İnsanlığın en temel duygusu korkudur. Hepimiz, doğduğumuz saniyeden itibaren aç kalmaktan, yalnızlıktan ve kabulgörmemekten korkar ve bunu engellemenin yollarını öğrenerek büyürüz. Beklentilerimizin gerçekleşmediği ve bezginleştiğimiz durumlarda, yarının bugünden daha güzel olacağını hayal ederek yaşam gücü buluruz. Hayat, ihtiyaçlar, duygular ve vaatler ekseninde döner. Pazarlama bu gerçeği çok iyi bildiği için, tüketicilere daha mutlu, daha güzel, […]
İnsanlığın en temel duygusu korkudur. Hepimiz, doğduğumuz saniyeden itibaren aç kalmaktan, yalnızlıktan ve kabulgörmemekten korkar ve bunu engellemenin yollarını öğrenerek büyürüz.
Beklentilerimizin gerçekleşmediği ve bezginleştiğimiz durumlarda, yarının bugünden daha güzel olacağını hayal ederek yaşam gücü buluruz. Hayat, ihtiyaçlar, duygular ve vaatler ekseninde döner. Pazarlama bu gerçeği çok iyi bildiği için, tüketicilere daha mutlu, daha güzel, daha refah ve daha eğlenceli dünyalar vaat eder. Onlara belirli ürün ve hizmetleri kullandıklarında kendilerini daha iyi hissedecekleri, hatta sınıf atlayacakları sözünü verir.
Siyasi pazarlamada da kurallar pek değişmez. Hangi sosyo-ekonomik sınıftan olursa olsun, seçmenler kargaşa çıkarabilecek her tür çatışmadan uzak durmayı dilerler. Seçimlerini yaparken kendilerinin ve çocuklarının yaşamlarını bir parça da olsa daha iyiye götürebileceğini düşündükleri partileri tercih ederler. Bunu yaparken de, yüzyıllardır olduğu gibi sınıf çatışması gerçeğini asla unutmazlar. Kendi sosyo-ekonomik ve kültürel yapılarını yücelten söylemlerin çekiciliğine kapılırlar. Dışlandıklarını veya aşağılandıklarını düşündüklerindeyse, tepkilerini güçlü bir biçimde dile getirebilecekleri hiç bir fırsatı kaçırmazlar .
AK Parti’nin yerel seçimlerdeki %44.14’lik oy oranının ve muhalefet karşısında güç kaybetmemesinin nedenlerini anlamak isteyenlere, toplum ve birey psikolojisi ve siyasi pazarlama konularındaki yazı ve kitapları okumalarını öneririm. Erdoğan’ın başarısı, çok sağlam bir siyasi pazarlama planının ürünüdür. Muhalefet, bu gerçeği görmeli ve seçmen-odaklı söylemler benimsemenin yollarını aramalıdır.
AK Parti neden kazanıyor?
1. Başbakan Erdoğan, bir “Mega Star” konumlandırması çerçevesinde iletişim kuruyor. Türkiye’nin dört bir yanını karşı karış geziyor. Her ilin en büyük alanında bir şölen havasında konuşmalar yapıyor. Konuşma öncesi ve sonrasında kentlerin her yanı bayraklarla ve afişlerle süsleniyor. Müzik, renk ve dinamizmle dolu bir ortamda, Başbakan dinleyicilere coşkuyla sesleniyor. Onların kendilerini üstün hissetmelerini sağlayacak kıyaslamalar yapıyor. Diğer grupları vahşi, hain ve kötü kalpli karakterler olarak tanımlıyor. Tüm bu olumsuzlukların karşısında bir lider olarak çözümü bulacağı ve kitlelere daha mutlu bir ülke sağlayacağını vaat ediyor.
2. Erdoğan, korku ve kurtuluş unsurlarını büyük bir başarıyla kullanıyor. Siyasi kariyerinin tümünü, alaşağı etmek istediği “düşmanlar”a karşı bir mücadele içinde yürüten bir siyasetçi olarak, her dönem yeni bir hedef seçiyor. Seçmenlerini, bu ortak düşman çerçevesinde savaşmaları ve AK Parti’yi desteklemeleri gerektiğine ikna ediyor.
3. Her konuşmasında, korkutan sorunlara karşı duracak ve halka daha iyi bir geleceği sunacak tek kahramanın kendisi olduğunu vurguluyor. AK Parti’nin yerel seçim kampanyasının ana “jingle’ı” haline gelen “Recep Tayyip Erdoğan’lı Dombra” bestesi, insanların bilinçaltında, “herkese meydan okuyan bir Anadolu kahramanı” yaratma sürecinin bir yansıması olarak görülmelidir.
4. Erdoğan kendi seçmenine kendisini iyi hissettiriyor. Onların sosyal sınıf savaşında yanlarında olduğunu vurguluyor. Kitle ulaşımna, kentsel dönüşüme ve sağlık hizmetlerine yapılan yatırımlarla, özellikle düşük gelirli gruplara bir gelecek güvencesi sunuyor. Her fırsatta “Hizmet” konusunu vurguluyor.
5. Köprüler, havaalanları, tablet-bilgisayarlı eğitimler gibi vaatlerle, seçmenlerin çocuklarının yaşayacağı Türkiye’nin, dünyanın imrendiği ve kıskandığı bir ülke olacağı izlenimi yaratılıyor. Bu da gurur, kendini beğenme ve meydan okuma duygularını tetikliyor.
6. Başbakan Erdoğan, kentli, eğitimli, sorgulayan ve özgürlük taleplerini dile getiren kitlelerin söylediklerini ve yaptıklarını geniş kitlelere şikayet ediyor. Bir ergen çocuğu anne-babasına eleştiren ve onun yoldan çıkma ihtimaline karşı daha fazla kontrol edilmesi gerektiğini söyleyen bir komşu tavrıyla, sürekli olarak kentli gençlerin yeme, içme, konuşma, giyinme ve kendini ifade etme biçimlerinin yanlışlığından söz ediyor. Bu söylem, muhafazakar seçmende olumlu bir karşılık buluyor.
7. Erdoğan, yüksek sesle, heyecanla, ağır suçlamalarla konuşurken, araya şiirler, şarkı sözleri katarak, iletişimini her zaman canlı tutmaya çalışıyor. AK Parti seçmenine, kendilerini özdeşleşebilecekleri öyküler anlatıyor.
8. Muhalefette, bir “mega star” edasıyla çalışan siyasetçiler olmadığı için, “Erdoğan’ın alternatifi yok” inancının yerleşmesi de kolay oluyor. CHP’nin özgürlük, eşitlik, demokrasi, kentleşme vaatlerini, kırsal kökenli seçmen asla benimsemiyor. Bu talepleri, kendi önceliği olarak görmüyor. Hatta, kentli sınıflara duyduğu tepkiyi, AK Parti’ye yakın durarak ve “İnadına Ak Parti” diyerek her fırsatta vurguluyor.
9. MHP’nin milliyetçi söylemi, göçlerin değiştirdiği sosyo-ekonomik yapıda karşılık bulamıyor. Bahçeli’nin öfkeli iletişim tarzı kendi seçmeninden alkış alsa da, yeni seçmenleri ikna etmeye yeterli olmuyor.
Seçim kararlarını yorumlarken, unutmamak gerekir ki, seçmen grupları, kararlarını kendi günlük yaşamlarının gerçekleri doğrultusunda verir. Bir başka deyişle, evine ekmek götürmede zorlanan bir kişi, kendisine demokrasi değil, tok karın vaat edene yönelir.
Siyaset, uzun bir yolculuktur, bir maratondur. Uzun vadeli bakmak 7 gün 24 saat kesintisiz bir biçimde seçmenle iletişimde olmak ve onların taleplerine kulak vermek gerekir. Siyasette de başarı, seçmenin maddi ve duygusal ihtiyaçlarını doğru bir biçimda analiz edenlere ve bu doğrultuda çözümler sunanları olur. Seçmenin kararına saygı göstermeden, onu anlamadan yapılan her tür yorum, daha derin bir hüsran getirir.
İnsanlığın en temel duygusu korkudur. Hepimiz, doğduğumuz saniyeden itibaren aç kalmaktan, yalnızlıktan ve kabulgörmemekten korkar ve bunu engellemenin yollarını öğrenerek büyürüz.
Beklentilerimizin gerçekleşmediği ve bezginleştiğimiz durumlarda, yarının bugünden daha güzel olacağını hayal ederek yaşam gücü buluruz. Hayat, ihtiyaçlar, duygular ve vaatler ekseninde döner. Pazarlama bu gerçeği çok iyi bildiği için, tüketicilere daha mutlu, daha güzel, daha refah ve daha eğlenceli dünyalar vaat eder. Onlara belirli ürün ve hizmetleri kullandıklarında kendilerini daha iyi hissedecekleri, hatta sınıf atlayacakları sözünü verir.
Siyasi pazarlamada da kurallar pek değişmez. Hangi sosyo-ekonomik sınıftan olursa olsun, seçmenler kargaşa çıkarabilecek her tür çatışmadan uzak durmayı dilerler. Seçimlerini yaparken kendilerinin ve çocuklarının yaşamlarını bir parça da olsa daha iyiye götürebileceğini düşündükleri partileri tercih ederler. Bunu yaparken de, yüzyıllardır olduğu gibi sınıf çatışması gerçeğini asla unutmazlar. Kendi sosyo-ekonomik ve kültürel yapılarını yücelten söylemlerin çekiciliğine kapılırlar. Dışlandıklarını veya aşağılandıklarını düşündüklerindeyse, tepkilerini güçlü bir biçimde dile getirebilecekleri hiç bir fırsatı kaçırmazlar .
AK Parti’nin yerel seçimlerdeki %44.14’lik oy oranının ve muhalefet karşısında güç kaybetmemesinin nedenlerini anlamak isteyenlere, toplum ve birey psikolojisi ve siyasi pazarlama konularındaki yazı ve kitapları okumalarını öneririm. Erdoğan’ın başarısı, çok sağlam bir siyasi pazarlama planının ürünüdür. Muhalefet, bu gerçeği görmeli ve seçmen-odaklı söylemler benimsemenin yollarını aramalıdır.
AK Parti neden kazanıyor?
1. Başbakan Erdoğan, bir “Mega Star” konumlandırması çerçevesinde iletişim kuruyor. Türkiye’nin dört bir yanını karşı karış geziyor. Her ilin en büyük alanında bir şölen havasında konuşmalar yapıyor. Konuşma öncesi ve sonrasında kentlerin her yanı bayraklarla ve afişlerle süsleniyor. Müzik, renk ve dinamizmle dolu bir ortamda, Başbakan dinleyicilere coşkuyla sesleniyor. Onların kendilerini üstün hissetmelerini sağlayacak kıyaslamalar yapıyor. Diğer grupları vahşi, hain ve kötü kalpli karakterler olarak tanımlıyor. Tüm bu olumsuzlukların karşısında bir lider olarak çözümü bulacağı ve kitlelere daha mutlu bir ülke sağlayacağını vaat ediyor.
2. Erdoğan, korku ve kurtuluş unsurlarını büyük bir başarıyla kullanıyor. Siyasi kariyerinin tümünü, alaşağı etmek istediği “düşmanlar”a karşı bir mücadele içinde yürüten bir siyasetçi olarak, her dönem yeni bir hedef seçiyor. Seçmenlerini, bu ortak düşman çerçevesinde savaşmaları ve AK Parti’yi desteklemeleri gerektiğine ikna ediyor.
3. Her konuşmasında, korkutan sorunlara karşı duracak ve halka daha iyi bir geleceği sunacak tek kahramanın kendisi olduğunu vurguluyor. AK Parti’nin yerel seçim kampanyasının ana “jingle’ı” haline gelen “Recep Tayyip Erdoğan’lı Dombra” bestesi, insanların bilinçaltında, “herkese meydan okuyan bir Anadolu kahramanı” yaratma sürecinin bir yansıması olarak görülmelidir.
4. Erdoğan kendi seçmenine kendisini iyi hissettiriyor. Onların sosyal sınıf savaşında yanlarında olduğunu vurguluyor. Kitle ulaşımna, kentsel dönüşüme ve sağlık hizmetlerine yapılan yatırımlarla, özellikle düşük gelirli gruplara bir gelecek güvencesi sunuyor. Her fırsatta “Hizmet” konusunu vurguluyor.
5. Köprüler, havaalanları, tablet-bilgisayarlı eğitimler gibi vaatlerle, seçmenlerin çocuklarının yaşayacağı Türkiye’nin, dünyanın imrendiği ve kıskandığı bir ülke olacağı izlenimi yaratılıyor. Bu da gurur, kendini beğenme ve meydan okuma duygularını tetikliyor.
6. Başbakan Erdoğan, kentli, eğitimli, sorgulayan ve özgürlük taleplerini dile getiren kitlelerin söylediklerini ve yaptıklarını geniş kitlelere şikayet ediyor. Bir ergen çocuğu anne-babasına eleştiren ve onun yoldan çıkma ihtimaline karşı daha fazla kontrol edilmesi gerektiğini söyleyen bir komşu tavrıyla, sürekli olarak kentli gençlerin yeme, içme, konuşma, giyinme ve kendini ifade etme biçimlerinin yanlışlığından söz ediyor. Bu söylem, muhafazakar seçmende olumlu bir karşılık buluyor.
7. Erdoğan, yüksek sesle, heyecanla, ağır suçlamalarla konuşurken, araya şiirler, şarkı sözleri katarak, iletişimini her zaman canlı tutmaya çalışıyor. AK Parti seçmenine, kendilerini özdeşleşebilecekleri öyküler anlatıyor.
8. Muhalefette, bir “mega star” edasıyla çalışan siyasetçiler olmadığı için, “Erdoğan’ın alternatifi yok” inancının yerleşmesi de kolay oluyor. CHP’nin özgürlük, eşitlik, demokrasi, kentleşme vaatlerini, kırsal kökenli seçmen asla benimsemiyor. Bu talepleri, kendi önceliği olarak görmüyor. Hatta, kentli sınıflara duyduğu tepkiyi, AK Parti’ye yakın durarak ve “İnadına Ak Parti” diyerek her fırsatta vurguluyor.
9. MHP’nin milliyetçi söylemi, göçlerin değiştirdiği sosyo-ekonomik yapıda karşılık bulamıyor. Bahçeli’nin öfkeli iletişim tarzı kendi seçmeninden alkış alsa da, yeni seçmenleri ikna etmeye yeterli olmuyor.
Seçim kararlarını yorumlarken, unutmamak gerekir ki, seçmen grupları, kararlarını kendi günlük yaşamlarının gerçekleri doğrultusunda verir. Bir başka deyişle, evine ekmek götürmede zorlanan bir kişi, kendisine demokrasi değil, tok karın vaat edene yönelir.
Siyaset, uzun bir yolculuktur, bir maratondur. Uzun vadeli bakmak 7 gün 24 saat kesintisiz bir biçimde seçmenle iletişimde olmak ve onların taleplerine kulak vermek gerekir. Siyasette de başarı, seçmenin maddi ve duygusal ihtiyaçlarını doğru bir biçimda analiz edenlere ve bu doğrultuda çözümler sunanları olur. Seçmenin kararına saygı göstermeden, onu anlamadan yapılan her tür yorum, daha derin bir hüsran getirir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.