“Kaza”, “kader”, “bu işin fıtratında var”… Başbakan’ın ölümleri normal göstermek için, 19. yüzyılın sonlarındaki ve 20. yüzyılın başındaki büyük kayıplı maden felaketlerini örnek göstererek, üstelik yine bir gazeteciyi azarlayarak yaptığı konuşmayı izledik. Günümüz Türkiye’sini gururla mukayese edebildiği tek yer 19. yüzyıl İngiltere’si! En ufak bir üzüntü, utanma belirtisi yok. Ölenlerden, garibandan yana hiçbir sözcük yok, […]
“Kaza”, “kader”, “bu işin fıtratında var”… Başbakan’ın ölümleri normal göstermek için, 19. yüzyılın sonlarındaki ve 20. yüzyılın başındaki büyük kayıplı maden felaketlerini örnek göstererek, üstelik yine bir gazeteciyi azarlayarak yaptığı konuşmayı izledik. Günümüz Türkiye’sini gururla mukayese edebildiği tek yer 19. yüzyıl İngiltere’si! En ufak bir üzüntü, utanma belirtisi yok. Ölenlerden, garibandan yana hiçbir sözcük yok, öldürenleri, iş verenleri, onun ortağı olan düzeni, düzenin başına kurulmuş olan hükümetini pişkince aklama çabası var.
Daha önce Zonguldak’ta 30 ölüme sebep olan iş cinayetinde ne dediyse onu tekrarlıyor. “Takdir-i ilahi”. Bu kelime, bu ülkenin tiranları için bir copy-paste’dir. Yahu bu Allah kimin Allah’ı ki, üç kuruş para için yüzlerle ölmeyi hep yoksullara lâyık görüyor?! Böyle büyük “kazalar” neden hep bizim gibi zengin-yoksul arasındaki makas farkının bu denli açık olduğu, adaletin hiç uğramadığı, işçi mücadelesinin, sendikal gücün zayıf olduğu ülkelerde oluyor?
Peki biz neden, iş cinayetlerinde Avrupa’da şampiyon, dünyada ise bronz madalya sahibiyiz, neden?
Başbakanın, bakanların ağzından buna dâir, Türkiye’nin büyük işçi katliamı tarihi için söyleyecek tek bir sözleri yok. “Olur böyle şeyler” diyorlar. Dua edilmesini istiyorlar ve sabır diliyorlar. Hâlbuki ölenler için Papa da dua ediyor, İsrail de, İran da sabır dileyebiliyor. Devletin başında olanların üzerine düşen sorumluluğun bundan fazlası olsa gerek.
Burjuva medya ise, olaya hükümet nasıl yaklaşıyorsa aynen öyle yaklaşıyor. Enerji bakanı üç haneli sayıları resmi olarak açıklamasa sabaha kadar “17 ölü” diye haber yapmayı sürdürecekler. Televizyona çıkan satılmış “bilir kişi”ler, en iyi bildikleri işin kolay yoldan para kazanma olduğunu 75 milyona açık seçik gösteriyorlar, hükümete, iş verene toz konduran yok: “Bu iş böyle riskli bir iş”. Bir kişi de “uzman”a “Memleketi, Çin’le, Hindistan’la karşılaştırmanın doğru olduğunu düşünmüyorum. Almanya’da, İngiltere’de kazalarda son on yılda kaç işçi öldü? Türkiye’nin bu rakamları gerçekten normal mi?” diye soramıyor.
Resmi rakamlar şu ana dek 245 insanı yitirdiğimizi bildirdi. Yine resmi rakamlara göre hâlâ içeride olan işçi sayısı üç haneli rakamlarla ifade ediliyor ve bu insanların hiçbiri muhtemelen sağ değil. Dünya tarihinin en büyük facialarından biriyle karşı karşıyayız.
İçeride kaç işçinin olduğunun saatlerce açıklanamamış olması, sigortasız çalışanlar gerçeği, taşeronlaştırma zulmü ise ülkemizin ayrı bir kaderi tabii, bunu da yaldızlı medyada deşen yok.
Hükümetin, iş verenin ne kadar da tedbirli olduğunu göstermek için yırtındığını herkes görüyor, AKP ile şirketin ilişkisi de kısa sürede ortaya çıktı. Bugün ölen madencilerin, patronlarının zorlamasıyla seçim sürecinde Erdoğan’ı selamladığı da.
Bütün ülke yasta ve isyanda, olayı takip eden dünya ise şokta. Başbakan ise güzel otopsi yöntemlerinden, Kur’an okutmaktan filan bahsediyor.
Türkiye’de iş cinayetlerinde günde ortalama dört işçinin ölüyor olması bir yana, dünya tarihinin en büyük iş cinayetlerinden ikisi de bu topraklarda gerçekleşti: 7 Mart 1983: Zonguldak-Armutçuk 103 işçi ölümü. 3 Mart 1992: Zonguldak-Kozlu 263 işçi ölümü. Dün Soma’da yaşanan katliamın sonuçları ise bu iki felaketten de büyük olacak gibi. Yani, bu büyük felaketlere rağmen, daha da büyük bir felaket.. Ders almak yok, özür dilemek, önlem geliştirmek yok, istifa yok, boyun eğme yok. Meydan okuma, zulmü hoş gösterme ve kadercilik telkini var.
Türkiye: Bir ucuz ölümler atlası. Depremlerde on binlerce insanını toprağa veren, iş cinayetlerinde yılda ortalama 926 işçinin ocağının söndürüldüğü -ki son 10 senede ortalama 1.100 oldu- bu ülkede tüm vehamet geldiğimiz 21. yüzyılda bile -akrabalarımız Mars’ta su ararken yani- kader, kısmetle açıklanıyor, devlet, tevekkülü öneriyor. Bu öneriyi makul bulmayanlara ise devletin cevabı ülkenin dört bir yanında -ve evet Soma dâhil- : cop, gaz, tekme, asker, polis, özel harekâtçı…
Evet, oligarşi tüm imkânlarını yine mazlumlar için seferber etmiş durumda.
Tevekkül, yani kadere boyun eğme. Bu ölümler bizim kaderimizmiş kardeşlerim. Bizim kaderimiz ekmek yiyebilmek için, çocuklarımızı okutabilmek için, emekli olduktan sonra bile ölümün soğuk nefesini ensemizde hissederek 1.000-1.600 lira arası bir maaşa çalışmak. Kaderimiz bu, hepimiz veya hepimizin en azından bir yakını ya depremde; ya madende göçük altında ölümü bekleyecek. Bu, milyonlarca garibana ev sahipliği yapan bu ülkenin tıynetinde var. Allah, er ya da geç, olabilecek en adaletsiz ve en ucuz şekilde hepimizin canını alacak. Öyle diyecekler; “Allah’ın takdiri”. Gelin görün ki, Budist ya da Şintocu (animist) olan, yani monoteist bile olmayan Japonya’da 7’nin üstündeki depremlerde veya iş cinayetlerinde ölenlerin sayısı bizimkilerle karşılaştırılamayacak seviyede düşük.
Bu en mütevekkilimizin bile kafasını karıştırıyor olmalı.
Başbakan’ı dinlediniz değil mi?
Soma’daki maden ocağıyla ilgili, katliamdan kısa süre önce mecliste verilmiş önergeyi “meclisi oyalamak için sunulmuş bir şey” diye yorumluyor. Öyle ya, insan hayatından daha önemli gündemleri var onların: Rant! Erdoğan, üstüne bir de ekliyor; “zaten önergenin içeriğinde Soma yok, sadece başlığında var”. Gözümüzün içine baka baka yalan konuşuyor.
Başbakan’ın bu açıklaması var olan birikmiş öfkeyi daha da kabarttı ve büyük bir patlamaya sebep oldu. Soma’da şiddetle protesto edilen, “kâtil”, “hırsız”, “istifa” sözleri ilk defa bu kadar yakından suratına çarpılan Başbakan, korkudan soluğu bir markette aldı. Resmi aracındaki plaka sökülüp, arabanın içine alındı.
Sizce de bu meşruiyet yitiminin en açık göstergesi değil mi?
Peki ya Başbakan’ı protesto edilirken izlediğinizde yüz ifadesinin size anlattığı his ne oldu? Utanç? Hak verme? Af dileme?.. Tabii ki hayır, onun suratına yerleşen ifadede korku ile öfke arasında ve güçlü bir küçümsemeyi de açık eden bir duygu durumundan başka hiçbir şey izleyemedik yine.
“Memlekette genç ölümler yok, savaşı durdurduk, huzur getirdik” diyorlar. Savaş olmayan memlekette son on yılda on binden fazla işçinin iş cinayetlerinde ölmesi hangi “olmayan savaş”ın istatistiğidir?
Bu ülkede bir savaş var!
Bu ülke, tüm kürede süren emek-sermaye savaşının en büyük cenk meydanlarından biridir, sermayenin büyük bir üstünlük kurduğu… İbreyi ezilenden yana çevirmek için de düşmanın en çok korktuğu şeyi başarabilmek gerekiyor: Roboski’den, Reyhanlı’dan, Gezi’ye, Gezi’den de Soma’ya bir ayaklanma bağı kurmak…
Soma’da yakınlarını kaybeden insanlarımıza hayata tutunabilme gücü diliyorum.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.