AKP hükümeti bir buçuk yıldır süren çatışmasızlık ortamını hem istismar etmekte, hem de yanıltıcı sözlerle toplumun beklentilerini geçiştirmeye çalışmaktadır. Karakol, baraj ve askeri amaçlı yol yapımlarını hızlandırması istismarın en somut ifadesidir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin çatışmasızlık sağlayarak, hatta gerillayı sınır dışına çıkarma iradesini göstererek Kürt sorununun çözümünde adım atılmasını sağlayacak bir ortam yaratmasına rağmen AKP hükümetinin […]
AKP hükümeti bir buçuk yıldır süren çatışmasızlık ortamını hem istismar etmekte, hem de yanıltıcı sözlerle toplumun beklentilerini geçiştirmeye çalışmaktadır. Karakol, baraj ve askeri amaçlı yol yapımlarını hızlandırması istismarın en somut ifadesidir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin çatışmasızlık sağlayarak, hatta gerillayı sınır dışına çıkarma iradesini göstererek Kürt sorununun çözümünde adım atılmasını sağlayacak bir ortam yaratmasına rağmen AKP hükümetinin hiçbir şey yapmadığı halde “çözüm süreci iyi gidiyor” demesi toplumu yanıltma amaçlıdır.
Eğer demokratik siyasal çözüm arayışı anlamında bir süreçten söz edilecekse bu, 1993 yılındaki ateşkesten bu yana vardır. Hatta Kürt Halk Önderi’nin 1988 yılında Mehmet Ali Birand’la yaptığı röportaj böyle bir süreci başlatmak anlamına gelmekteydi. Kürt Halk Önderi ve Özgürlük Hareketi’nin tutumları açısından bir demokratik çözüm iradesi ve bu yönlü süreçten söz etmek mümkündür. Zaten Kürt Halk Önderi’nin konumu her zaman bu pozisyondadır. Ancak mevcut durumda “Bir çözüm süreci var mı” denilirse somut olarak karşılıklı bir sürecin varlığından söz etmek mümkün değildir. Kürt Halk Önderi ve Özgürlük Hareketi’nin sürdürdüğü çatışmasızlık ortamı dışında işlevsel bir süreç yoktur, sadece bir çatışmasızlık vardır. Dolayısıyla bir çözüm süreci var demek toplumu ve demokrasi güçlerini aldatmaktan başka bir anlam taşımamaktadır.
Beşir Atalay “çözüm süreci iyi gidiyor” derken, güya en makul AKP’li olarak gösterilen Numan Kurtulmuş “Gerekirse zehir içeriz” demektedir. Kürt Halk Önderi ve Özgürlük Hareketi karşısındaki konumlarını böyle ifadelendiriyorlar. Kürt sorununun çözümü için atılan her adımın Türkiye’nin sorunlarına bir ilaç gibi geleceğini söylemeleri gerekirken, hala “zehir içmekten” söz etmeleri bir zihniyet değişimi içinde olmadıklarını ortaya koymaktadır. Sayın Kurtulmuş bilmeli ki, Kürt sorunundaki her adım zehir içmek değildir, aksine kendi içlerindeki zehri akıtmalarıdır, zehirden kurtulmalarıdır.
Devlet ve toplum bu yaklaşımlarla çözüme hazırlanamaz. Bu tür yaklaşımlar devlet ve toplum içindeki Kürt düşmanı çevreleri daha fazla meşrulaştırmaktadır. Erdoğan her gittiği yerde tek millet, tek vatan, tek bayrak, tek devlet ve tabii ki tek dil diyerek Türkiye toplumundaki şovenist algıları pekiştirmekte ve somutlaştırmaktadır. Her gün tek tek denilen yerde tabii ki devlet ve toplumun demokratik siyasal bir çözüme hazırlanması düşünülemez. Aksine Tayip Erdoğan bu söylemleriyle Kürt Özgürlük Hareketi ve demokrasi güçlerinin devleti ve toplumu siyasal çözüme hazırlama çabalarını ve yaratılan uygun zemini boşa çıkarmaktadır ve toplumu şovenizme şartlandırmaktır. Toplum zehirlenmektedir, topluma zehir içirilmektedir.
Kürt halkı, AKP’nin bir çözüm politikası olmadığını, aksine Kürt Halk Önderi ve Özgürlük Hareketi’nin samimi çabalarını kötüye kullandığını görerek karakol, baraj ve askeri amaçlı yol yapımına karşı çıkmaktadır. Özellikle Licê ve Colemêrg halkı karakol ve barajlara karşı tepkisini süreklileştirmiş bulunmaktadır. Karakol ve askeri amaçlı yollar askeri işgal ve Kürt halkı üzerindeki baskı araçlarını tahkim etmek anlamına gelmektedir. Barajlar ise askeri saldırılar ve katliamlardan daha tehlikeli ve kapsamlı bir soykırım politikasıdır. Barajlar mevcut haliyle karakollardan yüz kat daha fazla Kürdistan ve Kürt düşmanı sonuçlar yaratan bir karakterdedir. Karakolların etkileri sınırlandırılabilir, ama barajların yaratacağı sonuçları gidermek ve önüne geçmek mümkün değildir. Halk da bu gerçeği anladığı için şimdi barajlar karşısında mücadelesini yükseltmektedir.
Kuşkusuz halkın karakollar ve bu barajlara karşı tepkisi birkaç ilçe ve şehirle sınırlı kalmamalıdır. Tüm Kürdistan’a boydan boya yayılmalıdır. Hiçbir karakol ve barajı kabul etmemeli ve meşru görmemelidir. Türk devleti şimdiye kadar karakol ve baraj yapımını engelleyen halka sert davranmıştır. Böylece halkın demokratik tepkilerle kültürel soykırımcı sömürgeciliğe karşı mücadele etme kültürü kazanmasını engellemeye, hatta bastırmaya çalışmaktadır. Bu tutumlarıyla ne Kürt Halk Önderi’nin ne toplumun demokratik siyasal anlayışla yürüteceği çaba ve mücadeleye tahammül etmeyeceklerini göstermişlerdir.
Kürt Halk Önderi’nin Newroz açıklamasından sonra karakol ve baraj yapımının durdurulması gerekirken bu bile sağlanamamıştır. En aptal insan da bilir ki, Kürt Halk Önderi ve Özgürlük Hareketi çatışmasızlık sağlamayı ve gerilla güçlerini geri çekme iradesini ortaya koymayı Kürt sorununun çözümünde adım atılmasını sağlamak için yapmıştır. Bunu anlamamak, anlayıp da gereklerini yapamamak AKP hükümetinin karakterini netleştirmiştir. Bu açıdan karakol ve baraj yapımlarına karşı mücadele çok haklı ve meşru mücadeledir. Kürt halkı hiçbir yerde karakol, baraj ve askeri amaçlı yolları yaptırmamalıdır. Bu yönlü mücadelesiyle demokratik siyasal mücadele kültürünü geliştirmelidir.
Tabii ki gelinen aşamada sadece bu tür eylemlerle Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu’nun siyasal gerçeğine cevap verilemez. Türkiye’de köklü dönüşümler sağlatacak eylemlere ihtiyaç vardır. Türkiye ve Kürdistan’daki demokratik eylemliklerin birleşerek Türkiye geneline yayılacak hale gelmesi gerekmektedir. Demokratik eylemliliklerin parçalı sürmesi ne Türkiye’de ne Kürdistan’da sonuç alınmasını sağlar. Aslında HDP projesi bir yönüyle de Türkiye ve Kürdistan’daki demokrasi mücadelesini ortaklaştırma ve bir hedefe yöneltme projesidir. Halkımız ve demokrasi güçleri HDP projesini böyle anlamaktadır.
Bazı çevrelerin eylem olursa, mücadele olursa süreç bozulur gibi yaklaşımları Kürt Halk Önderi ve Özgürlük Hareketi’nin başlattığı çatışmasızlık ve İmralı’da süren diyalogun karakterinden hiçbir şey anlamadıkların göstermektedir. Mücadeleyle bozulacak bir süreç yoktur, aksine Kürt Halk Önderi’nin düşündüğü süreç ancak mücadeleyle gelişebilir. Zaten bir buçuk yıldır önemli bir gelişme olmadıysa bunun nedeni mücadelesizlik ve mücadele edilirse süreç bozulur anlayışıdır. Bu anlayış değişip mücadele çizgisi hakim kılınmadığı taktirde AKP hükümetinin çözümsüzlük politikası sürer ve bunun sonu da şiddetli çatışmalardır.
Şöyle olursa, böyle olursa süreç bozulur demagojisi Kürt Halk Önderi’nin ve Özgürlük Hareketi’nin öngördüğü süreci geliştirmez. Bu söylem, AKP hükümetinin çözümsüzlük diline ve bu yönlü yürüttüğü psikolojik savaşa hizmet etmektedir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.