Çalışma Bakanlığı’nın düzenlediği 7. Uluslararası İş Sağlığı ve Güvenliği Konferansı İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde başladı
Çalışma Bakanlığı’nın düzenlediği 7. Uluslararası İş Sağlığı ve Güvenliği Konferansı İstanbul Haliç Kongre Merkezi’nde başladı
Konferansa, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, DİSK Genel Başkanı Kani Beko, KESK Genel Başkanı Lami Özgen’in de aralarında olduğu çok sayıda kişi katıldı.
Konferansta konuşma yapan DİSK Genel Başkanı Kani Beko ve KESK Genel Başkanı Lami Özgen, Çalışma Bakanı Faruk Çelik’e 1 Mayıs sonrasında yaptığı açıklamalardan dolayı tepki gösterdi. DİSK Genel Başkanı Kani Beko, “Sayın Bakan ‘Sendikacılık Taksim değildir’ dedi. Ancak unutulmamalı ki hukuk dışı, akıl dışı, vicdansız baskılara biat ederek emek mücadelesi yürütülseydi, bugün Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı burada olamazdı.” dedi.
KESK Genel Başkanı Lami Özgen ise ”Öncelikle bu konferansın konusu ile ülkemizde yaşanan tablo arasındaki tezat duruma dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu tezatlığa tüm dünya en son 1 Mayıs’ta tanık olmuştur. 1 Mayıs’ta yaşananlar iktidarın insan hakları ve demokrasi konusunda olduğu kadar işçi sağlığı ve güvenliği konusunda da ne kadar samimi olduğunu gözler önüne sermiştir.” dedi.
DİSK Genel Başkanı Kani Beko, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunun, emek mücadelesinin en önemli bileşenlerinden biri olduğunu belirtti. Beko, “130 yıllık davamız olan 8 saatlik iş günü talebi bile bu kapsamda değerlendirilebilir. Bir yanda sermaye birikirken, bir yandan zenginlikleri yaratırken fiziksel ve ruhsal olarak tükenmek istemiyoruz” dedi.
1 Mayıs’ın 8 saatlik iş günü talebinin simgesi olduğunu vurgulayan Beko, şöyle devam etti: İşçi sınıfının uluslararası, birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak ilan edilen 1 Mayıs’ın, dünyanın dört bir yanında, Afganistan’da bile barış içinde kutlanırken, sadece Kamboçya ve Türkiye’de işçi ve emekçilerin devlet şiddetine maruz kaldığını söyledi.
Tüm dünyanın 1 Mayıs’ta hukukun, adaletin, tarihin, vicdanın ayaklar altına alan bir devlet terörüne tanıklık ettiğini kaydeden Beko, İstanbul’da belli bölgelerde adeta sokağa çıkma yasağı uygulandığını hatırlattı. İktidarın, “Taksim’de 1 Mayıs olmaz çünkü trafik sıkışır” açıklamaları yaparken, ulaşım hakkı gasp edilerek tüm İstanbul halkının evlere hapsedildiğini, evlerine, işlerine gitmek isteyenlerin dahi polis şiddetine maruz kaldığını söyledi.
Beko, Çalışma Bakanı Çelik’in 1 Mayıs’ın ardından “Sendikacılık Taksim değildir” dediğini hatırlattı, şunları söyledi: “Ancak unutulmamalı ki, hukuk dışı, akıl dışı, vicdansız, insanlık dışı baskılara biat ederek emek mücadelesi yürütülseydi, bugün Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bile olmazdı. Unutmayalım ki çalışma yaşamının belirli standartlara kavuşması için devletin sorumlu olması, emek hareketinin bağımsız mücadelesi ile sağlanmıştır. Yani bugün böylesi bir bakanlık varsa 1 Mayısları yaratanlar sayesindedir.”
Beko, Bakan Çelik’e, şu soruları sordu:
“Emeklilik yaşını 65 yaşa çıkartan, prim ödeme sürelerini yükselten, emekli aylığı bağlanma oranlarını aşağıya çeken hükümetleriniz değil mi? İş Kanunu ile sermayenin arzuları doğrultusunda iş güvencesinin kapsamını daralatan, tazminatları hafifleten hükümetiniz değil mi? İşçilerin fazla mesai hakkını ortadan kaldıran, çalışma sürelerini işverenlerin keyfiyetine göre haftalık 66 saatlik sürelere çıkartan hükümetiniz değil mi? Yasaları tanımayan uygulamalara imza atan, iş kanununun gerisindeki uygulamalara göz yuman hükümetiniz değil mi? İş cinayetlerine göz yuman, ölümler olduğunda ‘güzel öldüler’ diyen hükümetiniz değil mi? 12 Eylül ürünü sendikalar ve toplu sözleşme kanunları değiştirilirken Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine boyun eğip 30 ve altında işçi çalıştıran işyerlerinde sendikal güvenceyi ortadan kaldıran hükümetiniz değil mi? Barajları düşürüyoruz deyip, yetkili sendikaları yetkisiz hale getiren hükümetleriniz değil mi? Taşeronlaşmayı yaygınlaştırma amacıyla yargı kararlarına rağmen yasadışı taşeron ilişkisi geliştiren bizzat siz değil misiniz?
Bakanlığın iş kazalarına ilişkin açıkladığı verilerin doğru olmadığını belirten Beko, “2002-2005 yıllarında ortalama kayıtlı iş cinayeti sayısı 898 iken 2006-2012 yıllarında bu sayı 3’te 1 oranında artarak bin 223’e ulaşmış. Yani her üç iş cinayetine bir yenisi eklenmiş. Başarı diye sunduğunuz bu mudur?” diye sordu.
Bakan Çelik’in geçtiğimiz günlerde “sendikalar aidatları ile ne yapıyor” diye sorduğunu anımsatan Beko, şu yanıtı verdi: “Sayın Bakan, her yüz işçiden beşinin toplu sözleşme ile çalıştığını sanırım bilir. Bu beş işçiden alınan aidat ile yüz işçiye yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Peki neden sadece yüz işçiden beşinden aidat alınır? Sahip çıktığınız 12 Eylül yasakları, sendikal barajlar, yasal yaptırımların yetersizliği ile işçilerin toplusözleşme düzeninden mahrum bırakan başka bir ülkenin Çalışma Bakanlığı mı? Ne çabuk unuttunuz “sendikal haklar rekabet gücünü düşürür” dediğinizi? Ne çabuk unutuyorsunuz binlerce taşeron işçisinin sendikal haklarını yasadışı bir biçimde gasp ettiğinizi? Sayın Bakanım, önce mahkeme kararlarına uyun, sadece yüzde 5 değil tüm işçiler toplu sözleşme hakkından faydalansın, sonra aidatların nereye gittiğini sizden önce işçi sorar.”
Beko, işçi sağlığının en önemli unsurlarından birinin çalışma süreleri olduğunu kaydetti, Türkiye’deki bir işçinin AB ülkelerindeki bir işçiden haftada ortalama 12 saat fazla çalıştığını açıkladı. Her dört kişiden birinin haftalık 60 saatin üzerinde çalıştığına dikkat çeken Beko, 1 milyonu aşkın kişinin çalışmak dışında hiçbir şey yapma imkanı olmadığını söyledi. Beko, “Yani işçilerin yüzde 7’sinin hayatı çalışmaktan ibarettir. Bu korkunç bir tablodur. Bu tabloyu görmeden işçi sağlığından, iş güvenliğinden söz etmek mümkün değildir” dedi.
Taşeron sisteminin adeta yasaların kör noktası haline geldiğini kaydeden Beko,Yasal ihlallerin en çok kamuda gözlenmesinin ise bu hukuksuzluğun siyasal iktidarın bir tercihi olduğunu ortaya koyduğunu söyledi.Türkiye’de resmi rakamlara göre kayıtlı taşeron işçi sayısının 2002-2011 yılları arasında 387 binden 1 milyon 687 bine yükseldiğine işaret eden Beko, iş cinayetlerinin önemli kısmının taşeron firmalarda gerçekleştiğini kaydetti.
İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’na değine Beko, şunları söyledi: “Bu yasa kamusal bir hizmet anlayışıyla, iş kazalarını ve meslek hastalıklarını azaltmak ve sonrasında ortadan kaldırmak hedefiyle çıkarılmış bir yasa olmaktan uzaktır. Ülkemizde İş Sağlığı ve Güvenliği sistemi işlemez hale gelmiş, dolayısıyla çökmüş bir yapıdır.”
Beko, çalışma yaşamında yapılması gerekenleri şöyle sıraladı:
-Sendikal özgürlüklerinin alanın geliştirilmesi ve toplu sözleşme sisteminin yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Sendikalar ise bu alanı temel örgütlenme ve mücadele alanlarından biri olarak ele almak durumundadır.
-Taşeron ve güvencesiz üretim sisteminin tamamen yasaklanması ve/veya ciddi denetim ve sınırlama getirilmesi için yine samimi/etkin bir mücadele çabasının ortaya konulması gerekmektedir.
-Sağlık, güvenlik ve çevreyle ilgili özerk- demokratik bir kurumsal yapının oluşturulması gerekmektedir. Böylesi bir yapının, sendikalar, meslek odaları ve birlikleri ve üniversiteler ile oluşturulması için ısrarcı bir çabanın gösterilmesi gerekmektedir.”
KESK Genel Başkanı Lami Özgen, konferansın konusu ile Türkiye’de yaşananların tezat olduğunu söyledi ve ekledi: “Bu tezatlığa tüm dünya en son 1 Mayıs’ta tanık olmuştur. 1Mayıs’ta yaşananlar iktidarın insan hakları ve demokrasi konusunda olduğu kadar işçi sağlığı ve güvenliği konusunda da ne kadar samimi olduğunu gözler önüne sermiştir.”
Taksim yasağına değinen ve Bakan Çelik’in aidatlar konusunda söylediklerine tepki gösteren Özgen, şunları sordu: “Hükümetiniz, bakanlığınız, büyük bölümünü bizlerden aldığı vergilerin ne kadarını bizim refahımız için kullanıyor?
Hükümetiniz halkan, işçilerden, emekçilerden aldığı vergilerin ne kadarını gaz bombasına, biber gazına, miting alanlarını kapatan çelik duvarlara, ne kadarını iş cinayetlerinin önlenmesine harcıyor? Bir kısmını işçilerin aylık brüt ücretleri üzerinde kestiğiniz işsizlik fonunun ne kadarını işsizler için kullanıyorsunuz?
İşçilerin, emekçilerin, halkın sağlığını ve güvenliğini gerçekten düşünüyorsanız 1 Mayıs’ta yüzlerce insanın yaralanmasına yol açan binlerce gaz bombasını, biber gazını, zırhlı araçlardan insanların üzerine sıkılan ilaçlı suları, hastanelerin bahçesine kadar atılan gaz bombalarını, bu aymazlığa tepki gösteren vatandaşa yakın mesafeden plastik mermi sıkılmasını, neyle açıklıyorsunuz?
10 Şubat 2011 tarihinde Afşin-Elbistan’da göçük sonrası oluşan erezyonda toprak altında kalan 10 işçiden 9’unun bedenlerinin hala toprak altında olmasının utancı sendikalara mı yoksa Hükümetinize mi aittir?”
İş cinayetlerinde Türkiye’nin dünyada üçüncü, Avrupa’da ise birinci sırada olduğunu söyleyen Özgen, 2013 yılında sadece 89 çocuk işçinin yaşamını yitirdiğini söyledi. Özgen, “Bir ülkede hala gerekli önleyici tedbirlerin maliyet olarak görülmesinden kaynaklanan can kayıplarının adı iş kazası değil seri iş cinayetidir” dedi.
Özgen, iş cinayetlerinin sona ermesi için öncelikli olarak işçi sağlığı ve güvenliğinin ayrımsız tüm çalışanlar için bir hizmet değil bir hak olarak kabul edilmesi gerektiğini vurguladı. Bunun için tedavi edici sağlık hizmetlerine değil koruyucu ve rehabilite sağlık hizmetlerine öncelik verilmesi gerektiğini söyledi ve ekledi: “En önemlisi iş cinayetlerine davetiye çıkaran kayıt dışı çalışma, sendikasız -taşeron-kuralsız çalışma engellenmeli, çocuk işçiliğine son verilmelidir. İşçi sağlığı ve iş güvenliği hizmetlerinin maliyet arttırıcı gereksiz bir harcama olarak görülmesinden vazgeçilmelidir. Asıl sorun iş kazalarının önlenemez olması değildir. Çok sınırlı maddi kaynak ayrılarak yerine getirilebilecek önlemlerin bile alınmamasıdır. Bunun için sayın bakana başında bulunduğu bakanlığın temel görevinin sendikal mücadele verenleri hedef göstermek değil çalışanların hak ve özgürlüklerini savunmak ve korumak olduğunu tekrar hatırlatmakta fayda görüyoruz.”
Sendika.Org