Ukrayna’da son gelişen durumu özetleyecek olursak, Kırım’da yapılan referandum sonrası Kiev hükümetinin referandum sonucunu tanımama ve Batı’nın yaptırım kararlarına rağmen, Rusya bölgedeki askeri güçlerini harekete geçirerek, Ukrayna’ya üsleri tek tek boşalttı. Buna mukabil Kiev’deki geçici yönetim ise durumu çaresizce kabullenerek kendi askerlerine geri çekilme emri verdi. Meselenin elbette burada kalacağını düşünmek yanıltıcı olacaktır. Rusya elde […]
Ukrayna’da son gelişen durumu özetleyecek olursak, Kırım’da yapılan referandum sonrası Kiev hükümetinin referandum sonucunu tanımama ve Batı’nın yaptırım kararlarına rağmen, Rusya bölgedeki askeri güçlerini harekete geçirerek, Ukrayna’ya üsleri tek tek boşalttı. Buna mukabil Kiev’deki geçici yönetim ise durumu çaresizce kabullenerek kendi askerlerine geri çekilme emri verdi.
Meselenin elbette burada kalacağını düşünmek yanıltıcı olacaktır. Rusya elde ettiği pozisyon üstünlüğünü sonuna kadar taşımanın yolunu arayacaktır. Hali hazırda Donetsk, Kaharkiv ve Odesa da gündeme gelen Rusya yanlısı gösteriler bölgenin yeni gelişmelere gebe olduğuna işaret ediyor. Rusya’nın Ukrayna sınırına askeri birlikler yığması da bu varsayımı destekliyor. Yani Rusya güç gösterisinin paralelinde, Kırım’dakine benzer durumları adını yukarıda saydığımız şehirlerde de organize ederek Ukrayna’nın Doğu’sunu tümden koparabilir.
Öte yandan geçtiğimiz hafta Moldova’nın Trans-Dinyester bölge* parlamentosunun Rusya’ya bağlanmak için başvurduğu açıklandı. Rusya ile hiçbir kara veya deniz bağlantısı olmayan bu bölgenin, Odesa’da Rusya’ya katılır ise böyle bir aralığa sahip olabileceği gözüküyor.
Moldova merkezi yönetimini bu gelişmelerin telaşlandırdığı görülürken, AB ile biran önce kalıcı bir ortaklık anlaşması imzalamanın yolunu arıyor.
İlk elde söylenebilecek olan şu, Rusya artık dünya siyasetinde ikincil rollerde oynamaktan sıkıldı, jön olmak istiyor. Rusya’nın askeri gücü, bölge ülkelerine Sovyetler Birliği zamanındaki ezici hegemonik ilişkiyi anımsatıyor. Aynı zamanda ABD ve Avrupa’nın bu konudaki politik yetersizliğinin yanısıra, Kırım gibi yerler için Rusya ile çatışmayı göze alamadıklarını da sergiliyor.
Rusya’nın şu an elde ettiği avantajın elbette Karadeniz havzasına yansımaları olacaktır. Mesela yakın zamanda bölgede Slav milliyetçisi akımların geliştiğine şahit olabiliriz. Ayrıca özellikle Gürcistan ve Ermenistan düşünüldüğünde Batı ile bu ülkelerin ilişkilerinde Batı’nın güç kaybı sergilemesi kaçınılmaz.
Türkiye’nin Kırım Tatarları’nın haklarının ihlal edileceği gerekçesi ile bu meseleye dahil olma girişimi sonuçsuz kaldı. Bunun en önemli nedeni AKP hükümetinin bu konudaki samimiyetsiz yaklaşımı oldu. BM nezdindeki girişiminde Kırım’ı, Tatarları tartışma gündemine sokmaya çalışırken, Türkiye’de olan biten sorulunca “o bizim iç meselemiz” yanıtının verilmesi bile kanımca bu samimiyetsizliğin sergilenmesinde yeterince gösterge olmuştur. Bu samimiyetten uzak tutumun bir diğer yansıması ise Tatarların yeni Kırım’da şimdilik kağıt üzerinde dahi olsa sahip olduğu ayrıcalıklı haklar. Bunların başında Tatarca’nın resmi dillerden biri olarak kabul edilmesinin yanısıra, Tatarca eğitimin varlığı sıralanabilir. AKP’nin sanırım bu konuda söyleyecek pek bir sözü yoktur. Son dönem seçim vb. gerekçelerin yanısıra herhalde gerçekten ne kadar tutarsız bir durumda olduklarını farketmiş olsalar gerek ki artık Tatarlardan bahsetmez oldular. Bu konuda tek dikkat çekici şey ülkemizdeki sağ basında ısrarla o toprakların, Kırım’ın bir zamanlar Tatarlara ya da Osmanlı’ya ait olduğunu gösterme çabası dikkat çekiyor. Buradan bir hak türetme derdine girmek zavalılıktan öte bir şeye işaret etmiyor. İnsanlığa Rus milliyetçiliği ve otokrasisinin yerine Türkiye’deki neo-liberal diktatörlüğü vaadeden bir zavalılık.
Diğer taraftan Kırım Tatarlarının hafta sonu Kiev’de düzenlenen mitingde Ukrayna’ya dönük olarak “tek devlet, tek millet” sloganına sarılmaları, tarihte çok çekmiş olan bu halkın belki de Rusya’dan ne kadar çok çekindiğinin bir göstergesi olabilir.
Öte yandan iç siyasette bir hayli sıkışan AKP’nin, Kürtlere karşı bir milli cephe açmak hesabı ile “Süleyman Şah Türbesi” piyesini oynamaya kalkma olasılığı gündemde.**Böyle bir saldırganlık gündeme gelirse ilk anlamı elbette barış sürecinin fiilen sonlanması olacaktır. Bunun Kürtler açısından çok boyutlu kolay onarılamayacak sonuçlar doğuracağı aşikar. Böyle bir durumda elbette kısa vadeli hesaplar peşinde olan AKP, muhalefet partilerini de yanına çekerek biraz daha ömrünü uzatabilir ama sadece biraz daha.
Öte yandan gündeme gelebilecek böyle bir trajik politikanın ne ABD-Suudi ittifakı ne de Rusya tarafından hoş karşılanmayacağını apaçık. Böyle bir politikanın maliyeti sadece Erdoğan’ın koltuğu kaybetmesi ile sınırlı kalmaz Türkiye açısından çok daha kapsamlı sonuçları olacaktır.
* http://tr.wikipedia.org/wiki/Transdinyester Merak edenler bu bağlantıdan Trans Dinyester hakkında bazı bilgiler edinebilirler. Wikipedia’daki yazılanların bir kısmının doğru olup olmadığından emin olmasak ta orak-çekiçli bayrakları ile ilk elden görünen bu bölgenin sanki Sovyetler Birliği’nin 70’li yıllarında yaşadığını söyleyebiliriz. Peki bu insanların Rus oligarklarının temsilcisi Putin ile ne işi olabilir? Bunun sorunun cevabının anahtarı sanırım Rus millliyetçiliğinin “kapsayıcı”lığında yatıyor.
** Bunun sadece bir tasarı olmayıp Erdoğan’ın kendine öncül kabul ettiği kişilerden olan Menderes’in benzer bir sıkışmışlık içindeyken 1957’de Suriye’ye “Sovyet yayımacılığını” gerekçe göstererek girmeye kalkışmasını anımsayalım. ABD’nin bu girişimi kabullenmemesi sonucu saldırı şükür ki uygulamaya konulmaz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.