Biladü’ş-şam (Suriye, Lübnan, Filistin ve Ürdün) ve Mezopotamya topraklarında kendi ‘İslami’ düzeni için katliamlar yapan IŞİD; ABD emperyalizmi, İran’ın etkisini kırmak için çetelere kaynak yaratan Körfez monarşileri, bölgesel güç olma derdindeki siyasal İslamcı hükümetler, Saddam sonrası arta kalan Baas çizgisindeki gruplar ile iktidardaki Şiilerle hesaplaşmak isteyen Sünni aşiretlerin palazlandırdığı, halk düşmanı bir örgütten başka bir […]
Biladü’ş-şam (Suriye, Lübnan, Filistin ve Ürdün) ve Mezopotamya topraklarında kendi ‘İslami’ düzeni için katliamlar yapan IŞİD; ABD emperyalizmi, İran’ın etkisini kırmak için çetelere kaynak yaratan Körfez monarşileri, bölgesel güç olma derdindeki siyasal İslamcı hükümetler, Saddam sonrası arta kalan Baas çizgisindeki gruplar ile iktidardaki Şiilerle hesaplaşmak isteyen Sünni aşiretlerin palazlandırdığı, halk düşmanı bir örgütten başka bir şey değil
Suriye’de mezhep ekseninde kışkırtılan iç çatışma sayesinde El Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi, El Kaide ilişkili İslami Cephe ve El Kaide’den bozma Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) kısa sürede geniş bir etki alanı ve gelişme olanağı elde etti. AKP hükümeti, ‘ılımlı’ muhaliflerin sahadan silinmesi, kendi topraklarında bombalı araçların patlaması ve yaklaşık 900 km olan Suriye sınırının önemli bir bölümünün çetelerin kontrolünde olmasına rağmen ‘bölgesel güç olma’ hevesiyle cihatçıları desteklemeye devam etti. Bu AKP’yi bölgesel bir güç haline getirmedi ama IŞİD’i bölgesel bir tehdit haline getirdi. Irak bölünüyor. Bölgedeki Hıristiyanlar, Şiiler, Aleviler, Kürtler ve Türkmenler katliam tehdidiyle yüz yüze. Irak ve Suriye’de savaşan örgüt İran ve Hizbullah’ın da dahil olacağı bir bölge savaşına davetiye çıkardığı gibi, ABD-NATO müdahalesinin eli kulağında. Kürtlerin birbirleriyle ve tarihsel hasımları olan devlet merkezleriyle, İran’ın ABD ile ittifak kuracağı yepyeni bir denklem oluşuyor. AKP’nin ham hayalleriyle harlanan bu ateş Türkiye’yi de yakacak, hatta yakmaya başladı. Aşağıda, Irak’ın işgali ile gelişen mezhepçi şiddet ve ardından Suriye’de kışkırtılan cihatçı savaşında doğan ve büyüyen, Ortadoğu’nun haritasını değiştiren, bölgesel ve uluslararası denklemi yeniden kurgulatan IŞİD’in “kısa” öyküsünü bulacaksınız…
Zerkavi’den Bağdadi’ye, Irak El Kaidesi’nden IŞİD’e
2000-2006
Ürdünlü cihatçı Ebu Musab ez Zerkavi’nin 2000 yılında kurduğu Cemaat el Tevhid vel Cihad isimli örgüt bugünkü IŞİD’in atası sayılır. Zerkavi öncülüğündeki örgüt ABD’nin Irak’ı işgaline tepki olarak 17 Ekim 2003’te El Kaide’ye bağlılık yemini ederek ‘Tanzim Kaidat el-Cihad fi Bilad el-Rafidayn’ yani bilinen adıyla Irak El Kaidesi ismini aldı. Irak’ın dışından gelen yabancı savaşçılar örgüt ağının genişlemesinde büyük rol oynadı. İşgal sırasında, ABD ve koalisyon güçlerine karşı alışılagelmiş silahlarla ve gerilla taktikleriyle saldırmak yerine daha çok bomba yüklü araçlar kullanılarak gerçekleştirilen intihar saldırısı eylemleri yaptılar. Ocak 2006’da Irak El Kaidesi Irak’ta savaşmakta olan Sünni grupları bir çatı altında toplamak için Mücahidin Şura Konseyi adı altında şemsiye bir organizasyon kurdu. Örgüt saldırılarını ve eylemlerini Ekim 2006’ya kadar bu konseye atfetti.
2006-2010
Zerkavi, 7 Haziran 2006’da ABD tarafından düzenlenen bir hava saldırısında öldürüldü. Ekim 2006’da Irak’taki Mücahidin Şura Konseyi, Sünni militan örgütleri ve Irak aşiretleri Ebu Ömer el Bağdadi’ye biat etti ve Irak İslam Devleti ilan edildi. 2007 yılında ise Irak İslam Devleti (IRİD) savaş bakanı Ebu Eyyub el Mısri’nin de içinde olduğu 10 kişilik bir “bakanlar kurulu” oluşturuldu. 18 Nisan 2010’da ABD ve Irak güçlerinin Tikrit kentinde gerçekleştirdiği ortak operasyonla Ebu Ömer el Bağdadi ve Ebu Eyyub el Mısri öldürüldü. Bu tarihten sonra Ebu Bekir el Bağdadi emir, Ebu Abdullah el Hasani’de emir yardımcısı olarak örgütün başına geçti.
Suriye savaşı ve IŞİD
Mart 2011’de başlayan Suriye krizine yaklaşık 6 ay sonra Irak İslam Devleti’nin (IRİD) desteğiyle dahil olan Nusra Cephesi, El Kaide’nin Suriye kolu olarak kabul ediliyor. Nusra lideri Ebu Muhammed el Culani, Irak El Kaidesi saflarında yıllarca deneyim kazandıktan sonra Suriye’ye gönderildi. Irak İslam Devleti lideri Ebu Bekir el Bağdadi ise, 9 Nisan 2013’te bir açıklama yaparak Nusra’nın IRİD tarafından kurulduğunu, finanse edildiğini ve desteklendiğini belirtti. Bu doğrultuda sınırlarına Biladü’ş-şam’ı da katan IRİD, Nusra ile birleştiklerini ilan etti ve örgütün yeni isminin Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) olduğunu açıkladı. Nusra liderliğiyse, Suriye’de savaşırken, Bağdadi’den yardım aldıklarını, geçmişte Irak’ta IRİD ile birlikte savaştıklarını söyledi ancak bağlılığının Bağdadi’ye değil, El Kaide lideri Eyman el Zevahiri’ye olduğunu açıkladı.
Haziran 2013’te Zevahiri yazılı bir açıklamayla her iki lidere de birleşmenin karşısında olduğunu ve iki grup arasındaki tansiyonu düşürmek ve sorunu çözmek için bir elçi tayin ettiğini duyurdu. (Zevahiri’nin elçisi, Ahrar’uş Şam komutanlarından Ebu Halid es Suri 23 Şubat 2014’te uğradığı saldırı sonucu öldürüldü. Diğer cihatçılar IŞİD’i sorumlu tuttu.) Aynı ay içerisinde Bağdadi sesli bir mesaj yayınlayarak Zevahiri’nin emrine karşı çıktığını ve birleşmenin gerçekleşeceğini ilan etti. Zevahiri de, Nusra’dan yana bir tavır takınarak, IRİD’in Suriye’den çekilmesini istedi. Bunu reddeden Bağdadi, IŞİD olarak hem Irak’ta hem de Suriye’de faaliyet göstermeye başladı. IŞİD, diğer cihatçı grupların etkin olduğu Suriye’nin kuzeyindeki bölgelere yönelik saldırılar başlattı, silah ve savaşçı ihtiyacını ise Türkiye ile Irak üzerindeki hattan karşıladı. Nusra’yla yaşanan ayrışma ile birlikte bu örgütteki cihatçıların bir kısmı; özellikle Libya, Tunus ve Körfez ülkelerinden gelen savaşçılar, IŞİD’e geçtiler. Mayıs 2013’te ise IŞİD’i güçlendiren bir gelişme yaşandı. Daha çok Orta Asya ve Kafkasya’dan gelen savaşçıların oluşturduğu, Ömer el Şişani’nin liderliğindeki Muhacirin ve Ensar Ordusu, IŞİD ile birleştiğini açıkladı.
Temmuz 2013’te Irak’taki Ebu Gureyb Hapishanesi’ne bir operasyon düzenleyen IŞİD, burada çok sayıda örgüt üyesi mahkumu serbest bıraktı. Irak’ta başta başkent Bağdat olmak üzere Şiilerin yoğun olduğu bölgelere yönelik intihar saldırıları da artmaya başladı. Daha da önemli bir gelişme ise Kasım 2013’te Suriye’nin Rakka kenti IŞİD’in kontrolüne geçti.
IŞİD Irak’ta ilerliyor, Suriye’de ‘cihatçı savaşı’ başlıyor
Irak’taki saldırılarını sıklaştıran IŞİD, Ocak 2014’te Anbar vilayetine bağlı Felluce’yi ve Ramadi’nin bir kısmını kontrolü altında aldı. 3 Ocak 2014’te Felluce’de ‘İslam Devleti’ ilan ettiğini açıkladı. Aynı günlerde Suriye’de IŞİD’in kontrolündeki bölgelere İslami Cephe ve Özgür Suriye Ordusu’na bağlı diğer cihatçı gruplar tarafından büyük bir saldırı başlatıldı. (1 Ocak’ta Kırıkhan-Reyhanlı yolu üzerinde Suriye’ye insani yardım taşıdığı söylenen İHH’ya ait bir TIR içerisinde askeri mühimmat, hücum yelekleri, elektronik cihazlar ile bazı yaşam malzemeleri bulundu. Cihatçılar arası savaş, Cilvegözü Sınır Kapısı karşısında İslami Cephe kontrolündeki Bab el Hava’ya yapılan bu sevkiyattan sonra başladı.)
Rakka’da ‘İslam devleti’ kuruldu
5 Ocak’ı 6 Ocak’a bağlayan gece İslami Cephe öncülüğündeki cihatçı koalisyon, Rakka’da IŞİD’i kuşatma altına aldı, yoğun çatışmaların ardından IŞİD’in ana karargahını ele geçirdi. İslami Cephe, IŞİD’in Tel Ebyaz, Etarib, Atme, Dane, Menbic, Carabulus ve Halep’teki birçok kontrol noktasını alırken, İslami Cephe bileşenlerinden Kürt İslam Cephesi de Halep’te Hüllük, Bustan el-Başa, Bustan el-Rız mahallelerini ele geçirdi. Bu saldırıların ardından Irak’tan gelen destekle toparlanan IŞİD karşı saldırıya geçti. 12 Ocak’ta Rakka merkezini, 14 Ocak’ta ise vilayetin tamamını ele gecirdi. 20 Şubat’ta da Rakka’da ‘İslam Devleti’ kurduğunu ilan etti. Ayrıca buradaki Hıristiyan halktan zorla ‘cizye’ adı altında vergi almaya başladı. Aynı günlerde, Akçakale Sınır Kapısı’nın tam karşısında yer alan Tel Abyaz’ı da ele geçiren IŞİD, Türkiye’ye komşu oldu. Bu süreçte Türkiye sınırındaki Cerablus kasabası da IŞİD kontrolüne geçince, örgütün kontrolündeki sınır kapısı sayısı ikiye çıktı.
IŞİD Karakozak’ı aldı, türbe krizi başladı
13-14 Mart tarihlerinde IŞİD, Türkiye’nin yurtdışındaki tek toprağı olan ve Suriye’nin Halep kenti sınırlarında bulunan Süleyman Şah Türbesi’nin bulunduğu Karakozak Köyü ve çevresini kontrol altına aldı. Türkiye sınırına 35 kilometre uzaklıktaki Karakozak’ın yakınlarındaki türbe çevresinde yaşanan bu gelişme üzerine sınırda konuşlanmış TSK birlikleri teyakkuz duruma geçirildi. Konuya dair açıklama yapan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Birtakım radikal grupların Suriye’nin kuzeyindeki bu boşluğu doldurma çabasına girip oradaki terör faaliyetlerini yoğunlaştırdıklarını” ve “Terör faaliyeti yürüten bu gruplarla rejim arasındaki işbirliği olduğunu” söyledi.
27 Mart tarihinde ise Dışişleri Bakanı Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in katılımıyla düzenlenen ‘gizli toplantı’nın, ses kayıtları yayınlandı. Suriye’ye yönelik askeri müdahale planları konuşulduğu kayıtlarda Davutoğlu, “Başbakan, ‘bu (Süleyman Şah Türbesi) bir imkan gibi değerlendirilmeli bu konjoktürde’ dedi” ifadelerini kullanırken, Hakan Fidan buna cevap olarak, “Gerekirse Suriye’ye dört adam gönderirim. Türkiye’ye 8 füze attırıp savaş gerekçesi üretirim, Süleyman Şah Türbesi’ne de saldırtırız” dedi.
IŞİD, Kürtlere saldırıyor
21-31 Mart boyunca süren çatışmaların ardından IŞİD, Haseke iline bağlı Nusra ve İslami Cephe kontrolündeki önemli petrol bölgesi Markadah’ı ele geçirdi. Sıklıkla el değiştiren bu bölge 31 Mart’tan bu yana hala (haziran ayı itibariyle) IŞİD’in kontrolünde. IŞİD, 24-25 Mart’ta Ayn el Arap – Tel Abyaz hattında Kürt yerleşimlerine ve YPG’ye yönelik saldırılar başlattı. Her iki tarafında kayıplar verdiği çatışmalarda, özellikle IŞİD’in aralarında Türkiyeli cihatçılarında olduğu 20’ye yakın savaşçısı öldürüldü. Irak’a yönelik taarruzu öncesi nisan-mayıs aylarında Batı (Rojava) Kürdistan’a yönelik saldırılarını arttıran IŞİD ile YPG arasında yoğun çatışmalar yaşandı. Şimdilerde, Ayn el Arap bölgesindeki Herab Eto, Tel Abyaz çevresindeki Kandariyah, Kandal, Baghajak, Jamis ve Hajjaziyah’ta, Resulayn çevresindeki Furaysah, Dehma, El Raviyah, Henzir Til ve Tileliye bölgelerinde IŞİD ile YPG güçleri arasında düşük yoğunluklu çatışmalar devam ediyor.
IŞİD’in taarruzu, Musul’un düşüşü
Yaklaşık bir yıldır Irak’taki konumunu güçlendirmek için atılımlarda bulunan IŞİD, özellikle Suriye sahasında kazandığı deneyimi Irak sahasına aktarmada hiç zorluk çekmedi. Bu hazırlığını 2014 başlarında Anbar vilayetinde gerçekleştirdiği operasyonlarla Felluce’ye ve Ramadi’nin bir kısmına yayabilen IŞİD, başka cihatçı gruplardan farklı olarak ele geçirdiği bölgelerde ‘İslami Devlet’ ilan ederek yönetme işine girişti. Bu sayede dünyanın dört bir yanındaki cihatçılar için öncelikli tercih haline gelen IŞİD’e destek arttı.
Haziran ayı itibariyle Irak’ın Ninova vilayetinde Musul’un çeşitli bölgelerine yönelik saldırılar başlatan IŞİD güçleri, 10 Haziran’da havaalanı, hapishane ve hükümet binaları gibi stratejik yerleri ele geçirdi. IŞİD ayrıca ele geçirdiği Musul Merkez Bankası’ndaki 420 milyon dolara el koydu.
Körfez ülkelerinden gelen bağışlar ile Suriye’nin Rakka ve Deyrizor bölgelerinde ilkel yöntemlerle çıkarılan petrolün kontrolü altındaki iki sınır kapısından Türkiye’ye satılması IŞİD’e zaten önemli bir gelir oluşturmakta iken, Merkez Bankası’nın da ‘boşaltılması’ örgüte hatırı sayılır bir zenginlik kattı. Türkiye’nin Musul’daki Konsolosluğu’na baskın düzenleyerek aralarında Başkonsolos’un da olduğu 49 kişiyi rehin aldı. Musul’un Geyara ilçesindeki termik santrale mazot götüren 31 Türkiyeli şoförde IŞİD tarafından rehin alınmış durumda.
IŞİD’in ilerleyişinin sebepleri
İlk olarak, Saddam döneminden kalan Baas çizgisindeki grupların IŞİD’e olan desteği Musul’un alınması hususunda ön plana çıkıyor. Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin döneminde Irak Ordusu’nda görev yapmış subaylar ile erlerden oluşan ve Saddam’ın yardımcısı İzzet İbrahim el Duri liderliğindeki Nakşibendi Ordusu, Musul kentinin ele geçirilmesi operasyonunda IŞİD ile birlikte hareket etti. Saddam döneminden kalma füze ve ağır silahlara sahip olan Nakşibendi Ordusu, Musul’un birçok mahallesini kontrolü altında tutuyor.
Diğer önemli sebep ise IŞİD’in savaş taktiği. Örgüt, alışılagelmiş silahlar ve gerilla taktikleriyle saldırmak yerine yüzlerce kilo patlayıcı madde yüklü araçlar (Genellikle kamyon veya kamyonetler) kullanarak intihar saldırıları gerçekleştiriyor. İntihar saldırıları sonrasında ise vur-kaç taktiği yerine operasyon yaptıkları bölgeyi kuşatma altına alarak birçok yönden saldırı altında tutmaları rakipleri karşısında avantaj sağlıyor. Irak Hava Kuvvetleri’nin etkin uyguladığı hava saldırılarıysa en zayıf noktası olarak dikkat çekiyor. (Bağdat yönetimi bu yüzden ABD’den IŞİD’e yönelik hava saldırısı talebinde bulunuyor.)
Peki, ABD’nin 25 milyar dolar (belki de daha fazla) para harcayarak oluşturduğu, eğitim verdiği ve modern silahlar-teçhizatlar ile donattığı Irak Ordusu neden Musul’dan kaçtı?
Irak’ta ekonomik zorluklar karşısında orduya yazılan paralı askerlerin, ülkedeki toplumsal dokuya darbe vuran mezhepçiliğin ortaya çıkardığı IŞİD karşısında ‘savaşmak’ yerine ‘kaçmayı’ tercih etmesi daha gerçekçi bir durum gibi görünüyor. Musul’u ele geçirip Bağdat yönünde ilerleyen IŞİD, Beyci ve Tikrit’i rahatça geçerek Samarra önlerine geldiğinde, burada Irak Ordusu’ndan çok Şii milisler tarafından durdurulabildi. Öyle ki 14 Haziran’da Irak Başbakanı Nuri el Maliki Samarra kentinde orduya yaptığı konuşmada, “Yerlerini terk eden askerler derhal yerlerine dönmek zorundalar, aksi takdirde idamla cezalandırılacaklardır.” diyerek ordu içerisindeki vahameti gözler önüne serdi.
Örgüt, Felluce’de uyguladığı yerleşme faaliyetlerini Musul’da da uygulayarak gerçekleştireceği saldırıya zemin hazırladı. Kentte etkin yeraltı faaliyetleri içinde olan örgütün bölgede topladığı vergiler ve Sünni aşiretlerle olan bağlantıları da kendisine avantaj sağladı. Bu yüzden Sünni nüfusun önemli bir kısmı kenti terk etmedi.
IŞİD’in rehin aldığı binlerce Iraklı asker arasından sadece Şii olanları katletmeleri, Irak’taki asıl hedeflerini Kerbela ve Necef kentleri olarak açıklamaları, Biladü’ş-şam ve Mezopotamya topraklarında büyük bir mezhep savaşını körüklüyor. Siyasal, ekonomik ve sosyal çöküntüyle boğuşan Maliki yönetiminin IŞİD’in Şii-Alevi karşıtlığı ekseninde tırmandırdığı savaş karşısında Şii hattını güçlendirmesi mezhep savaşı olasılığını artırıyor.
Bunun somut örneği ise Şii dini lider Ayetullah Ali Sistani’nin IŞİD’e karşı savaş çağrısı, başta Maliki olmak üzere İran, Irak, Lübnan ve Suriye hattındaki Şii gruplar tarafından kabul gördü ve binlerce Şii, Irak’taki kutsalları için IŞİD’e karşı savaşacaklarını açıkladı.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.