amacı olamaz. Haziran İsyanı ve sonrasındaki muhalefet etme yöntemleriyle halk, siyaset yapma kanallarını; neoliberal-gerici politikaları durdurma yolunu bulmuştur. Bizim görevimiz, bu yolu ilerletmektir.
Haziran İsyanı’nın açığa çıkarttığı / yarattığı nedir, sorusunun yanıtı ortadadır; öncelikle İsyan, gerici neoliberal politikalara karşı halkın hakları ekseninde yürüyen mücadelelerin sınıf mücadelesinin başat çatışma alanı olduğunu gösterdi. İsyanın ardından gelişen direniş eğilimlerinde de görüldüğü gibi meşru, militan, kitlesel mücadele tarzı ve doğrudan eylemle hak alma bilinci yükseldi ve yaygınlaştı.
İsyan, hayatın her dokusunda yeni bir siyaset biçimi ve direniş kültürü yarattı. Eylem tarzı değişti. İktidar hedefi olmayan, protesto-basın açıklaması yaparak, kampanyalar örgütleyerek sorunları toplumsallaştırmaya çalışmak tek başına asla yeterli olmadığı gibi doğru da değil.
AKP’nin kurduğu düzen her yönüyle çözülüyor. Ortadoğu’da izlediği politika gerçek bir bataklığa gömüldü. Şimdi IŞİD belası tüm Ortadoğu halklarını tehdit ediyor. Neoliberal sömürü düzeninin vahşiliği her gün bir inşaatta, madende, enerji alanında işçi katliamlarına yol açıyor. Bununla birlikte her gün memleketin bir yerinden irili ufaklı yeni bir direniş yükseliyor. Ayakta kalmak için ülkenin yeraltı ve yerüstü varlıklarının yağmalanmasına ihtiyacı olan AKP iktidarı, hukuksuzluğu kural haline getiren uygulamalarla talan ve yağma politikasına hız veriyor. Halk bu koşullar atında iş makinalarının, dozerlerin önüne dikilerek yaşamı ve doğayı savunuyor, haklarına sahip çıkıyor. Haziran İsyanı’nın yolundan gidenler kazanıyor; Edirne’den Hevsel Bahçelerine, Amasya’dan İstanbul Validebağ’a kadar yağma ve talan politikalarını durduruyor.
Sosyalistlerin büyük bir bölümü bu mücadelelerin içerisinde oldular ve bunları büyütmeye de devam ediyorlar. (Bir bölümü ise isyanın dinamiklerini anlamak, kavramak, ilerletmek için enerji harcamak yerine hızla eski alışkanlıklarına döndüler. Bugün “hayatımızda hiçbir şey değişmedi ki” diyenlerin, isyan sürerken “kontrolden çıkıyor” korkusunu taşıyanlardan bir farkı yoktur.)
Evet, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ancak bunu sadece bir “süslü laf” olarak kullanıp hala eski alışkanlıklar ve eski modellendirmelerle bugünün siyasetini ürettiğini sananlar halkın hak mücadelelerinin, güvencesizlik karşıtı mücadelelerinin öznesi olamadılar, olamazlar da.
Bugün, sol adına, sosyalistlerin birliği adına yeni bir sandık ittifakı girişimiyle karşı karşıyayız. Seçimlere 9 ay kala adına “birlik” demekten bile kaçınılarak “birlik” çağrısı yapılmasının başkaca bir pratik sonucu olması mümkün değildir. Oysa gerek Haziran İsyanı’ndan önce gerekse de Haziran İsyanı’ndan sonra geçen bir buçuk yıl ihtiyaç duyulan (hatta zaman zaman çeşitli biçimlerde önerilmesine rağmen reddedilen) “sol birlik”, şimdi, genel seçimlere 9 ay kala örgütlenmeye girişilmiş durumda. Kurulan söylem; tüm ilericilerin, demokratların ve sosyalistlerin beklediği, duymak istediği başlıklara, kalıplara sahip. Elbette ki sosyalistlerin birliği çok önemlidir, çok değerlidir. Ancak bunun kadar önemli olan bu birliğin ne için yapıldığı, nasıl yapıldığı, kiminle yapıldığıdır! Yanlış bir politik hedef için[3], daha önce çok kez denenmiş ve başarılı olmamış yöntemlerle[4] ve yanlış şahıslarla[5] yapılan birlikler sosyalizm mücadelesi için etkisiz olmaktan öte zarar verici olmuşlardır ve olacaklardır da.
Türkiye sol tarihi birlik-ayrışma-birlik sonra tekrar birlik-ayrışma tarihidir, aynı zamanda. Bizler sosyalistlerin gerçek birliğinin (masa başından ziyade) mücadele içinde gerçekleşeceğine inanan bir tarihsel mirastan geliyoruz. O tarihsel miras; “devrimcilerin birliği devrimci eylemin birliğinden geçer” diyor. Bu nedenle mücadele içinde birliğe, birlikte mücadeleye evet diyoruz.
Bu nedenle,
İsyanla birlikte açığa çıkan mücadele dinamiklerini kavrayacak ve bir iktidar mücadelesine sevk edecek politik hattın oluşturulması ve bu politik hattın gerektirdiği örgütsel yenilenmesinin sağlanması görevimizdir. Yoksa klasik ezberlerimizle hareket ederek isyanın ortaya koyduğu yenilenme ihtiyacını karşılayamayız. Bu ihtiyacın karşılanması ve ihtiyaca denk düşen kurumsallaşmaların oluşturulması ancak sürmekte olan pratik mücadeleler içerisinde mümkündür.
Neoliberalizme karşı halkın hak mücadelelerini örgütlemeyi temel pratik hat olarak önüne koyanlar İsyan’la olumlu bir etkileşim içine girebildi. “Yeni” dönemin mücadele dinamiklerini birleştirecek devrimci politik çizgi de bu mücadeleler içinden çıkacaktır.
“Önümüzdeki dönem ne yapmalıyız?” sorusuna vereceğimiz yanıt açıktır; haydi hep beraber neoliberal politikalar karşısında doğanın ve kentlerimizin savunulması, kamusal alanın yeniden inşası mücadelesini yükseltelim. Var olan direnişleri büyütelim, olmayanları örgütleyelim, yenilerini katalım. Neoliberal kapitalizme ve onun gerici iktidarı AKP’ye karşı direnişi büyütelim.
Güvencesiz çalışma koşullarında azgınca sömürülen işçileri örgütleyelim, onun hareketini yaratalım.
Gericiliğe, eğitimin dinselleştirilmesine, okullarımızın imam hatipleştirilmesine karşı, var olan okullardaki direnişleri büyütelim, var olanlara yenilerini katalım, velileri, öğretmenleri, öğrencileri örgütleyelim.
Tüm bunları yapmak için bir çatı altında toplanmak, hepimizden birer kişiden oluşan komisyonlarla ormana, parka, okula; işyerlerine vs. gitmek gerekmiyor. Tam tersi, mücadele yürütürken deneyimlerimizi paylaşalım, karşılaştığımız sorunları tartışalım, ürettiğimiz çözümleri paylaşalım.
Gericiliğe karşı toplumsal yaşamın her alanında ve anında mücadeleyi örgütleyelim; Kadınların toplumsal yaşamdan tecrit edilmesine, Alevilere yönelik mezhepçi saldırılara, AKP iktidarının toplumsal gericiliği örgütlemek üzere attığı her adıma karşı direniş mevzileri yaratalım. Erkek egemen sisteme, gericiliğe ve kadın düşmanlığına karşı kadınların özgürlük mücadelesini yükseltelim.
Mezhepçi faşizme karşı, halkın tüm kesimlerini kapsayacak ve birleştirecek laik, demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir siyasal çizgi oluşturalım.
AKP’nin “çözüm” yalanlarına, savaş politikalarına, ırkçılığa, sosyal şovenizme karşı Kürt sorununun toplumsal ve demokratik çözümü ve yeniden kardeşleşme mücadelesini yükseltelim.
Savaşa karşı Ortadoğu halklarıyla dayanışmak için öncelikle AKP’nin savaş politikalarını durduralım, savaş suçlarının hesabını soralım.
Halkın bir özne olarak siyasete müdahalesini örgütleyelim, mücadelenin sürekliliğini sağlayacak araçlar geliştirelim ve halkın hakları temelinde fiili, meşru, militan mücadele içerisinde önümüzdeki dönemin örgütsel yapılarını inşa edelim.
Bir sonraki isyanı beklememek ya da fiilen olmasa bile bu kez “fikren” dışında kalmamak için…
* Oya Ersoy
Halkevleri Genel Başkanı
Dipnotlar:
[1] Çağrı
Türkiye’nin özgürlükçü, eşitlikçi geleceğini arzulayanlar ve bunun için çabalayanlar açısından birçok olanakların ve sorumluluklarımızın olduğu, bir dönemdeyiz.
Ülkemizinin kaderini değiştirebilmenin olanaklı olduğunu Gezi direnişinde gördük. Ancak bunun sürekliliğini sağlayabilmiş sürekli ve örgütlü bir halk muhalefet gücüne dönüştürülememiş olmasının yarattığı olumsuzluklar da malum.
Bunun üzerine bir kez daha, hep birlikte düşünmeliyiz.
Dünya ve Bölgede yaşananların yanı sıra, Türkiye sağa kaydıkça bir karabasana dönüşen gelişmeler hakkında birlikte konuşalım, üzerimize düşen sorumluluklarımız ve olanaklarımız konusundaki düşüncelerimizi paylaşalım, hemfikir olduğumuz zeminlerde de aklımızı, gücümüzü enerjimizi bir araya getirelim istiyoruz.
30 Ağustos Cumartesi,
10.00
Ankara (Yer bilgisi ayrıca paylaşılacaktır.)
[2] Bold’lar alıntılanan söz konusu yazının yazarlarına aittir.
[3] Gerici neoliberal iktidarı sandıkta yok etmeyi amaçlamak, bugünün Türkiye’sinde hayali bile kurulamayacak bir yanlıştır.
[4] Bugün denenen, eski alışkanlıklarla, eski modellendirmeleri (birkaç ekleme-çıkarmayla) aynen hayata geçirmektir. Geleceği Birlikte Kuralım modeli üzerine oturtulan ÖDP projesinin yıllar içinde kat ettiği mesafe ortadadır. Üstelik bu süreç kapsamlı bir değerlendirmeye/özeleştiriye tabi tutulmadan, yeni sürümü ortalığa sürülmektedir.
[5] 35 yıl önceki sıfatından başka, bugüne ait hiçbir üretim göstermemiş şahsiyetler böylesi bir Birliğin meşruluğunu genişletemeyeceği gibi devrimci etiğe, devrimci değerlere her türlü saygısızlığı yaptığı kanıtlanmış olanlar da sadece bugün taşıdıkları sıfatlar yüzünden bu Birlik’te taşınamazlar.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.