Türkiye’de ilk kez bu düzeyde kapsamlı bir tarzda seçim hilelerinden bahsedilmesi dikkat çekiyor. Ankara ve Urfa başta olmak üzere birçok il ve ilçede sonuçları doğrudan etkileyecek hilelerin yapıldığı tahmin ediliyor. Daha çok genel seçim havasında geçen yerel seçimlerin politik olarak analiz edilmesi önümüzdeki sürecin kavranması bakımından önemlidir. Gecen haftaki yazımda 30 Mart seçimlerinden sonraki olası […]
Türkiye’de ilk kez bu düzeyde kapsamlı bir tarzda seçim hilelerinden bahsedilmesi dikkat çekiyor. Ankara ve Urfa başta olmak üzere birçok il ve ilçede sonuçları doğrudan etkileyecek hilelerin yapıldığı tahmin ediliyor.
Daha çok genel seçim havasında geçen yerel seçimlerin politik olarak analiz edilmesi önümüzdeki sürecin kavranması bakımından önemlidir. Gecen haftaki yazımda 30 Mart seçimlerinden sonraki olası gelişmeleri ele almıştım. Erdoğan’ın “balkon konuşması” vurguladığım temel noktaları doğrular nitelikte oldu. Bu bakımdan Türkiye’nin politik geleceğine dair çok yönlü gelişmeler gündeme gelecektir. Türkiye’nin iç dengeleri önümüzdeki süreçte çok daha netleşecektir.
Seçimler, hemen herkes için farklı politik sonuçlar doğurdu denebilir. Ortaya çıkan sonuçların sosyo-politik olarak çok yönlü analiz edilmesi zorunludur.
30 Mart seçimleri siyasal partiler açısından ne gibi sonuçlar doğurdu? Seçimin galiplerinden bahsetmek gerekirse MHP ve BDP olarak tanımlamak mümkün.
MHP, 1999 yılından bu yana ilk kez % 15’i aştı. Bu aynı zamanda MHP’nin kendi doğal tabanına kavuşması olanak tanımlanabilir. Kayseri ve Yozgat gibi birkaç il dışında MHP geçmişte güçlü olduğu illerde belediye başkanlıklarını kazandı. Uzun zamandır AKP’ye giden tepki oyları yeniden MHP’ye döndü denebilir. Bahçeli uzun yıllardan beri MHP’yi genel olarak sokaktan uzak tutarak politik olarak alternatif bir güç haline getirmeye çalışıyor. AKP’nin gerilemesinden en çok yararlanacak partinin MHP olacağı biliniyor. Cumhurbaşkanlığı ve 2015 genel seçimlerinde ortaya koyacağı politik refleks Türkiye’nin iç politik dengelerini belirleyebilmeye aday olan MHP’nin en büyük açmazı ise İstanbul, İzmir, Ankara gibi stratejik kentlerde oy oranının oldukça düşük olmasıdır.
BDP’nin almış aldığı oy oranı düşük gibi görünse de, politik hedef ve kazanımlar bakımından önemli etkiler yaratacak sonuçlar elde etti denebilir. BDP’nin Kürt coğrafyasında mevcut belediyelerinin sayısını artırması, Kürt halkının genel politik eğilimini ortaya koydu ve Özgürlük Hareketi’nin izlemiş olduğu ‘barış’ sürecine destek verdiğini gösterdi. BDP’nin özellikle üç büyük şehir belediyesini kazanmış olması da devletin kabul etmek zorunda kalacağı “Avrupa Özerklik Şartı” bakımından önemli bir işlev görecektir. BDP ve HDP’nin toplam oy oranı yaklaşık olarak % 6,3 civarındadır. Bu potansiyel BDP’nin özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kilit parti olacağını gösteriyor.
Ayrıca AKP’nin Kürt ilerinde almış olduğu oy oranları kesinlikle küçümsenmemelidir ve ciddi bir uyarı olarak görülmelidir. Diyarbakır’da BDP’nin oylarında yaklaşık yüzde 12 oranında bir düşüşün yaşanmış olması sorgulanmalıdır. Henüz yeni kurulan bir parti olmasına rağmen HUDA-PAR’ın da Kürt coğrafyasında belli bir toplumsal tabana sahip olduğu ortaya çıktı. Özellikle Diyarbakır’da yaklaşık olarak yüzde 5 civarında oy alması küçümsenmemelidir.
BDP’yi taklit etmekten kurtulamayan HDP’nin batıda rolünü esasen oynamadığı, toplumun ezilen kesimlerini kucaklayamadığı ve bu alanda ciddi sıkıntılar yaşayacağı anlaşılıyor. Hem HDP’nin hem de diğer devrimci grupların politik durumunu analiz etmek bir başka yazının konusu olmakla birlikte, ortaya çıkan tablo, bugünkü politik güç ilişkilerinde ortalama muhalif bir güç olmadıkları ve uzun süre olamayacaklarını ortaya koyuyor.
30 Mart seçimlerinin CHP’deki yansımaları çok daha kapsamlı bir analizi zorunlu kılmakla birlikte bu yazı içerisinde birkaç noktaya dikkat çekmekte yarar var. AKP’ye karşı Gülen Cemaati ile ortak bir ittifak oluşturan CHP’nin seçim stratejisi bütünüyle çöktü. Mevcut veriler dikkate alındığında, Cemaat tabanından CHP’ye gelen ciddi bir oy potansiyeli olmadığı gibi CHP’nin geleneksel tabanı da olumsuz yönde etkiledi. İzmir, İstanbul, Ankara gibi mega kentler dışında ciddi bir varlık gösteremeyen CHP, onlarca ilde yüzde 5’in altında oy oranları aldı. Esasen toplumun elitleşmiş kesimlerin partisi haline gelen CHP, özellikle Bakırköy, Kadıköy, Beşiktaş, Şişli, Konak ve Çankaya gibi üst-orta gelir gruplarının yaşadığı merkezlerde önemli bir oy potansiyeline sahip bulunuyor. Bir bakıma geleneksel Türk tekelci sermaye gruplarının tercihi haline gelen bir CHP gerçeğiyle karşı karşıyayız.
Ankara ve İstanbul’dan birisini kazanmayı hedefleyen CHP’nin her ikisini de kaybetmesi (Ankara halen tartışmalı görünse de) sistem içerisinde alternatif bir güç olma olasılığını negatif yönde etkileyecektir. Hem toplumun ihtiyaçlarına yanıt veren politikalar oluşturmada hem de sosyal örgütlenme modelleri bakımından toplum gerçeğinden soyutlanmış ve Kemalist-devletçi çizgiden kopamayan CHP’nin sosyal tabanının esasen Alevilerden oluştuğu bir kez daha netleşmiş durumda.
Bu seçimlerde önemli bir beklenti içine giren ama umduğunu bulamayan CHP’de politik kriz ön plana çıkabilir. Özellikle ulusalcı-milliyetçi kanat Kılıçdaroğlu’na karşı yeni bir alternatif oluşturmaya yönelebilir. Kılıçdaroğlu’nun liderlik vizyonuna yönelik eleştirilerin artması, Baykal’ın yeniden CHP liderliğine aday olması istemine karşılık Kılıçdaroğlu-Sarıgül ittifakı gündeme gelebilir.
17 Aralık operasyonundan bu yana geçen süreçte ortaya çıkan politik krizin AKP’ye nasıl yansıyacağı herkesin merak ettiği bir konuydu. Yüzde 40’ların altına düşmeyeceği tahmin edilen AKP’nin aldığı oy oranı bir başarıdır ve bundan Erdoğan’ın özel bir rolü bulunuyor. AKP veya Erdoğan’ın seçimlerdeki ‘başarısının’ çok yönlü analiz edilmesine ihtiyaç var. Türkiye’nin politik geleceğini belirlemede önemli bir misyon biçilen bu seçimlerin ortaya çıkardığı politik tablonun Erdoğan ve AKP bakımından neyi ifade ediyor.
Bunu birkaç noktada özetlemek gerekirse;
Birincisi, AKP’nin % 43 civarında oy almasında; AKP’den çok Erdoğan’ın kişisel başarısının önemli bir rolü bulunuyor. Balkon konuşması sırasında bütün ailesini çıkartıp sorunu kişiselleştirdi ve ailesi olmadan aslında AKP’nin bir anlam ifade etmeyeceği mesajını aynı zamanda AKP’nin lider kadrosuna vererek kendisine daha çok itaat edilmesini istedi. Ayrıca rüşvet yiyen bakanları yanından ayırmayarak onları koruyacağını gösteren Erdoğan, bu iç politik dengeyi 2015 genel seçimine kadar devam ettirecektir.
AKP gücünü önemli oranda korumasa da bu Erdoğan’ın her istediğini yapacağı anlamına gelmez. Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçim dikkate alındığında politik kriz devam edecektir. Ankara ve İstanbul gibi stratejik şehirlerin AKP’nin elinde kalması, Erdoğan için psikolojik bir motivasyon oluşturabilir ancak politik denklemin bütünü ele alındığında sürecin kolay olmayacağı açıktır.
İkincisi, Erdoğan psikolojik üstünlüğü sağladı ama politik manevra alanı sanıldığı gibi genişlemedi. Örneğin politik geleceğini nasıl şekillendireceğine dair bir karar vermiş değil. Cumhurbaşkanı olmak istemesine rağmen, Gül üzerindeki uzlaşıyı devam ettirebilir. Çünkü Cumhurbaşkanlığı’nın sadece bir istem veya lider güçlülüğü olmanın ötesinde içten ve uluslararası alanda bir konsensüse bağlı olacağı biliniyor. Erdoğan’ın uluslararası vizyonu cumhurbaşkanlığı konusunda ciddi soru işaretleri oluşturuyor. Ayrıca, yetkileri sınırlandırılmış bir cumhurbaşkanlığı Erdoğan’ın düşündüğü bir görev alanı değildir.
Üçüncüsü, Erdoğan ve ekibi kafasına eseni yapma noktasında çok daha dikkatli olacaktır. Küresel sermayenin Erdoğan algısı negatiftir ve Erdoğansız bir çözüm arayışları devam edecektir. Erdoğan bu gerçeğin farkındadır. Bu bakımdan küresel güçlerle nispeten daha uyumlu bir politikayı sürdürmeye çalışarak özellikle 2015 yılı seçimlerine daha az sorunla girmek istiyordur. Bu bakımdan dışarıdan gelen eleştiri ve önerilere karşı daha dikkatli bir politika izlemeye çalışacaktır. Aksi takdirde aldığı oy oranının pek bir öneminin kalmayacağını biliyor.
Dördüncüsü, Erdoğan, Twitter, Youtube gibi sanal medya iletişim aygıtlarına yönelik yaptırımları kısa sürede kaldırarak küresel sermaye güçleriyle normalleşme mesajını verecektir. Türkiye ciddi ekonomik sorunlarla karşı karşıyadır. Hareket halindeki sermayeden ciddi bir düşüşün meydana gelmesi, küresel sermayenin sabit yatırımlarının önemli oranda daralması ve şirketlerin ülkeyi terk etmeye başlaması, cari açıklar, özellikle finans-bankacılık ve inşaat sektöründeki durağanlık eğilimlerinin toplumun günlük yaşamına yansıma, toplumsal çelişkileri derinleştiren önemli faktörlerden biri olacaktır. Bu bakımdan küresel sermaye ile ilişkiler konusunda çok daha hassas olacaktır. Ben istediğimi yaparımdan çok esnek ve uyumlu bir politikaya yeniden dönmesi kaçınılmaz gibi görünüyor.
Dördüncüsü, AKP-ordu-Silivri-diğer İslamcı cemaatler ittifakı, cumhurbaşkanlığı seçimlerini etkileyebilir. Bu ittifak konjonktüreldir, herkes bu gerçeğin bilincindedir. Özellikle ordunun politik eğilimi ittifaka yön verecektir. Ordunun Kürt sorunu gibi kırmızı çizgileri AKP ile olan uzlaşı ittifakın yönünü belirleyecektir. Erdoğan, politik dengelerdeki kırılganlığın 2015 seçimlerine kadar devam edeceğinin farkındadır. Pentagon ile generaller arasında bir kısım görüşmelerin başladığını ve ordunun yeniden ‘durumdan vazife çıkartma’ gibi misyon üstlenebileceği gibi bir olasılığın gündeme gelebileceğini görüyor. Bu bakımdan ordu ile kurduğu ittifakı tavizler vererek devam ettirecektir.
Beşincisi Erdoğan, Cemaat ile olan ilişkileri çok daha keskinleştirerek, İslami gruplar arasında bir saflaşmayı yarattı. Böylelikle Erdoğan’dan yana olanla, Gülen’den yana olanların çatışmasını ve saflaşmasını yarattı. Elindeki iktidar olanaklarını kullanarak Gülen Cemaati’ni İslam dışı bir örgüt olarak görüp, özellikle ekonomik gücüne saldırarak tasfiyesini sağlamaya çalışacaktır. Bunun en üst noktası, Gülen’i “uluslararası terör örgütü lideri” olarak ilan edip Interpol tarafından aranmasını sağlamaktır. Ancak Erdoğan’ın bunu başarma şansı pek bulunmuyor.
ABD, çok açık bir şekilde Gülen’den yana tutum aldı. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Marie Harf: “Bu beyefendi Pensilvanya’da yaşıyor olsun ya da olmasın, Türk hükümetinin Twitter’ı yasaklaması hala doğru değil. Türk hükümetinin kendileriyle aynı şekilde düşünmeyenler üzerinde baskı uygulaması hala doğru değil. Bu tür şeylerin, bir Türk vatandaşının Pensilvanya kırsalında yaşamasıyla bir ilgisi yok. Türkiye bir NATO müttefiki. Bu noktada açık olalım. Türkiye yakın bir NATO müttefiki. Her zaman her konuda anlaşamayabiliyoruz ama biz hiçbir zaman herkesle her konuda anlaşmıyoruz. Bu nedenle Pensilvanya’da yaşayan beyefendiyi unutun. Türk hükümetiyle ikili bir ittifaka sahibiz. Anlaşmazlığa düştüğümüz zaman bunu ifade ederiz. Aynı fikirde olduğumuz zaman da bunu dile getiririz.”
Erdoğan’ın seçim meydanlarında söylediği gibi Cemaat’in inine girme şansı bulunmuyor ve bu politik olarak bir anlam ifade etmiyor. Tersine Erdoğan, ABD’nin Gülen’i korumasındaki mesajı çok iyi anlıyor. Önümüzdeki süreçte özellikle cumhurbaşkanlığı için yeni bir uzlaşının gündeme gelmesi sürpriz sayılmamalıdır. ABD’nin Cemaat üzerinden Erdoğan’a yönelik sınırlı hamleler yaptığı ve ölümcül darbeleri vurmadığı biliniyor.
Altıncısı, AKP, milliyetçi tabanında belirli bir kayba uğradı. AKP’ye oy veren milliyetçilerin yeniden MHP’ye yöneldiği görülüyor. Erdoğan, Önümüzdeki iki seçimi dikkate alarak Kürt sorunun ‘demokratik çözümü ve müzakere’ için somut adımların atmasının tersine askeri saldırıları yeniden ön plana çıkartabilir. Bunu yeniden kazanmaya çalışacaktır. Balkan konuşmasında “Tek devlet, Tek bayrak, Tek Vatan” gibi argümanları kullanması önümüzdeki süreçte Kürt sorununu hangi bakış açısıyla ele alacağını gösteriyor. Yani, bugünkünden farklı olarak Kürt sorununun demokratik çözümünden yana bir politika izlemeyecektir. Bu durum Öcalan ile yürütülen görüşmeleri doğrudan etkileyecektir.
Yedincisi, AKP’nin bölgesel politikalarında belirli bir değişim gündeme gelebilir. Suriye ile savaş halinde olduğunu iddia etse de, bundan sonra savaş halini pratikleştirmesi oldukça zor görünüyor. Uluslararası güçlerin Suriye politikasının buna izin vermeyeceği çok açıktır. Rojava gerçeğini kabullenmeyen AKP, buralarda kontrgerilla güçlerini kullanarak iç kaosu derinleştirmeye yönelebilir.
Erdoğan, önümüzdeki süreçte Rusya ve Çin ilişkilerini çok daha güncelleştirecektir. Bu bakımdan Rusya ile çatışmamaya özen göstereceği kesin. Bunun Suriye yansıması da Esad yönetimi ile yeniden bazı arayışlara yönelmesini sağlayabilir. Bu olasılık zor gibi görünse de mümkündür.
Bugün oluşan tablo AKP’nin % 43, CHP’nin % 28 civarında oy almasının ötesinde, Türkiye’nin politik stratejisinin bütünlüklü olarak yeniden dizayn edilmesidir. Bu bakımdan önümüzdeki iki yıl içinde arka arkaya yapılacak olan seçimlerin sonuçları, Türkiye’nin 2023 stratejisini belirlemede önemli faktörler olacaktır.
Sonuçta, bütün politik güçler için12 yıllık bir dönem kapanıyor. Kapanırken iç, bölgesel ve uluslararası dengeleri kim nasıl belirleyecektir? Hiç kimse istediğini yapma şansına sahip değildir. Her dönemin kendisine özgü politik gelişmeleri olacaktır. Dört ay sonraki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde hiç tahmin etmediğimiz bir politik tablo ile karşılaşmamız mümkün. Bunu birlikte izleyeceğiz
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.