Çocuklara, özellikle de okul öncesi ve ilkokul dönemi çocuklarına özenle bakar, özenle gözlerim onları. Biraz da işimin önemli bir parçası olduğundan olsa gerektir bu. Söz konusu yaş grubu çocuklarımızın belki hepsi değil ama büyük çoğunluğunda “temel yaşam davranışları” konusunda hissedilir ölçüde eksiklikleri ve olumsuzlukları söz konusu. “Temel yaşam davranışları” konusunun hayvanlara karşı tutum ve davranış […]
Çocuklara, özellikle de okul öncesi ve ilkokul dönemi çocuklarına özenle bakar, özenle gözlerim onları.
Biraz da işimin önemli bir parçası olduğundan olsa gerektir bu.
Söz konusu yaş grubu çocuklarımızın belki hepsi değil ama büyük çoğunluğunda “temel yaşam davranışları” konusunda hissedilir ölçüde eksiklikleri ve olumsuzlukları söz konusu.
“Temel yaşam davranışları” konusunun hayvanlara karşı tutum ve davranış ile ilgili olanına ilişkin bir kaç gözlemimi paylaşmak ve buradan da bir kendimce senteze ulaşmak isterim doğrusu.
Örneğin çocuklarımızın çoğunda inanılmaz ölçüde bir hayvan düşmanlığı var. Bilinçli bir düşmanlık değil ama bu. Bu muhtemelen ebeveynlerin tutumlarından kaynaklanan hayvanlar “pis”, “iğreti”, “aşağılık” “tehlikeli”, “bizden değil” görme eğilimi ile ilgili olduğu kesindir.
Çünkü o kadar çok çocuk kedilere tekme, köpeklere taş atma eğilimi sergiliyor ki şaşmamak elde değil. Ve yine o kadar çok çocuk kedi veya köpeklerden kaçıyor, korkuyor veya uzak duruyor ki inanamazsınız. Oysa bu yaşlardaki çocuklar en doğal hallerine bırakıldıklarında hayvanlar ile iç içe yaşayabilecek denli yakın olur.
Demek ki; Televizyonlarda hayvan çizgi filmleri, sinemalarda animasyon filmleri, evlerdeki akvaryumlarda yemi, kafeste suyu unutulan balık ve kuş edinmek suretiyle hayvan sevgisi ya da dünyayı hayvanlar ile paylaşma duygusu ve bilinci gelişmiyor.
Çünkü bu bir yöntem değil yalnızca endüstriyel sömürünün insan-hayvan ilişkini yeniden belirlemiş ve bize dayatmış olduğu aşağılık bir yabancılaşma durumu.
Evde beslenen hayvanlar ile çocuklarda gelişen şey nedir derseniz; bu, hayvanlara hükmetme ve onların sahibi olma duygusudur ve tam anlamıyla önce naifçe başlayan bir ahlaksızlığın oluşturulma sürecinden başka bir şey değildir
Çünkü canlıları ne kadar metalaştırırsanız o kadar değersizleştirirsiniz.
Düşünmeliyiz ki, kölelik sistemlerinde insanların değersizliğinin temel nedeni kölelerin birer meta oluşlarındandır. Ve günümüzde çoğu insanın değersizleştirilmesinin yöntemlerinden birisi emek sömürüsü yani modern kölelik değil midir?
Her neyse.
Unutulmaması gereken şudur;
Çocuklar dünyayı paylaştıklarıyla beraber yaşamayı ancak bitki ve hayvanlar ile birlikte dünyayı paylaşarak öğrenebilirler. Dünyayı, dünyada tüm var olanlar ile birlikte paylaşmaları gerektiği duygusunu ve bilincini ancak bitki ve hayvanların da tıpkı kendileri gibi bir yaşam hakkı olduklarını hissetmeyle mümkündür.
Bu hissetmenin yöntemi de eşitliğe ve yaşam hakkının teslimine dayalı “doğal yaşam” içinde bulunmaktır.
Farkında mısınız?
Her geçen gün ne kadar çok ağaç ve ne kadar hayvan düşmanı olmaya başladık… Bu bir tesadüf müdür? Yoksa nesilden nesile aktarılan sosyo-kültürel bir erozyonun ürünlerinden midir?
Her şeyin ve her yerin “en değerli varlık olan insana ait” olduğunu düşünen sapkın bir neslin egemen olduğu bir ülkede yaşıyoruz epey zamandır.
Bunun yanı sıra pet-shop hayvanları ve bonzailer ile hayvan ve doğa sevgisi peşinde olan bir toplum olduğumuz da bir gerçektir.
Tüm bunlar toplumsal ve kitlesel bir kültür erozyonu değilse başka nedir?
Doğa ve sevgisi ve bilincinin yapay yollar ile mümkün olmadığını anlamayan bir kitleselliğin, endüstriyel yaşamı kutsadığı bir halk ve bir ülke olmanın dayanılmaz ağırlığı her geçen gün daha da büyümekte.
Bu farkındalığı hissetmeye engel teşkil eden ise; daha güçlü, daha zengin olma hayalleri ve hedefleridir. Oysa mutluluk için bunların yetmediğini anlayacağımız günler çok uzakta değildir.
Bu halkı, bu ülkeyi ve bu dünyayı kurtaracak olan doğanın ve doğa içinde yer alan tüm canlıların “topyekün barışı” kurtarabilir ancak.
Doğa buna hazır.
Hayvanlar buna hazır.
Bitkiler buna hazır.
Dereler, göller ve denizler hazır.
Peki biz hazır mıyız? Hayır. Sadece hazır olmayan ve daha uzun süre olmayacak olan biziz…
Bir gün gelecek ve göreceğiz “vehbinin kerrakesini”…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.