Sağlığında, başkanlığı sürecinde, başkanlığı sonrasında ve son olarak ölümünde de görüldü ki; Süleyman Seba farklı bir spor kulübü yöneticisi. Oysa o da futbol piyasasının içindeydi, o da İstanbul gibi her türlü ayrıcalıklı olmak için tüm imkânların kullanıldığı kurtlar sofrasında yer aldı. Onun farklılığı her şeye rağmen “insan” kalabilmesindeydi galiba. İnsan dediysek diğerlerinin insan olmadığı anlamı […]
Sağlığında, başkanlığı sürecinde, başkanlığı sonrasında ve son olarak ölümünde de görüldü ki; Süleyman Seba farklı bir spor kulübü yöneticisi.
Oysa o da futbol piyasasının içindeydi, o da İstanbul gibi her türlü ayrıcalıklı olmak için tüm imkânların kullanıldığı kurtlar sofrasında yer aldı.
Onun farklılığı her şeye rağmen “insan” kalabilmesindeydi galiba. İnsan dediysek diğerlerinin insan olmadığı anlamı çıkmamalıdır buradan. Diğerlerinin hoyratlığı, sonradan görmeliliği ve narsistçe bir tutumla hep kendilerinden söz edilsin istemeleri onların Seba’dan farklı kılan “insan” özellikleridir.
Seba çok süslü laflar etmemesine rağmen kendini dinleten birisiydi, muhtemelen karşısındakine değer verdiğinden olsa gerek. Seba esip gürleyen değil, çok şey söyleyen bir bakış fırlatan, kırılgan ama dirençli, beden diliyle olduğu kadar ruh diliyle de anlatan ve elbette sonuna kadar futbolun izin verdiği ölçülerde dürüst kalmasını bilen birisi olduğundan olsa gerek herkes onu çok sevdi.
Peki bu kadar mı?
Elbette hayır. Endüstriyelleşen piyasacı futbolun çarkında futbolun “sömürü ve adam harcama” sürecinden uzak durmaya çalıştı hep. Geleneksel değerleri koruyarak geleceği sportif ahlaki değerler ile sentezleyerek karşılayabilme becerisini gösterdi.
Arkadan konuşmadı örneğin, oyuncularını harcama pahasına onları “adam etme” yolunu asla tercih etmedi. Rakibini ne olursa olsun ve ne pahasına olursa olsun yenmesi gerektiği gibi bir saplantıya kapılmadı. Kurumsal aidiyet konusunda yapılması gereken ne varsa İstanbul beyefendiliği ve kim bilir belki memuriyeti gereği edindiği devlet terbiyesi ile piyasacı olmayan ama piyasada var olmayı başaran bir başkan strateji geliştirdi. O zamanlar ve uzun süre transfer manyağı bir kulüp olmaması tamamen bu anlayışın bir sonucuydu örneğin.
Ucuz polemiklerin adamı olmadı hiç. Lafını söyledi ve geçti. Arkasında durmak deyiminin futbolda bir anlamı varsa bu Süleyman Seba oldu hep. Kıvırmadı, kıvırana da yüz vermedi.
Yazılı ve görsel basının kuklası, rol modeli olması mümkün değildi çünkü mizacı buna izin vermiyordu. Beslemeciliği benimsemedi hiç. Çünkü biliyordu ki belsemcilik kurumsal saygınlığın bir aracı ve yöntemi değildir ve olmamıştır hiçbir zaman.
Beşiktaş kulübüne ve futbol takımına çok saygınlık kazandırmasına rağmen o kendini Beşiktaş’ın eseri gibi gördü ve öyle yansıttı hep. Buradaki derviş tutum ve davranışının mutlaka iyi anlaşılması ve anlatılması gerek.
Bir insan nasıl oluyordu da kocaman bir kulübün gücü ve ayrıcalığını inanılmaz bir mütevazılık ve asil bir tavır ile birleştirerek sıradan bir Beşiktaş taraftarı gibi davranabiliyordu? Sorusunun yanıtı ancak Süleyman Seba kişilik çözümlemesi ile mümkündür.
Galatasaray ve Fenerbahçe ya da herhangi rakip bir kulüp düşmanlığı yapmadan, ecdat, ata edebiyatı ve goygoyculuğuna soyunmadan, kışkırtıcı, provokatif olmadan, piyasa rantçıları ile el ele vermeden ve rakiplerini yendiğinde bıyık altından gülmeden de “büyük başkan” olunabildiğinin biricik örneklerinden birisidir Süleyman Seba. Onun içindir ki; Süleyman Seba olmuştur zaten.
Şimdi en alt düzeyden en üst düzeye kadar birçok futbol kulübünde ve toplumda tanık olduğumuz güce tapan, günlük siyasi iktidarın dümen suyuna girmiş, tüccar, mafya karakterli, dediğim dedik, kendisine aşık ve sözüm ona kulübünü öne çıkardığını söyleyerek sürekli kendisini öne çıkaran niteliksiz kulüp başkanlarını görünce, Süleyman Seba’ya daha çok saygı duyuyor insan.
Süleyman Seba’ya biraz ideoloji biraz örgütlenme biraz isyan yüklerseniz karşınıza ondan daha genç ama ondan daha önce ölmüş Metin Kurt çıkar. Belki hiç ilgisi yok deseniz de futbolun temel formasyonunda ikisinin de özü aynı hamurdan beslenir. O hamurun içinde futbol ve insan vardır. Ve o futbolda kirliliğe kapalılık esastır. Her ikisinin de ortak paydası futbola “oyun” olarak değer vermek vardır.
Süleyman Seba’nın ölümünün ardından tüm spor ve futbol severlerin aynı noktada buluşuyor oluşları, hangi kulüp taraftarı olurlarsa olsunlar benzer duygu ve düşünceleri taşıyor ve ifade ediyor oluşları umut edelim ve dileyelim ki, özellikle saygın kulüp yöneticiliği tipinin yeniden ele alınması gerekliliği ihtiyacını doğursun.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.