Gerçek şu ki Suudi Arabistan ve İran’daki rejimler Ortadoğu’da gelişen parçalanmadan nasıl sağ çıkacakları konusunda endişeli. Bu şekilde devam ederlerse hayatta kalamayacak gibi görünüyorlar Cihatçı bir hareket olan Irak Şam İslam Devleti (IŞİD), Irak’ın kuzeyinde bulunan üçüncü büyük şehri Musul’u ele geçirerek müthiş ve ezici bir zafer elde etti. Saddam Hüseyin’in doğduğu yer olan Tikrit […]
Gerçek şu ki Suudi Arabistan ve İran’daki rejimler Ortadoğu’da gelişen parçalanmadan nasıl sağ çıkacakları konusunda endişeli. Bu şekilde devam ederlerse hayatta kalamayacak gibi görünüyorlar
Cihatçı bir hareket olan Irak Şam İslam Devleti (IŞİD), Irak’ın kuzeyinde bulunan üçüncü büyük şehri Musul’u ele geçirerek müthiş ve ezici bir zafer elde etti. Saddam Hüseyin’in doğduğu yer olan Tikrit kasabasını da ele geçiren IŞİD güçleri, ülkenin güneyindeki Bağdat’a doğru ilerliyor. Kerkük’ü de Kürtlere kaptıran Irak ordusu dağılmış gibi görünüyor. IŞİD ayrıca Türk diplomat ve kamyon şoförlerini rehin aldı. Suriye’nin kuzeydoğu topraklarının bitişik bölgesi ve Irak’ın batı ve kuzey toprakları da artık büyük oranda IŞİD’in kontrolü altında. Siyasi yorumcular bu bölgeleri Cihadistan diye adlandırıyor. IŞİD en sıkı şeriat kurallarına dayanan hilafet devletini mümkün olduğunca geniş bir alanda yeniden kurmayı hedefliyor.
Bu hareketin başarılarının yaratmış olduğu sarsıntı ve korku, Ortadoğu’da önemli jeopolitiksel değişimlere / yeniden düzenlemelere öncülük edebilir. Jeopolitik, düşman bilinenlerin barışıp, ilişkilerini Fransızların dostça düşmanlar (frères ennemis) dediği bir hale dönüştürebildikleri ve sık sık sürprizlerle karşılaşılan bir alan. Modern dünya sistemindeki düzenlemelerin yeniden gözden geçirildiği ve o günden beri Çin-ABD ilişkilerinin temelini oluşturan, Richard Nixon’un Çin’e giderek Mao Zedong’la yaptığı görüşme son elli yılın en bilinen örneğidir.
Dünya medyası uzun süredir Suudi Arabistan ve İran arasındaki derin husumet üzerinde duruyordu. Herhangi bir uzlaşma olası görünmüyordu. Fakat son aylarda iki ülke arasında yapıldığı düşünülen gizli görüşmelere bakarsak, politiksel bir tersine dönüş ihtimal dahilinde görünüyor.
Bu tür tersine dönüşler olduğu zaman asıl soru iki tarafın bundan ne elde edeceğidir. Düşmanlığın temelinde yatan bilinen sorunlara baskın gelen bir ortak menfaat olması gerekir. Analistler iki ülke arasındaki düşmanlığı açıklarken İran hükümetinin Şii imamet tarafından ve Suudi Arabistan’ın Sünni monarşi tarafından yönetildiğini söylüyor. Bunlar tabii ki doğru. Ama şimdi bu iddiaları bir kenara bırakalım. Unutmamalıyız ki, 1979’a kadar (Şah yönetimindeki) İran ve (aynı Sünni monarşi altındaki) Suudi Arabistan iki yakın müttefikti ve ikisi için de merkezi önemde olan petrol fiyatıyla ilgili bütün meselelerde Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nde (OPEC) birlikte çalıştılar. 1979’dan sonra, İran politikalarını değiştirdi ancak o zaman iki ülke arasındaki aleni düşmanlık başladı.
Suudi Arabistan ve İran arasındaki belirgin mücadelenin fitilini ateşleyen temel mesele bölgede egemen bir jeopolitik role sahip olma rekabetiydi. Şimdi IŞİD’in yükselişi iki ülke için de ciddi tehlike arzettiğinden, bu durumu değiştirebilir. Suudi Arabistan ve İran rejimlerinin ortak çıkarı kendi ülkelerinde ve kendi bölgelerinde görece istikrara ihtiyaç duymaları.
Tabii ki her iki rejim de, daha “özgürlükçü” kentli orta sınıf unsurlar ile geleneksel İslam’ın sert, muhafazakar modelini destekleyenler arasındaki iç bölünmelerden mustarip. Fakat IŞİD iki ülkedeki her iki grup için de tehlike oluşturduğundan diğer çekişmeleri yatıştırmayı tercih edebilirler. Şu an Suriye, Lübnan, Irak, Bahreyn, Yemen ve diğer başka yerlerde devam eden IŞİD dışı çekişmeler mevcut.
Bu ülkeleri bu tür bir uzlaşmaya iten bundan başka unsurlar da var. Her iki rejim de bölgelerinde ABD ve Avrupa ülkeleri tarafından geliştirilen belirsiz fakat devam eden müdahalelerden kaygı duyuyor. Suudiler geçmiş ittifakların güvenilirliğine inançlarını yitirdi ve farklılıkları yatıştırmak için batı dünyasının bölgesel güçlere izin vermesi gerektiğini söyleyen daha İrancı bir bakış açısına yaklaşıyor. Her iki rejim de Katar’ın bölgedeki öngörülemez ve sürekli rolünden rahatsız. Yine her ikisi de anlamlı bir Filistin devletine giden yolda ilerlenememesinden mutsuz. İki ülke de Mısır’da kurulan seküler askeri rejime temkinli yaklaşıyor. Ve ikisi de Afganistan’daki çatışmalara politik çözümler bulunduğunu görmek istiyor.
Ortak çıkarlar listesi uzun. Sözün kısası, bu iki ülke dış analistlerin düşündüğünden daha fazla ortak noktaya sahip. Dahası, tarihi bir anlaşmaya varırlarsa, bu yeni anlaşma Türkiye başta olmak üzere Kürtler, Mağrip, Ürdün, Pakistan, Hindistan, Rusya ve Çin’den, ve hatta Afganistan’dan bile epey destek görebilir. Bu tabii ki bir tahmin ama boş bir tahmin değil. Gerçek şu ki Suudi Arabistan ve İran’daki rejimler Ortadoğu’da gelişen parçalanmadan nasıl sağ çıkacakları konusunda endişeli.Bu şekilde devam ederlerse hayatta kalamayacak gibi görünüyorlar. Artık farklı bir yol izlenmesi gerektiğini düşünüyor olabilirler.
15 Haziran 2014
[binghamton.edu adresindeki İngilizce orijinalinden Pelin Zorbay tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.