Cevabı en başta verelim. Fark eder!* “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”, “Bu daha başlangıç mücadeleye devam”, “İsyan devrim özgürlük”, “Faşizme karşı omuz omuza”… Bu sloganlar Gezi’yle birlikte çokça telaffuz edildi; süreci, görevleri, tarzı, yenilenmeyi ifade etmeleri açısından da hemen herkes tarafından benimsendiler. “Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” veya “Müzik değişti dans da değişir” dendikten […]
Cevabı en başta verelim. Fark eder!*
“Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”, “Bu daha başlangıç mücadeleye devam”, “İsyan devrim özgürlük”, “Faşizme karşı omuz omuza”… Bu sloganlar Gezi’yle birlikte çokça telaffuz edildi; süreci, görevleri, tarzı, yenilenmeyi ifade etmeleri açısından da hemen herkes tarafından benimsendiler.
“Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” veya “Müzik değişti dans da değişir” dendikten sonra her şeyi eski yapılarla, eski biçimler ve içeriklerle yapmaya çalışmak; Türk düğünlerindeki gibi hangi müzik çalarsa çalsın üçayak oynamaya benziyor**. Toplumsal muhalefetimizin örgütlerinde de yeni müziğe eski dansla eşlik etmeye çalışma durumu ne yazık ki küçümsenecek boyutlarda değil.
Haziran İsyanı Türkiye çapında toplumda ciddi dönüşümler yaratarak geriye çekilip, sola önemli dersler ve ödevler bırakırken; siyasal iktidara da toplumdaki devrimci dinamizmin gücünü ve kendisi için taşıdığı tehlikeleri göstermiş oldu. Kendi örgütüm açısından “Gezi’den öğrenmek” ve taşıyıcısı olmak önemli bir ev ödevi oldu. Gezi’yi anlamak ve taşıyıcısı olmak açısından bir ölçü olacaksa Haziran’ın hemen ardından Dikmen’de süren direniş, 100.Yıl/ODTÜ direniş süreci, Tuzluçayır Direnişi, Hatay/Armutlu direnişi, Kuzey Ormanları’nı savunmaya dönük mücadeleler ve Türkiye’nin diğer yerlerinde süren irili ufaklı yeni tarzdaki mücadelelerin hepsinde bu ödevi layıkıyla yapmaya çalıştık. Gezi’den ne anladığımıza dönük eleştirilerin, bizim için öğretici ve ilerletici olması açısından bu deneyimleri de gören bir kapsamda yapılmasının daha isabetli olacağını da geçerken belirtelim. Haziran’ın toplum üzerindeki etkilerinin göstergelerinden iki tanesi bile değişimin etkilerini göstermeye yeter. Birincisi İstanbul’da metroya para vermeden binen bir gencin gördüğü şiddet üzerine başta İstanbul ve Ankara’da olmak üzere dört bir yanda turnikeden atlama ve benzeri tepki eylemlerinin yaygın olarak gerçekleşmesi; ikincisi ise Sarıyer’de kaybolan küçük Pamir için yaşanan seferberlik.
Elbette ki Haziran’dan en ciddi dersleri çıkaranların başında AKP (aslında Recep Tayyip Erdoğan) gelmektedir. Rejimi diktatörlüğe doğru ilerletmek için düzen içi muhalefeti, temsil mekanizmalarını bu doğrultuda dönüştürmek yeterli olmuyor; toplumun içinden (aşağıdan) demokratik direnç mekanizmaları harekete geçiyor. Bu mekanizmaların dağıtılması lazım. İktidar kapışmalarını egemen sınıflar içi bir mesele haline getirebilmek için toplumun siyasete müdahale araçlarının, olanaklarının elinden alınması gerekiyor. Haziran İsyanının kazandırdıklarının çalınması, dejenere edilmesi, yok edilmesi, itibarsızlaştırılması lazım. Bu açıdan iki kritik nokta göze batıyor. Birincisi RTE’nin açıkça ilk büyük yenilgisini aldığı Taksim’in yok edilmesi (unutturulması, ele geçirilmesi, dönüştürülmesi vb ne yapılabiliyorsa yapılması), ikincisi Gezi’yle yenilenmiş özgür muhalefet biçimlerinin bastırılması, yeniden biçimlendirilmesi, bariyerler arasına alınmasıdır***.
Haziran’dan sonra eylemlerin alanları, zamanları, biçimleri, örgütlenişleri olumlu yönde değişimler geçirdi ve yenilendi. Herhangi bir izne tabi olmadan parklarda forum yapmak, gece eylemleri yapmak, kentlerin merkezi meydanlarını meşru eylem alanları haline getirmek (hatta bu alanlar olmadığında kitleler itibar etmiyor), kent meydanlarını kentler üzerindeki kamusal hegemonyanın simgesi olarak kodlamak. Bunların her biri başlı başına önemli kazanımlardır.
1 Mayıs’a giderken meydanların anlamı
Taksim, ayakların başa güreşmesidir ve Tayyip Erdoğan’ın yenilgisidir. Suratına yediği sillenin izleri hala duruyor. Taksim’i yok saymak istiyor, çünkü orası sokağın zaferi, diktatörlüğün yenilgisidir. Bir yoldur, içtihattır!
Şimdi AKP, özgür eylem tarzını ortadan kaldırıp, bariyerler arasına sıkıştırmak üzere harekete geçmiş durumda. Taksim’de yaşadığı yenilgiyi başka türlü ortadan kaldırması mümkün değil. İçinde emek örgütleri de olmak üzere solun İstanbul 1 Mayıs’ını Taksim’de yapma kararlılığı faşizmin bu emelini boşa çıkartmak kadar sokağın özgüveni açısından da değerlidir.
Ankara’da ise Taksim’e her saldırı Kızılay’dan yanıtlandı. Kızılay’a halk nezdinde anlamını veren 1 Haziran günü yüreğinin ve bileğinin hakkıyla burayı faşizmin işgalinden kurtaran Ethem Sarısülük ve ölümü göze alan binlerdir. Ancak Haziran’dan beri sayısız kere toplumsal muhalefetin Kızılay-Güvenpark Alanını kullanmasına karşın sendika ve meslek odaları temsilcileri 1 Mayıs için kitlelerin istemlerini hatta itirazlarını göz ardı ederek Sıhhiye’ye başvuru yapmakta ısrar etmektedirler. Oysa 11 ay boyunca Kızılay Meydanı hem Gezi süreci inisiyatifleri tarafından hem de kendi üyeleri tarafından kullanıldı. Bu kesimlerin ezici bir çoğunluğu Kızılay’da 1 Mayıs talep etmelerine rağmen kurum temsilcileri tartışmaya bile tahammül edememişlerdir. 1 Mayıs’ın ve Geziyle bağlantısının politik önemi üzerine ortaklaşılmış bir dizi ön kabul varken, ayrıca izahata gerek yok sanırım.
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, sol Türk İş gibi mi olacak?
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve olmuyor da zaten. Elde ettikleri temsiliyetleri kitlelere sormadan karar alma aracı haline getirmek artık kolay olmuyor. Geleneksel örgüt temsilcilerinin kararlarını, kendi dışında kalan farklı, yerel ve çoğul inisiyatiflere dayatması artık pek kolay olmuyor; tartışılıyor, sorgulanıyor, itiraz ediliyor ve en önemlisi alternatifi ortaya konabiliyor. Ancak ne yazık ki toplumsal muhalefetin geleneksel yapılarının temsilcileri yeniye kapalı oldukları kadar eleştiriye de kapalı olduklarından önerilen yolları, yöntemleri, dostane eleştirileri husumetle algıladıklarından, hatalarını düzeltmek yerine hata üzerine hata ekliyorlar. Çünkü hata yapmış olma olasılıklarını dahi akıllarına getirmiyorlar.
Bunun başka bir vahim örneğini yine Ankara’da (anlam vermekte zorlandığımız) Sıhhiye ısrarında gösterdiler. İstanbul Taksim 1 Mayıs’ını provoke eden Türk İş komiteye alınmakla kalınmadı, açıklama da Türk İş’in Genel Merkez binasında, Türk İş temsilcisi tarafından okundu. Belli ki topluma bir mesaj verilmek isteniyor ama verilen mesaj ne, alınan mesaj ne anlamakta zorlanıyoruz.
Evet, başa dönersek Gezi öğretmiştir ki; omuz omuza olmak iyidir ama illa ki “faşizme karşı omuz omuza” olmak; artık yeni müziğe göre ayak değiştirmek, yitmekte ve gelmekte olanı anlamak; mücadeleyi kesintisiz devam ettirmek ve iktidarın odağına yoğunlaştırmak, uzlaşmamak lazım. Gezi’den ders çıkartalım ama Gezi bizi yanıltmasın; her zaman kitleler Gezi’deki gibi ‘öncü’nün önüne geçmezler (geçseler ve öncüye ihtiyaç olmasa ne iyi olurdu). İçimize sinmeli ki kitlelerin içine sinsin, biz inanmalıyız ki kitleler inansın, biz göze almalıyız ki kitleler göze alsın, biz yapmalıyız ki kitleler yapsın. Sol Gezi’nin taşıyıcısı olduğunu ve sloganın “mücadeleye devam” kısmını unutmamalıdır.
* Alan fetişizmi gibi suçlamaları geçtiğimiz yıllardaki 1 Mayıs, Taksim-Kadıköy tartışmalarında yeterince tükettiğimiz için girmeyi gerekli görmüyoruz. İsteyen sendika org arşivinden ulaşabilir.
** Çok yaygın görülen bir durumdur ve işin komik tarafı yeni müziğe göre oynamaya kalkışanlar da yadırganıp halay dışı bırakılarak eski usul devam edilir.
***1980 sonrasında -üniversite öğrencilerinin korsan eylemleri başta olmak üzere- özgür eylem biçimleri süreç içerisinde yerini sıkı denetimlere tabi yasal mitinglere ve basın açıklamalarına bıraktı. Mitinglerin yeri, konusu, pankartları, atılacak sloganları, katılımcıları, konuşmaların içeriğine varana kadar denetlenmekteydi. Süreç içerisinde bu durum hafiflese de asıl olarak Haziranla birlikte durum değişti ve eylemler ‘özgürleşti’.
Samut Karabulut
Halkevleri Genel Başkan Yardımcısı
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.