Eşcinsellik, bir türün bir bireyinin, kendisiyle aynı cinsiyetten bir diğer bireye karşı romantik veya cinsel bir çekim hissetmesi veya bu iki birey arasında cinsel etkileşim yaşanmasıdır. Tarihte, eşcinsellere karşı çok sert ve çok acımasız birçok kampanya yürütülmüş olmasına karşın, bilimin ve toplumsal algının göreceli olarak gelişmiş olması sayesinde, bu karşıtlıklar -hala birçok coğrafyada etkisi hissediliyor […]
Eşcinsellik, bir türün bir bireyinin, kendisiyle aynı cinsiyetten bir diğer bireye karşı romantik veya cinsel bir çekim hissetmesi veya bu iki birey arasında cinsel etkileşim yaşanmasıdır. Tarihte, eşcinsellere karşı çok sert ve çok acımasız birçok kampanya yürütülmüş olmasına karşın, bilimin ve toplumsal algının göreceli olarak gelişmiş olması sayesinde, bu karşıtlıklar -hala birçok coğrafyada etkisi hissediliyor olsa da- giderek azalmaktadır. Bu azalmada, bilimsel algımızın gelişmesinin, evrimi çok daha iyi anlamamızın ve doğayla ilgili gerçekleri kavramamızın da, az sonra göreceğimiz gibi çok büyük bir rolü olmuştur.
Günümüzde çok fazla türde eşcinsel ilişkiler tanımlanmıştır. Bunların detaylarına yazımız içerisinde değineceğiz. Ancak ilerlemeden önce, bazı terminolojik açıklamalar yapmak ve konuyu netleştirmek istiyoruz. İngilizce ve Türkçedeki kelime ve karşılık farklılıklarından ötürü birçok yanlış anlaşılma doğmaktadır. Bunların temizlenmesi, konunun anlaşılması açısından önemlidir. Bu sebeple öncelikle şu tanımları yapalım:
Cinsiyet (Sex)
İlk olarak bunun teknik terminolojide Türkçeye “cins” olarak çevrildiğini belirtelim. Ancak burada kafa karıştırmamak ve hele ki Evrimsel Biyoloji’den bu kadar bahsederken, akılların taksonomiye gitmemesi adına halk arasında daha yaygın kullanımı olan “cinsiyet” sözcüğünü kullanacağız. Cinsiyet (“cins”), bir canlının doğuştan, genetik olarak kazandığı, cinsel üremeye yönelik özelliklerin toplamıdır. Bu noktada anlaşılması gereken, az sonra bahsedeceklerimizden bağımsız olarak, eşeyli üreyen her türe ait her bireyin bir cinsiyeti olduğudur. Cinsiyet, sperm ve yumurtanın birleşmesinden ötürü ve birleştiği anda ortaya çıkan bir unsurdur ve dolayısıyla, bir yavru doğarken mutlaka bir cinsiyet ile doğar. Kimi zaman bu cinsiyete, diğerleriyle karıştırmamak adına biyolojik cinsiyet (biyolojik cins) de denebilir. Kısaca cinsiyet, bir bireyin genlerinden kaynaklı oluşan üreme organları ve özellikleri ile tanımlanan bir olgudur.
Bilindiği kadarıyla 3 farklı cinsiyet tanımlanmaktadır: erkek, dişi ve erdişi (hermafrodit). X-Y kromozomal sistemine uyumlu olarak evrimleşmiş canlılarda erkekler XY kromozomal kombinasyonu ile, dişiler ise XX kromozomal kombinasyonu ile doğarlar. Hermafroditlik ise bu sistemde birkaç farklı şekilde ortaya çıkabilir; ancak bu etapta, basitçe hem XX’in, hem de XY’nin bir arada bulunmasından kaynaklı olarak ortaya çıktığının bilinmesi yeterli olacaktır. Bir diğer sık karşılaşılan neden de, Y kromozomu üzerindeki SRY geninin X kromozomu üzerine geçmesidir. Genel bir tabiriyle hermafrodit bireylerde iki üreme sistemi de bir arada oluşur.
Biyolojik cinsiyetlerin özellikleri, bu cinsiyetleri doğuran genlerin etkisiyle oluşur. Örneğin eğer ki bu genlerde veya hormonal sistemde bir sıkıntı yoksa, erkeklerin tamamında penis ve testis, dişilerin tamamında vajina ve üreme kanalı oluşacaktır. Buna birincil eşey karakterleri adı verilir. Benzer şekilde, yine bu makalemizde bahsedeceğimiz diğer konulardan bağımsız olarak, sperm ve yumurtanın beklendiği bir şekilde birleşip, çeşitli mutasyonların oluşmadığı durumda tüm dişilerde ergenlikle birlikte göğüsler değişen miktarlarda büyüyecek, erkeklerde göğüste ve yüzde değişen miktarlarda kıllar oluşacaktır. Bunlara ikincil eşey karakterleri adı verilir. Tüm bunlar, dediğimiz gibi sperm ve yumurta birleştiği anda, X ve Y kromozomlarının kombinasyonlarına göre belirlenir ve bireyin veya toplumun cinselliğinden veya yaklaşımlarından bağımsızdır.
Ancak bu organlar ve bu organlara bağlı olarak salgılanan hormonlar, bu kişilerin “nasıl hissedeceklerini” tek başına etkilememektedirler. Az sonra değineceğimiz gibi, henüz tam olarak bilinmeyen sebeplerle (ancak muhtemelen genetik, hormonlar, epigenetik ve psikolojinin birleşik bir etkisiyle), bazı bireyler eşeylerinin genel özelliklerinden (ki bu genel özellikler toplumda “normlar” olarak algılanır) farklı şekilde hissetmesine neden olur. Dolayısıyla, bir insanın doğuştan gelen bir özelliği olan “erkeklik” ve “dişilik”, onun cinsel faaliyetlerinin nasıl ve hangi cinsiyete yönelik olacağını belirlememeye yetmemektedir. İşte eşcinsellik ile ilgili yanlış anlaşılmaların kökeni, bu noktadaki varsayımdan kaynaklanmaktadır. Anlaşılması gereken, bir bireyin erkek genetik yapısıyla doğmasının, onun dişilerle çiftleşmeye yöneleceğini garanti etmemesidir.
Kimi zaman ise sperm ve yumurtanın birleşmesi sonucunda cinsel organlar tam olarak gelişmez veya hangi cinsiyete ait organların geliştiği tam olarak belirlenemez. Bu durumda olan insanlara interseks adı verilir. Günümüzde, eski zamanların aksine bu insanlar da, tıpkı az sonra bahsedeceğimiz geniş cinsel yönelim yelpazesi (LGBT popülasyonu) gibi sıradan bir varyasyon olarak görülürler. Öyle ki, eskiden bu duruma “atipik (tipik olmayan) genital bölge” adı verilirken, günümüzde daha çok “belirsiz genital bölge” adı verilmektedir. Benzer şekilde bu durum, eskiden “doğum hatası” olarak sınıflandırılırken, günümüzde “doğum varyasyonu” olarak değerlendirilmektedir. Her ne kadar bizim verdiğimiz isimler, doğanın her türlü genetik varyasyonundan bağımsız olsa da, bu yeni tanımlar daha az yargılayıcı ve daha çok tanımlayıcıdır.
Şimdi, toplumun cinsiyet algısından doğan bir kavrama bakalım ve yukarıdaki açıklamalarımızı derinleştirelim:
Toplumsal Cinsiyet (Gender):
En genel tanımıyla toplumsal cinsiyet, cinsiyetlere toplum tarafından yüklenen fiziksel, biyolojik, zihinsel ve davranışsal karakterlerin tümüdür. Cinsiyet, biyolojik ve genel olarak tüm eşeyli üreyen canlılarda görülen bir kavramken, evrimsel patikasından ötürü insan popülasyonlarında bir de “tanımlanmış cinsiyet” veya “toplumsal cinsiyet” kavramı bulunur. Bu kavramın bazı diğer iri beyinli primatlarda da görüldüğü düşünülmektedir.
Bu kavram, insan türünün biyolojik evrimi sonucunda ortaya çıkan kültürel evriminin bir ürünüdür. Evrimsel süreçte edindiğimiz rollerin günümüzde de geçerli olduğu fikrine dayandığı söylenebilir.
Kolay anlaşılması açısından, daha basit bir tanımı erkeksilik (maskulin) ve kadınsılık (feminen) olarak yapılabilir. Bazı fiziksel özellikler, hareketler, davranışlar toplum tarafından “erkeksi” karşılanırken, bazı diğerleri aynı toplum tarafından “kadınsı” olarak karşılanır. Bu yaklaşımların doğrudan biyolojik bir arkaplanı bulunmamaktadır. Üstelik bu ayrım, kültürden kültüre değişebildiği gibi, aynı kültür içerisinde farklı zaman dilimlerinde farklı tanımlar kazanabilir.
En tipik örnekleri, erkeklere küçükken “mavi” rengin yakıştırılması, “pembe” rengin ise kızlar için kullanılmasıdır. Eğer bir erkek “pembe” giyiyorsa, “kadınsı” olarak yaftalanır. Benzer bir şekilde, küçük bir erkek bebeğinin Barbie ile oynaması, toplumsal cinsiyet kavramı dahilinde, “anormal” olarak görülecektir. Halbuki bu “normlar” ile “anormal” koşulların tarafsız ve bağımsız olarak belirlenmesi olanaksızdır. Ancak bir toplum olarak yaşayan insanlarda, bu kavramlar bireylerin hayatlarına müdahale edilmesini meşru kılacak hale sokulmakta ve hiçbir bilimsel temeli olmayan bir düzlemde, şahsi tanımlar ve keyfi yaptırımlar uygulanabilmektedir.
Bu iki bilginin de bize cinsel yönelim ile ilgili bilgi vermemesini, en kolay şekilde, tek bir bireyin de farklı görünümlerinin toplumsal cinsiyet açısından farklı ve birbiriyle çelişen bilgiler verebilecek olması gösterebiliriz.
Örneğin yukarıdaki ilk iki fotoğrafta, Brad Pitt “feminen” olarak değerlendirilebilecekken, alttaki iki fotoğrafta çok daha “maskülen” olarak değerlendirilebilir. Dört fotoğrafta da, bireyin erkek olduğundan neredeyse kesin olarak emin olabiliriz. Ancak alttaki fotoğraflarda, bu cinsiyete ait ana özellikler daha çok vurgulandığından, toplumsal açıdan da “normal” gibi bir algı oluşmaktadır. Yani giyim tarzından, saç yapısına, sakal bırakma durumuna ve daha nice görsel bilgiye dayanarak bir bireye toplumsal yaftalar yapıştırırız. Eğer ki “erkeksi” bulunan ve bir erkekte “olması gerektiği düşünülen” özellikler daha az vurgulanırsa veya karşı cinsiyete ait olarak görülen özellikler daha fazla ortaya çıkarılırsa, bu durumda “anormal” gibi bir algı oluşur. Halbuki bunlar, toplumun zaman içerisinde belirlediği ve objektif bir temel dayanmayan varsayımları ve çıkarımlarıdır. Dolayısıyla toplumsal yaklaşımlarımız, bireylerin cinsel yönelimlerini yargılamak ile ilgili güvenilir bir kıstas değildir.
Peki bu bahsedip durduğumuz “cinsel yönelim” nedir, şimdi ona biraz değinelim:
Cinsel Yönelim (Sexual Orientation)
Cinsel yönelim, en geniş tanımıyla bir bireyin -eğer duyuyorsa- hangi cinsiyete romantik ve/veya cinsel ilgi duyduğudur. Aynı zamanda cinsel yönelim, hiçbir cinsiyete ilgi duymama durumunu (aseksüellik) da içerir. Bu açıdan cinsel yönelim, dört kategoride incelenebilir: aynı cinsiyete ilgi duyma (eşcinsellik – homoseksüellik), farklı cinsiyete ilgi duyma (heteroseksüellik), iki cinsiyete de ilgi duyma (biseksüellik), hiçbir cinsiyete ilgi duymama (aseksüellik).
Daha sonradan yapılan araştırmalar, daha fazla sayıda tanımı da beraberinde getirmiştir. Örneğin var olan tüm cinsiyet ve cinsel yönelimlere ilgi duyma (panseksüellik) veya birden fazla olmak kaydıyla bunlardan spesifik olarak bazılarına ilgi duyma (poliseksüellik) da bu kategoriler içerisinde değerlendirilebilmektedir.
Her ne kadar insanlar biyolojik bir cinsiyet ve o cinsiyete “yapışık” olarak doğan bazı toplumsal cinsiyet tanımları ile, bir toplumun içine doğuyor olsa da, bireylerin her zaman bu tanımlara uyan cinsel yönelimler geliştirmediği görülür. İşte “eşcinsellik” kavramının başladığı nokta, burası olarak görülebilir. Yani her ne kadar bir birey erkek olarak (XY kromozomları ile) doğsa ve bu doğumu nedeniyle, biyolojik ve toplumsal olarak dişilere yönelmesi beklense de, sayısız türde bu durum, bu şekilde gelişmek zorunda değildir. Daha düzgün bir tanımıyla, her erkek doğan birey dişilere, her dişi doğan birey erkeklere yönelmek zorunda değildir.
Burada anlaşılması gereken çok önemli bir noktaya değinmek istiyoruz; çünkü bunun anlaşılmaması, eşcinsellerin yanlış yargılanmalarına neden olmaktadır: bireyler, eşcinsel olmayı seçmemektedirler. Çünkü hiçbir birey, cinsel eğilimini seçemez. Eşcinsel olmayan (“düz”) bireyler nasıl ki karşı cinsiyete ilgi duymayı isteyerek yapmıyorlarsa, eşcinseller de kendi cinsiyetlerine ilgi duymayı isteyerek yapmamaktadırlar.
Bu önemli noktayla ilgili çok sayıda araştırma yürütülmektedir. Hemen hemen hepsi, benzer sonuçlara varmaktadır: cinsel yönelim, henüz kesin olarak bilinmeyen nedenlerin etkisi altında, çok küçük yaşta belirlenmektedir ve sonrasında (çok nadir durumlar haricinde) değişmemektedir. Bu durumda, bu kişilerin oldukları gibi kabullenilmeleri toplum açısından en modern ve akıllıcası olacaktır.
Cinsel Kimlik (Gender Identity)
Tüm bu tanımlardan anlaşılabileceği gibi cinsiyetler ve bunların toplumsal karşılıkları, basit birer XX ve XY kromozomu kombinasyonuna indirgenemez. İşte bu durum, bir kişinin kendisini hangi cinsiyetten tanımlıyor olması anlamına gelen cinsel kimlik kavramını doğurmuştur. Yani bir birey, genlerinden veya toplumdan kaynaklı tanımlardan bağımsız olarak, kendi benliğiyle, kendisinin hangi toplumsal cinsiyet kalıbına uyduğunu belirlemesi veya kendi tanımlarını yaratmasıdır. Gerici toplumlarda bu tür yaklaşımlar “şeytani” olarak nitelendirilse de, günümüz modern toplumlarında ve aydın düşünce dahilinde bir bireyin cinsel kimliğinin tamamen kendine ait olması son derece mantıklı ve insan toplumunun ulaştığı medeniyet düzeyiyle uyumludur.
Eğer ki bir bireyin cinsel kimliği, onun biyolojik cinsiyeti ile aynı değilse, bu kişilere transeksüel (transgender) adı verilir. Her ne kadar toplum genelinde bu sözcük “ameliyat ile cinsiyet değiştirme” anlamına gelse de, psikolojik terminoloji açısından illa ameliyatla cinsiyet değişimi gerekmemektedir. Transeksüellik, cinsel yönelimden bağımsız bir olgudur; dolayısıyla transeksüel bir birey yukarıda saydığımız herhangi bir cinsel yönelime sahip olabilir.
Buraya kadar birçok tanımdan bahsettik, ancak bu konuları inceleyen başlı başına bir bilim dalı olarak seksolojiye ucundan bile değinmiş olamadık. Ancak bu tanımların, metin içerisinde ilerlerken size yeterli olacağını düşünüyoruz. Fakat biliniz ki, cinsiyetler psikolojik, sosyolojik, evrimsel, antropolojik, vb. açılardan incelenirken, buraya sığdıramayacağımız, kitaplar dolusu analiz yapılmaktadır ve sadece birkaç satırda bunların irdelenmesi mümkün değildir. Üstelik, bu tanımların çoğu, sürekli olarak gelen yeni veriler ışığında değişmekte, bilim camiası içerisinde yeni tartışmalara neden olmakta ve güncellenmektedir. Bu sebeple, bu verdiğimiz tanımlarla ilgili olarak da çok sabit bir açıklama yapmak pek mümkün olamamaktadır.
Biz burada sizlere olabildiğince temel bir özet verip, çok temel bazı hatalı anlaşılmaları düzeltip, daha detaylı araştırmalarınız için önayak olmayı hedeflemekteyiz. Umarız başarılı oluruz.
Doğada Eşcinsellik: Eşcinsellik Bir “Hastalık” veya “Anomali” Mi?
Günümüzde bizonlardan penguenlere, kuşlardan insanlara, kertenkelelerden böceklere kadar kadar yüzlerce farklı türde homoseksüel ilişki tanımlanmıştır. Dolayısıyla eşcinsellik, tamamen doğal olarak görülmelidir. Zira bu olgu sadece bir avuç türde değil, tanıma bağlı olarak Dünya üzerinde 500 ila 1500 tür arasında bulunduğu bilinmektedir. En tutucu tanım dahilinde bile, en az 350 farklı türde eşcinselliğin net bir şekilde tanımlandığı bilinmektedir. Günümüzde halen homoseksüelliğin kökensel sebepleri tam olarak çözülebilmiş değil; ancak araştırmalar sürdürülüyor.
“Eşcinsellik bir hastalık değildir. 1974’ten beri psikiyatrik ve ruhsal hastalık sınıflamasında kabul edilmiyor. Buna rağmen farklı kültürlerde derecesi değişmekle birlikte, ayrımcılığa ve şiddete maruz kalan, kendi kimliklerini inkar etmeye yönelik bir grup eşcinseller.”
Yapılan araştırmaların insanların yaklaşık olarak yüzde 10’luk bir bölümünün eşcinsel olduğunu gösterdiğini kaydeden Yüksel, “Yüzde 10 küçük bir oran olmamasına karşın kültürel ve dini çeşitli önyargılar nedeniyle toplumun diğer kesimlerinde öfke uyandırdığı bir vakıa. İstenilen, bu kimliklerin yok sayılması” diyor ve şunları ekliyor:
Bir diğer hipotez, eşcinselliğin nötral bir karakter olmasıdır; yani eşcinsellik ne avantaj ne de dezavantaj sağlar (veya avantajları ile dezavantajları birbirine yaklaşık olarak eşittir). Makaklar üzerinde yapılan araştırma, eşcinselliğin sadece zevk amaçlı kullanıldığını ortaya çıkarmıştır. Yani Doğal Seçilim üzerinde bir etkisi olmadığı için, elenmesi için de bir sebep yoktur; tabii zamanla elenebilir veya yaygınlaşabilir. Bunu “neredeyse nötral özellikler” açısından, Genetik Sürüklenme çerçevesinde incelemek mümkündür. Doğada birçok özellik, aslında doğrudan hiçbir avantaj veya dezavantaj sağlamamasına rağmen, sürüklenerek popülasyon içerisinde sabitlenebilmektedir. Eşcinsellik de böyle bir çeşitlilik kaynağı olabilir ve diğer hipotezleri ileri sürdüğü olası avantajlar dahilinde ufak bir avantaj bile sağlıyorsa, çok kısa bir süre içerisinde popülasyon içerisinde belli bir gen frekansında sabitleniyor olabilir.
Evrim Ağacı olarak biz, bu açıklamalardan birini mutlak doğru kabul etmektense, birleştirici bir kuram üzerine giderek, her canlı için eşcinselliğin varlığının sebeplerinin farklı olabileceğini düşünmek gerekir. Bu hipotezlerin her biri çeşitli türler üzerinde yapılan incelemelerle doğrulanmış, ancak yeterince kapsayıcı olmayan açıklamalardır. Zamanla bu yaklaşımların geliştirilerek, genetik ve psikolojik alanlarda yapılan atılımlar ve evrimsel biyolojinin açıklayıcı gücü sayesinde, konunun net olarak anlaşılacağını, kapsayıcı ve açıklayıcı bir genel teorinin ileri sürülebileceğini düşünüyoruz.
Unutmamamız gereken bir nokta, doğanın birbirinden çeşitli milyarlarca durumunun bizim hoşumuza gitse de gitmese de var oluyor olduğu ve tüm bu durumların tamamen çeşitlilikten kaynaklandığıdır. Evrimsel Biyoloji’nin engin denizlerinde her türlü durumla karşılaşabilmeniz mümkündür ve bunlara şahsi görüşlerimiz çerçevesinden bakmaktansa, tarafsız ve bilimsel bir açıdan bakmak en doğrusu olacaktır. Eşcinsellere yönelik karalayıcı iddilar, zamanında zenciler için yapılandan farksızdır. Ancak artık bu ayrımcılık, sadece nefretle kınanmamakta, aynı zamanda yasal bir suç olarak da görülmektedir. Benzer şekilde, bazı insanlar arasında “sapkınlık” olarak addedilen eşcinsellik, hayvanlar aleminin geniş bir kısmında yer bulur ve Evrimsel Biyoloji’nin güçlü ışığı altında, tüm canlılara tarafsız olarak bakıldığında, bu gibi durumların son derece normal olduğu görülebilir ve canlılık, tüm çeşitliliğiyle kucaklanabilir. Giderek ülkelerin eşcinsellikle ilgili yasakları kaldırması ve eşit haklar tanımaya başlaması, çok kısa bir süre içerisinde “eşcinselliğin” değil, “eşcinsellik korkusu/karşıtlığı” olarak bilinen homofobinin nefret suçu ve yasal bir suç olması muhtemeldir. Zaten aklıselim sahibi herkesin varacağı sonuç da bu olacaktır.
Umarız açıklayıcı olmuştur.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.