Bu hafta zor bir şey deneyeceğim. Yerel seçimlere günler kala yerel seçimli demokrasinin ruhunu anlamaya çalışacağım. Sokakta halen seçim havası yok. Oysa her siyasi seçimin belli düzeyde akılcılığı vardır, izahı ve yönü vardır. Daha doğrusu olmalıdır. Süpüren genellemelerden kaçınabilmek adına geçen 8 haftanın bilgilerini alt alta sıralayacağım. Bunun içinde kendi yazılarımı kullanacağım. ASKER MASANIN NERESİNDE […]
Bu hafta zor bir şey deneyeceğim. Yerel seçimlere günler kala yerel seçimli demokrasinin ruhunu anlamaya çalışacağım.
Sokakta halen seçim havası yok. Oysa her siyasi seçimin belli düzeyde akılcılığı vardır, izahı ve yönü vardır. Daha doğrusu olmalıdır. Süpüren genellemelerden kaçınabilmek adına geçen 8 haftanın bilgilerini alt alta sıralayacağım. Bunun içinde kendi yazılarımı kullanacağım.
ASKER MASANIN NERESİNDE
Çağdaş HABER’deki ilk yazım, MİT’in Suriye’ye götürmek istediği ancak bir kısmı aranan, bir kısmı da aranamayan tırlar üzerineydi.
Yeni pek çok haber unsuru içeren yazıda Başbakan Erdoğan’ın “versiyon devlet” tarifini irdelemiştim. Paralel devletin versiyonu jandarma mıydı, Türk Silahlı Kuvvetleri mi, yoksa başka bir şey mi? Yazıdaki en önemli haber tırları arayan jandarma birliğinin Jandarma Genel Komutanlığı Kurmay Başkanı’nın değil, terör savcısının emrini uygulamasıydı.
Edindiğim bilgilere göre Genelkurmay Başkanlığı – tır vakalarının hemen ardından- kuvvet komutanlıkları ile alt birliklere öyle emirler verdi ki, kışlalardaki psikoloji “askerin masaya yeniden döndüğü” şeklinde tarif edilir oldu. Özgüvenin geri gelmesi başta İlker Başbuğ olmak üzere Ergenekon tahliyeleri ve özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasıyla da perçinlendi.12 Eylül askeri darbesinin gerici anayasasına bile yüzde 92 oranında “evet” diyen ülkenin insanları olarak eminim gelişen yeni durum sandığa da yansıyacaktır.
BAYKAL’A DİKKAT
Çağdaş Haber’deki ikinci haftamda “Başbakan o fotoğrafı nereden buldu” diye sormuştum. Kılıçdaroğlu o fotoğrafta yolzuluk dosyalarını inceliyordu ve o dosyalardan biri CHP’nin İstanbul Belediye Başkan adayı Mustafa Sarıgül’ün dosyasıydı. Detaya girmeyeceğim ama ciddi biçimde iz sürerek bu fotoğrafın ilk defa CHP MYK eski üyesi Savcı Sayan tarafından sirküle edildiğini tespit ettim. Sayan, egzantrik iddia ve tavırları itibariyle yakın dönemin siyasi trollerinden biridir ve CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal’a yakın bir isimdir.
Kılıçdaroğlu’yla seçime giren CHP, il genel meclislerinde yüzde 25 civarında oy alacak olursa ana muhalefet mantığının baştan aşağı yeniden kurulacağını tahmin ediyorum. Seçmen, bu anlamda CHP’yi ne ölçüde kollayacak bunu 30 Mart günü öğreneceğiz.
GERİLİM DEVAM EDER
Üç numaralı yazımın başlığı “Üç Türkiye senaryosu”dur. Bu senaryolardan üçüncüsü bu yaz yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminde Abdullah Gül – Erdoğan çelişkisinin patla neticelenerek, üçüncü bir ismin – seçeneğin devletin başına geçmesini öngörüyordu. 30 Mart seçmeninin Gül’e umut verirken, Erdoğan’ın canını acıtacak şekilde davranacağını tahmin ediyorum.
İKTİDARI TEHDİT EDEN EL BOMBALARI
Dördüncü haftanın yazısında Erdoğan’ın ilk defa “seçimi kaybetme ihtimalini” dile getirdiğine dikkat çektim. Peki Erdoğan neden böyle konuştu? Çünkü önündeki her günün sürprize açık olduğunu hissediyor. Sürprizin ise devlet içindeki iktidar oyunlarından geleceğini tahmin ediyor. Bu durumun seçmen üzerindeki etkisinin “Erdoğan’ı kollamak” yönlü gelişeceğini tahmin ediyorum. Zira Erdoğan’ın özellikle paralel devlet karşısındaki mağduriyeti halen çok satanlar listesinde yer alıyor.
CEVABI TARTIŞMALI SORU
“Kılıçdaroğlu’nun büyük yanlışı” başlıklı beşinci yazıda şu soruyu ve cevabını tartıştım: “Sizi, devlet içinde yuvalandığı söylenen çete mi korkutuyor, yolsuzluk iddiaları mı?”
Bana göre seçmeni en fazla ürküten durum ülkenin Başbakanın “Devletin bekası tehdit altındadır” dediği andır. Yolsuzluğa konu paralar yurtdışına çıkmadığı sürece milli hasıla olumsuz şekilde etkilenmez. Olsa olsa gelir paylaşımı makinasında bazı dişliler kırılır. Türk seçmenine hakim olan psikoloji “Ben işime bakarım”şeklindeyse emin olun kazanan Erdoğan olacaktır.
TURPUN BÜYÜĞÜ
Altıncı haftanın başlığı manidardır: “Bir şey eksik, o da bir katil.”
Memleketin Başbakanı her gün gaipten gelen kasetlerle, ses kayıtlarıyla dövülüyor. Ama öyle çok ses kaydı yayınlanıyor ki etkisinin azaldığını tahmin ediyoruz. Çünkü hep aynı hikaye…
Diğer taraftan ses kayıtlarının AKP tabanı üzerindeki inandırıcılığının da her geçen gün azaldığını ve “Tayyip Erdoğan’ı yedirmeme” söyleminin daha fazla destek bulduğunu hissediyoruz.
Peki bu saatten sonra Erdoğan’ı ne sallar? Tabi ki bir ceset. Adnan Menderes’in bebek davasını hatırlayalım. Menderes, “yeni doğmuş gayri meşru çocuğunu öldürttüğü ve bu suça azmettirdiği” iddiasıyla yargılanmış ve bu dava kamu diplomasisi bakımından o dönem çok etkili olmuştu. Bugünde benzer bir davanın Erdoğan’ı fena halde hırpalayacağını tahmin ediyorum. Üç beş gün içinde benzer iddialar ortaya çıkarsa seçmen davranışının da Erdoğan aleyhine döneceğini öngörmek mümkün.
FENA KULLANILMIŞ ZULÜM
Yedinci yazının kahramanı 500 yıl önce yaşamış devlet adamı Machiavelli’dir. Machiavelli, Hükümdar isimli kitabında “fena kullanılmış zulmü” anlatıyor. Fena kullanılmış zulüm “başlangıçta az olduğu halde zamanla sönecek yerde çoğalan zulmü” ifade ediyor.
Erdoğan özellikle Gezi sürecinden beri tekil vatandaşla didişiyor. Tepki gösteren herkes soluğu ya savcılıkta alıyor ya da korumalarından dayak yiyor. Benzer onlarca olayın her biri emin olun – AKP’li olsun ya da olmasın” yüzbinlerce hanede yemek masasında konuşuluyor, aile ziyaretlerine konu oluyor.
Machiavelli’ye göre zulüm halk üzerinde iki yönlü etki yaratıyor. Birincisi, halk “daha fazla zulüm görmemek” için muktedire daha fazla boyun eğmeye razı oluyor. Yani oylar Erdoğan’da toplanıyor. İkinci seçenek ise mevcut hükümdardan daha kuvvetli biri çıkarsa – ki bu gücün dış kaynaklı olup olmadığına bile bakılmıyor – o hükümdar terkedilip yalnız bırakılıyor.
SOKAĞIN ETKİSİ
Sekizinci haftanın gündemi ne yazık ki cenazelerdi. “Burak Can Berkin’i neden sevmedi” başlıklı yazıda İstanbul Okmeydanı’nda öldürülen iki genç insanın hikayesini deştik.
İki ölümde fevkalade üzücüdür ve necip Türk medyasının diliyle “hayatlarını kaybetmiş” değillerdir. Biri devlet tarafından öldürülürken; diğeri, Burak Can’ın babası kadar kazanan, aynı okullara gitmek zorunda kalan, her akşam yemeğinde benzer yemekler yiyen diğer gençler tarafından vurulmuştur. (Şunu da not etmeden geçmeyelim. Burak Can vakasının mahalle kavgasından öte provokatif derinliklikleri de olabileceği ihtimalini gözönüne almak gerekiyor.)
Bu bahsi de şöyle kapatalım. Türkiye’de sokak hareketleri ne yazık ki sandığa pek fazla etkide bulunmuyor. Toplum yapısı ve siyasi rejim bu anlamda etkileşime kapalı görünüyor. Ancak bu defa özellikle Gezi eylemlerinin seçmen tercihleri üzerinde belli oranda etkili olacağını tahmin ediyorum. Çünkü Gezi’de ağır basan vasıf sosyo – kültürel tabanlı halk hareketi özelliğidir. Pek çok kamuoyu yoklaması CHP’nin, münhasıran güçlü olduğu yerlerde akın akın oy toplayacağını, seçmenin blok davranışlar sergileyeceğini gösteriyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.