2020-2050 yılları arasında çevre koşullarının ve küresel ısınmanın etkisiyle belki de dünya tarihinde ilk kez olarak kimi devletlerin sular altında kalıp kaybolmasına tanıklık edeceğiz. Bu kez hangi Nuh’un gemisi gelecek? “Atalarımın ve benim yüzyıllardır yaşadığım ada deniz seviyesinin yükselmesiyle sular altında kaldı. Çocuklarım artık bu adada yaşamayacak. Beni ve ailemi sığınmacı olarak kabul etmenizi istiyorum.” […]
2020-2050 yılları arasında çevre koşullarının ve küresel ısınmanın etkisiyle belki de dünya tarihinde ilk kez olarak kimi devletlerin sular altında kalıp kaybolmasına tanıklık edeceğiz. Bu kez hangi Nuh’un gemisi gelecek?
“Atalarımın ve benim yüzyıllardır yaşadığım ada deniz seviyesinin yükselmesiyle sular altında kaldı. Çocuklarım artık bu adada yaşamayacak. Beni ve ailemi sığınmacı olarak kabul etmenizi istiyorum.”
“Çöl yavaş, yavaş ilerledi. Tarım alanları çölleşti. Artık yağmur da yağmıyor. Tek geçim kaynağımız olan tarımla artık uğraşmam olanaklı değil. Nereye gideceğimi bilemiyorum. Ailemle beni sığınmacı olarak kabul edin.”
“Her gün geçimimi sağlayan balıkçılığı yapamıyorum. Gölümüz kurudu, yok oldu. Toprak tuzla kaplı. Ne yapacağımızı bilemiyorum. Nereye göç etsem? Beni ve ailemi kabul eden olur mu?”
“Çevremizde bulunan ormandan geçimimizi sağlıyorduk. İklim değişti. Orman alanları talan edildi. Şimdi yeni ürünler ekiyorlar ve burada yaşayan bizleri başka yerlere sürüyorlar. Ne yapacağımızı şaşırdık. Neyle uğraşacağız ? Nereye gideceğiz?”
“Çalıştığım fabrika kimyasal ürünler üretiyordu. Bir sanayi kazası sonrası patlama oldu ve fabrika yerle bir oldu. Yüzlerce insan öldü ve ayrıca çevreye çok zarar verdi. Çevrede kalmamız olanaklı değil. Göç etmemiz gerekli. Ama bizi kim, nasıl kabul edecek?”
Her geçen yıl sayıları giderek artan ve eğer yeterli ve gerekli önlemler alınmasa, önümüzdeki yıllarda daha da çoğalacak olan bu kişilere “Çevre ya da iklim sığınmacıları (mültecileri)” (Bu yazıda ÇİS olarak geçecektir) adı veriliyor. Yaşadığı çevrede koşulların doğal etkenler ya da insan faaliyetleri tarafından bozulması sonucu insanlar yaşamlarını sürdüremez hale geliyor. İklim koşullarının değişmesi sonucu, yine aynı şekilde insanların yaşadıkları çevre değişime uğruyor ve artık yaşam ve geçim koşulları zorlaşıyor, olanaksız hale geliyor. İnsanlar göç etmek zorunda kalıyorlar.
Peki kim bu insanlar? Çevre ve iklim koşulları neden değişiyor? Neden göç etmek zorundalar? Nereye gidiyorlar ya da gitmek zorundalar? Bunları ‘sığınmacı’ olarak kabul edebilir miyiz? Ya da bilinen sığınmacı tanımından bu insanları ayıran özellikler nelerdir? Sığınmacı tanımını yeniden gözden geçirmek gerekir mi?
Son yıllarda adlarından sıkça söz edilen bu sığınmacılara genellikle “çevre ya da iklim sığınmacıları” adı veriliyor. Kuşkusuz çevre ve iklim karşılıklı olarak birbirini etkiliyor. Küresel ısınma dediğimiz olayla iklim değişirken çevreyi de etkiliyor ya da çevre koşullarının insan eliyle ya da doğal afetler yoluyla değişmesi sonucu iklim de etkileniyor. Peki iklim ve çevre koşulları niçin, nasıl değişiyor? Dünyamız ilk kez mi küresel ısınma (ya da soğuma) ile karşı karşıya geliyor? Bu yazımızda bu sorulara yanıt aramaya çalışacak ve ÇİS’in kimler olduğunu, ne gibi çevresel ya da iklim sorunlarıyla karşı karşıya kaldıklarını, kısacası zorunlu göç sorunlarını inceleyecek ve ÇİS’in diğer sığınmacılardan farklarını ve bilinen sığınmacılardan bu sığınmacıları ayıran özellikleri araştırmaya çalışacağız.
Özetle ÇİS’in insani boyutunu (kimler, kaç kişiler, gelecekte sayıları ne olacak? Neden göç ediyorlar?), coğrafi boyutunu (Dünyamızda çevre ve iklim değişikliğinden en çok etkilenen ülke ve bölgeler hangileridir ve küresel ısınmayla gelecekte bunların durumu ne olacaktır?) ve hukuki boyutunu (Bu kişiler sığınmacı olarak kabul edilebilir mi? Bugünkü sığınmacı tanımı yeterli mi yoksa yeni bir tanım gerekli mi?) ele alacağız.
1-ÇİS ‘in İnsani Boyutu :
İnsan hep göç etti; yaşamda kalmak için. Göç doğal ortam ile nüfus arasındaki dengeyi sürdürmek için yapıldı. Çevresel düzeydeki gerilimlere bir güvenlik supabı olarak ya da nüfus fazlasını düzenlemek için kullanıldı. Ama doğa, çevre (biyofiziki çevre) sürekli bozulursa göç insan topluluğunun sürekliliğini ve yeniden üretimini sağlamak yerine zorunlu bir harekete dönüşür ve çalışmasını, yaşamasını zorlaştırır (P.Gonin, V.Lassailly-Jacob, Les réfugiés de l’environnement, une nouvelle catégorie de migrant forcés? REMİ,2002 (18)2, s.139.Christel COURNİL, Les réfugiés écologiques, Quelle(s) protection(s) ,Quel(s) statut(s)?,Revue de Droit public,no:4,2006,s.1035-1066 içinde.) Evet,insan her zaman göç etmiştir ve göç eski bir olgu olup insanların mekansal dağılımına, karışımına ve kentleşmeye neden olur.Yoğun ve kişisel kararla alınan kırsal göç kentlerin nüfusunu artırır. Mevsimlik göç geçicidir ve daha çok tarımsal alanda, inşaat kesiminde görülür. Bunun dışında göçleri yıllık göç, kesin göç olarak da sınıflayabiliriz. Uzun ve kısa mesafeli göçler, ulus içi, uluslararası göçler olduğu gibi göç olayından yararlanıp insan kaçakçılığı yoluyla para kazanan insanlar da vardır. 20. ve 21.yy’ın göç açısından en belirgin özelliği ise çevre ve iklim koşullarının değişmesi nedeniyle yapılan ‘ekolojik göç’ tür. Yeni ve önemli olan artık çevre koşullarının doğal afetler yoluyla değil de insan eliyle bozulması ve giderekte şiddetini artırmasıdır. Burada, hemen şunu da belirtmekte yarar vardır. Göç olayını sadece çevre ya da iklim koşullarına indirgemek yanıltıcı olabilir. Çünkü, göçün nedeni karmaşık olup hem iktisadi hem de toplumsal olayları da içerir. Çevresel sığınmacı deyimini ilk kez kullanan El Hinnawi olup sahra altı bölgesinde görülen kuraklıklar ve bölgesel koşulların bozulması sonucu göç etmek zorunda kalan insanlar için kullanmıştır. İklimsel sığınmacı deyimi ise Paris’te bulunan Argos adlı gazeteci ve fotoğrafçı birliği tarafından kullanılmıştır.
Yapılan tahminlere göre 2050 yılına kadar 50 ile 250 milyon arası insan çevre koşullarının bozulması ve küresel ısınma nedeniyle göç edecekler. Bu yeni göç dalgası artık marjinal bir olay değildir. Dünya Bankası’na göre 1995 yılında ÇİS’in sayısı 25 milyon iken siyasi baskı, dini ve etnik baskı ve zulüm nedeniyle göç etmek zorunda kalan ve siyasi sığınmacı dediğimiz kişilerin sayısı 27 milyona ulaşmıştır (goodplanet.info/goodplanet/index.php/fre/Société/Réfugiés). 1998 yılında toplam sığınmacıların %58’i ÇİS’ten oluşmaktadır. Gördüğümüz gibi ÇİS’in sayısı ihmal edilmeyecek bir düzeye ulaşmıştır. Küresel ısınma sadece sanal bir tehdit değildir ve her yıl 300.000 kişini ölümüne neden olmaktadır. Bu da 2004 yılında Tsunami’nin neden olduğu ölü sayısına eşittir (Laurence Caramel,Le Monde, 31.05.2009). Diğer kimi tahminlere göre de ÇİS’in sayısı 150 milyon ile 1 milyar arasında değişecektir (letudiant.fr/boite-a-dcs). Bu sayı Uluslararası Af Örgütü Amnesty International’ın da tahmin ettiği sayıdır. 1990-2007 yılları arasında sel, baskın, deniz ve okyanus sularının yükselmesi sonucu ölüm riski % 13 artmıştır (liberation.fr, 23.06.2009, Les futurs réfugiés climatiques). Kuşkusuz bu sayılar tahminidir. Çünkü çevresel bozulma ile göç kararı arasında bağ kurmak oldukça zor olduğu gibi çevre koşullarının bozulması, doğal afetler dışında (deprem, tsunami, yanardağ patlaması gibi) çoğu zaman yavaş yavaş yani yıllar sonra ortaya çıkar. Birleşmiş Milletler Genel Sekreter Yardımcısı Hans van Ginkel’e göre “Bu göç olayı çok karmaşık bir olaydır. Uluslararası kuruluşlar 1951 yılında tanımı yapılan sığınmacıların isteklerine (siyasi) güçlükle karşılık vermektedirler. Bununla birlikte,şimdiden bu yeni göçmenleri tanımlamak,dikkate almak ve yeni düzenlemeler yapmak için hazırlık yapmak zorundayız” (novethic .fr/ novethic / planete/environnement/climat). Hatta kimi kuruluşlar iklimsel değişime bağlı olarak insan haklarının giderek daha fazla ihlal edilmesi karşısında iklimsel adalet istemektedirler. Örneğin petrol şirketlerinin çevreyi kirletmesi sonucu ya da Amazon ormanlarının giderek kâr amaçlı olarak yıkımı sonrası yaşam koşulları ve yaşamları tehlikeye giren insanlar için iklimsel adalet istemektedirler. Birleşmiş Milletler eski genel sekreteri ve İnsani Forum başkanı Kofi Annan’da en az gelişmiş 50 ülkenin sera etkisine olan paylarının %1 olduğunu belirttikten sonra dünyayı en fazla kirleten ülkelerin ödemek zorunda olduklarını belirterek iklimsel adalet için mücadele vermektedir (walf.sn/société/suite.php?rub). Kimi sivil toplum kuruluşları ise çevre sığınmacılarının (göçmenlerinin) ABD gibi ülkelere kabul edilmemesini istiyorlar. Zira geldiklerinde tüketim kalıpları değişecek, daha fazla tüketecekler ve gaz salınımını artıracaklardır. Kimileri de ülkelerin, ÇİS’in “kirleten öder” ilkesi ışığında gaz salınımı ya da yarattığı kirlilik düzeyinde göçmen kabul etmelerini önerir. Gelir düzeyi ile karbon gazı salınımı arasında bir ilişki kurmak olanaklıdır. Gelir yükseldikçe gaz salınımı artmaktadır. Dolayısıyla, iklimsel değişime karşı mücadele toplumsal eşitsizliği göz ardı edemez. O halde düşük gaz salınımına sahip ülkeler, birleşiniz! (Hervé Kempf,Emissions des riches,couic,le monde,13 Temmuz 2009). Yine iklim tarihi uzmanı Pascal Abot dünyanın iklimsel geleceğinin, önemli ölçüde sera etkisi yaratan gazları en fazla atmosfere salan şirketlerin yönetim kurullarında verilmesi akılcı mıdır diye sorarken haklıdır (Marie-Béatrice Baudet,le pari d’un historien du climat, le Monde, 12-13 Temmuz 2009). Ancak, burada sorun ÇİS’in akımlarını düzenlemek değil, daha çok tüketim kalıplarını ve kirleten teknolojileri değiştirip küresel ısınmaya çözüm arama olmalıdır. (Anna Gosline,Courrier İnternational,8-6-2006).
Çevre için Birleşmiş Milletler Programı (PNUİE) ilk kez 1985 yılında yayınladığı bir raporda (ki bu raporun yazarı El Hinnawi’dir) ÇİS’i yaşam koşullarını önemli şekilde alt üst eden ve /ya da yaşam niteliğinin dengesini ciddi şekilde değiştiren çevre koşullarının kesin şekilde bozulması (insan eliyle ya da doğal afet sonucu) sonucu geçici ya da sürekli olarak evlerini/yaşadığı yeri terk etmek zorunda olan kişi olarak tanımlamaktadır (geo.fr/réfugiés climatique). Çevre koşullarının kesin şekilde bozulmasından kastedilen ise insan yerleşmelerini geçici ya da sürekli olarak elverişsiz hale getiren çevresel sistemde (ekosistem) fiziki, kimyasal ve /ya da biyolojik değişimlerdir. Bir başka deyişle, ÇİS bir doğal afet (Tsunami, deprem, tayfun), çevrenin giderek bozulması (insan eliyle çölleşmenin yaratılması ya da küresel ısınma sonucu deniz seviyesinin yükselmesi gibi) ya da doğal kaynakların tükenmesi (içilebilir suyun tükenmesi, ormanların yok edilmesi) gibi bir nedenle çevrelerinin bozulması sonucu yaşadıkları toprağı terk etmek zorunda kalan insanlardır (François Gemenne, Le Monde, 18.06.2009). OİM’in (Uluslararası Göç Örgütü) tanımı ise şöyle: Yaşamlarını ya da yaşam koşullarını olumsuz şekilde etkileyen ani ya da tedricen ortaya çıkan çevre değişimine kaçınılmaz olarak bağlı oldukları için geleneksel yaşam yerlerini kendi girişimleriyle geçici ya da kesin olarak terk eden ve dolayısıyla ülke içinde yer değiştiren ya da ülke dışına çıkan kişiler ya da kişi gruplarıdır (OİM, Seminaire d’experts sur la migration et l’environnement,2008,s.26). ÇİS yerine çevre nedeniyle yer değiştirenler / göç edenler, ekolojik sığınmacılar demek daha doğru olur diyenler de vardır (lachaineverte. msn.fr). Ancak, burada önemli bir noktayı gözden kaçırmamak gerekir: Çevre koşullarının bozulması aynı zamanda bir insani sorun (insanların acı çekmesi), bir kalkınma sorunu (bölgelerin fakirleşmesi, doğal afete uğrayan kent ve bölgeler) ve güvenlik (çatışma, savaş kaynağı olabilir). Sorunun önemi sadece çevrenin niteliğinin bozulması değil, bu çevrede yaşayan insanların yaşamı ve yaşamda kalması söz konusudur. (Chloé Anne Vlassopoulou,les migrations environnementales entre secteurs d’action publique,revue en ligne Asylon(s),no:6,2008). 50 kadar ülke bu göçlerle karşı karşıyadır ve gelecekte 102 ülkenin etkilenmesi beklenmektedir. Bu ülkelerin çoğunluğu da fakir ülkelerdir. Fakir ülkelerin ÇİS’i de yine aynı şekilde fakir ülkelere göç etmektedir. Tayfun ve nehir taşkınlarına sürekli maruz kalan Bangladeş vatandaşlarının yarısı göç etmek zorunda kalırsa ABD’ye değil, yakın komşusu Hindistan’a gidecektir. (Anna Gosline,a.g.e.). Burada ÇİS’in bir özelliğini görüyoruz. Göç genelde kısa mesafelidir. ÇİS’in bir diğer özelliği de toplu (kolektif) olmasıdır. Sorun da bu kişilerin nereye,nasıl gidecekleri ve nasıl karşılanacaklarıdır. Çünkü, 2020-2050 yılları arasında çevre koşullarının ve küresel ısınmanın etkisiyle belki de dünya tarihinde ilk kez olarak kimi devletlerin sular altında kalıp kaybolmasına tanıklık edeceğiz. Bu kez hangi Nuh’un gemisi gelecek? Hangi baraj okyanusları engelleyecektir? (libération.fr,a.g.e.). Çevresel göç zorunlu bir göçtür. Çevre sorunlarının çokluğu (çevresel, siyasi, toplumsal-iktisadi), tanımı ve belirsizliği göç nedenini anlamayı zorlaştırsa da bu göç genelde kısa mesafeli olsa da geçici, sürekli, uzun süreli, mevsimsel, devlet içi, bölgelerarası, köyler arası olabilir (Christel Cournil, a.g.e.; Cédric Raux,La protection juridique des réfugiés climatiques en question, 17.06.2009, parisiensduboutdumonde. fr/ fre/ decryptage/droit/réfugiés)). Ama çevre koşulları bir kez bozuldu mu yeniden düzenlenmesi uzun süre alabilir ya da hiç düzelmeyebilir.
Sürecek…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.