ABD nükleer silahlanmanın yayılmasına karşı fakat buna son vermek için askeri güç kullanma tehdidini kullanma kabiliyetine artık sahip değil. Bugüne kadar nükleer silahlanmayı durdurmuş olan ülkeler artık bu durumu tekrar gözden geçiriyor ABD ve İran, İran’ın nükleer silah edinmesi ihtimali üzerine yapılan ciddi müzakerelerin ortasında. Bu müzakerelerde bir formül üzerinde uzlaşılma ihtimali düşük görünüyor, çünkü her iki ülkede […]
ABD nükleer silahlanmanın yayılmasına karşı fakat buna son vermek için askeri güç kullanma tehdidini kullanma kabiliyetine artık sahip değil. Bugüne kadar nükleer silahlanmayı durdurmuş olan ülkeler artık bu durumu tekrar gözden geçiriyor
ABD ve İran, İran’ın nükleer silah edinmesi ihtimali üzerine yapılan ciddi müzakerelerin ortasında. Bu müzakerelerde bir formül üzerinde uzlaşılma ihtimali düşük görünüyor, çünkü her iki ülkede de uzlaşmaya şiddetle karşı çıkan ve olası herhangi bir anlaşmayı sabote etmek için fazlaca çaba gösteren etkin güçler bulunmakta.
ABD ve batı Avrupa’nın standart görüşüne göre esas mesele, güvenilmez olarak kabul edilen bir ülke olan İran’ın silah elde ederek İsrail ve genel olarak Arap Dünyası üzerinde hâkimiyet kurmasının nasıl engelleneceği. Aslında pratikte mesele tam olarak bu değil. Eğer elinde silah varsa bile, İran’ın bu nükleer silahı kullanma olasılığı nükleer silah sahibi diğer on ülkeden düşük görünüyor. Ve İran’ın hırsızlığa ve sabotaja karşı korumak için kullandığı silahların kapasitesi muhtemelen çoğu ülkeden daha yüksek.
Esas mesele biraz farklı. İran’ın nükleer bir güç olmasını engellemeye çalışmak bir seti bir parmakla engellemeye benzer. Eğer parmak çekilirse taşkın olur. Korkulan şey eğer parmak çekilirse olacaklar; çok kısa bir süre sonra nükleer silah sahibi güçler dünyada on tane olmakla kalmaz, yirmi ya da otuza çıkabilir. Bunu açıkça anlamak için nükleer silahların tarihini gözden geçirmek gerekir.
Hikaye İkinci Dünya Savaşı’nda ABD ve Almanya arasında diğer ülkeler üzerinde kullanmak amacıyla atom bombası geliştirmek için yaşanan şiddetli rekabet sırasında başladı. Şimdilik Almanya pes etti ve başarılı da olamadı fakat ABD daha avantajlı durumda idi. Bu noktada iki şey gerçekleşti. ABD ve Sovyetler Birliği, Potsdam görüşmesinde Almanya’nın pes etmesinden üç ay sonra yani bu 8 Ağustos’ta Sovyetler Birliği’nin Japonya’ya karşı savaşa girmesi üzerinde uzlaştı. Ve ABD 16 Temmuz’da, Almanya’yla savaşın sona ermesinden sonra, ilk nükleer patlamayı denedi.
6 Ağustos’ta (Sovyetler Birliği’nin Japonya’ya karşı savaşa gireceği taahhüdünden iki gün önce) ABD Hiroşima’ya atom bombası attı. Sovyetler Birliği 8 Ağustos’ta sözünü yerine getirdi. Bu bombalamanın bir defaya mahsus bir seçenek olmadığını kanıtlamak için ABD, 9 Ağustos’ta Nagazaki’ye ikinci bombayı attı.
Bu bombalar neden atıldı? Resmi açıklamalar bu bombalamaların savaşı oldukça kısalttığı üzerineydi. Ve böyle de yapmış olabilir. Bunu bilmenin bir yolu yok. Fakat aynı zamanda bu bombalamaları, ABD’nin Sovyetler Birliği’ne bir güç gösterisi denemesi olarak algılamak da mantıklı geliyor. İlginç zamanlama bu varsayımı güçlendirmekte.
Daha sonra ne oldu? Savaş zamanı vaatleri nedeniyle ABD bazı teknik bilgileri hemen İngiltere ile paylaştı. Sonra bunu, dünya çapında nükleer silahları yasaklayacak bir uluslararası anlaşma yapma girişimi izledi. Bu girişim başarısız oldu. 1949’da Sovyetler Birliği kendi patlamasını ateşledi ve ikinci nükleer güç haline geldi. 1952’de İngiltere de bir silah patlattı ve üçüncü oldu.
Eski bir üçleme olan “Büyük Üçlü” güçlerinin listeyi böyle sonlandırması gerekiyordu. Fakat Fransa önemli bir güç olma iddiasını sürdürmeye karar verdi ve 1960’ta bir bomba patlattı. 1964’ta Fransa’ya Çin katıldı. 1971’de Çin Halk Cumhuriyeti’nin Çin’in yerine geçmesinden sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin hepsi nükleer silahlara sahipti.
Bir kez daha silahlara sahip olanlar listeyi kendileriyle kısıtlamaları gerekiyordu. Şüphesiz bu yolda programları olan ve zamanla nükleer kulübe üye olmayı başaracak on ila yirmi ülke bulunuyordu. Beş nükleer güç Nükleer Silahları Sınırlama Anlaşması (genellikle NPT olarak kısaltılır) adında bir anlaşma geliştirdiler. Anlaşmada bir takas önerildi. İmzalayan devletler beş nükleer gücün iki şeye; kendi pozisyonlarında bu türden silahların miktarını azaltacaklarına ve nükleer gücün sözüm ona barışçıl kullanımları için gerekli olan maddi kaynağı nükleer olmayan güçlere sağlamaya söz verdikleri takdirde nükleer silah geliştirme isteklerinden vazgeçeceklerdi.
Bir ölçüde anlaşma oldukça başarılı idi. Neredeyse bütün ülkeler anlaşmayı imzaladı ve nükleer program uygulayanların neredeyse hepsi programı kaldırdı. Diğer yandan, NPT’nin kullanışlılığını sınırlayan iki şey ortaya çıktı. Birincisi, anlaşmayı imzalamayı reddeden ya da imzalayıp daha sonra vazgeçen ülkelere yapılabilecek pek bir şey yoktu. İmzalamayı reddeden ve daha sonra bomba patlatan birtakım ülkeler vardı: Hindistan 1974’te, İsrail 1979’da, Pakistan 1998’de ve Kuzey Kore 2008’de (Kuzey Kore’nin başarılı nükleer silah denemesi 2006’da ilan edilmişti; -Sendika.Org’un notu). Buna ek olarak İsrail bilgilerini ortağı Güney Afrika ile paylaşmıştı. Ve Pakistan diğer ülkelere bilgi ve silah satmaya başladı.
İkinci olumsuz sonuç sözüm ona barışçıl kullanım için verilen bilgilerin nükleer silah yapmaya (oldukça hızlı bir şekilde) dönüştürülemeyeceğinden emin olmak teknik açıdan son derece zor. Temel teknik mesele zenginleştirilmiş uranyum ve plütonyumun ve çift kullanımlı olarak adlandırılan teknolojinin silah geliştirmede faydası. IAEA esasen ülkelerde barışçıl kullanım olanaklarını yaymak için 1957’de oluşturuldu. Fakat daha sonra bilginin kötüye kullanımına karşı idari önlemeler alarak bir şekilde karşıt bir rol oynamaya başladı. 1993’te yanlış kullanımı denetlemede Uluslararası Atom Enerji Kurumu’nun yetkisini artırmak için daha fazla güç vadeden, “ek protokol” kabul edildi fakat en az elli ülke protokolü imzalamayı reddetti. Ek protokol sadece daha önce imza atmış ülkeler tarafından imzalandı.
ABD gücünün gerilemesi bütün bu konuları tekrar açtı. Öyle görünüyor ki ABD nükleer silahlanmanın yayılmasına karşı fakat buna son vermek için askeri güç kullanma tehdidini kullanma kabiliyetine artık sahip değil. Bu nedenle, daha önce çatışmalarda ABD ordusuna güvenen ya da iç politikalarına ABD’nin müdahalesinden çekindiği için nükleer silahlanmayı durdurmuş olan ülkeler artık bu durumu tekrar gözden geçirmeye hazır. Japonya başbakanı Shinzo Abe’nin son demeçleri açıkça bu durumu vurguluyor. Ve tabi ki yerel yayılma olasılığı yüksek. Eğer Japonya bu yönde ilerlemeye devam ederse Kuzey Kore, Avusturalya ve hatta Tayvan’a bile yayılabilir. Hem Mısır hem de Suudi Arabistan bu doğrultuda tepki verirler, İran ve Türkiye de. Ve Brezilya ve Arjantin çok da uzakta olmayabilir. Hatta Avrupa’da İsveç, Norveç ve İspanya ve muhtemelen Hollanda programlar başlatabilir. Ve Sovyetler Birliği’nin eski nükleer alanları olan Belarus, Ukrayna ve Kazakistan tekrar başlatmak için gerekli bilgiye sahip.
Yani, eğer İran ve ABD arasında bir anlaşma sağlanmazsa setin önündeki küçük engel kalkacaktır. Bu zor görüşmelerin tehlikesi de budur.
15 Nisan 2014
[Binghamton.edu’daki İngilizce orijinalinden Pınar Atalay tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.