Yeniden başladı; “oylar bölünmesin”, “tatava yapmayın”, “basın geçin”. Tamam, AKP bıktırdı, yasaklar, sansür; yağma, cinayet, her gün aşağılama; “şimdi bir imkan var, deneyelim işte” ruh hali açığa çıktı; baskıdan bir an önce kurtulma isteği sandığa dair faydacı bir umut tazelemesi yarattı. Geçenlerde AKP Rejimi’nin Kurucu İlkesi Çökerken başlıklı Birgün Pazar yazımda bunu şöyle yorumlamıştım: […]
Yeniden başladı; “oylar bölünmesin”, “tatava yapmayın”, “basın geçin”. Tamam, AKP bıktırdı, yasaklar, sansür; yağma, cinayet, her gün aşağılama; “şimdi bir imkan var, deneyelim işte” ruh hali açığa çıktı; baskıdan bir an önce kurtulma isteği sandığa dair faydacı bir umut tazelemesi yarattı. Geçenlerde AKP Rejimi’nin Kurucu İlkesi Çökerken başlıklı Birgün Pazar yazımda bunu şöyle yorumlamıştım:
”Güzel diyorsun da, bak neler oluyor, halk müdahale etmiyor, Haziran bitti”. Böyle diyenler de çok, duyuyoruz. Aksine, halk nizami muhalefet ve itiraz kanallarıyla AKP Rejimi’ni geriletme imkanlarının tükendiğini anladığı anda Haziran Ayaklanması’na yöneldi. Bugün yolsuzluk üstünden kurulan ve Y-CHP üzerinden siyasallaştırılan “tapeden inme dönüşüm süreci” nizami muhalefete dair halkta “acaba olur mu?” umudunu yeniden canlandırdığı için şimdilik gayri-nizami muhalefet yolu olarak Haziran halk zihninde dinlendiriliyor, şimdilik. Sonuçta bitmiyor, uzun başlangıç sürüyor.”
Evet, son haftaya girdik ve bu umut daha da belirginleşti. Tabanı anlıyoruz; kırmadan dökmeden tartışırız; ama bu süreçte tepedeki restorasyon merkezlerinin kendi açıklarını halka ve ilerici siyasal güçlere fatura etme uyanıklığına karşı durmak da politik bir görev. Ve yine bu tartışmayı yürütürken, 30 Mart’ın bir bitiş olmadığını ve Haziran kardeşliği temelinde direnme zeminlerini genişletecek birlikteliklere çok daha fazla ihtiyaç duyulacak bir sürecin seçimlerden sonra bizi beklediğini düşünerek, “kırmadan ve dökmeden” yolumuzun uzunluğunu vurgulamak gerektiği ise çok açık.
Şimdi bakalım; en çok “basgeç” tartışmasının “oylar bölünmesin”e evrildiği şehir İstanbul. İstanbul için yapılan anketlerde görünen şu: CHP’nin tüm sağcılaşma siyasetine rağmen AKP oylarında bir önceki İstanbul Büyükşehir seçimlerindeki oy oranına göre düşüş oldukça az ve dahası AKP seçmeninden Sarıgül’e kayış da sınırlı görünüyor. Oysa bir önceki seçimlerde İstanbul’da Kılıçdaroğlu ile yüzde 37 oy alan CHP zaten AKP seçmeninden oy almadan ulaşabileceği en yüksek sınıra ulaşmıştı. Kazanmak için gerekli olanın AKP tabanına seslenmek olduğunu biliyorlardı ve AKP’nin “başarı”sını sağcılığında gördükleri için taklit, İbn-i Haldun’un deyimiyle iktidara karşı iktida (taklit) yolunu seçtiler, Sarıgül’ün sığ ve sağ popülizmi restorasyon merkezlerine göre bu açıdan biçilmiş kaftandı. Piyasacı ve rantçıydı, Türkçe Olimpiyatları sevdalısıydı; bir ilçe belediye başkanı iken ABD’ye epeyce ”önemli” ziyaretlerde bulunmuş olmakla övünmekteydi, yani halkı ve Haziran’ı dışarıda bırakacak bir denetimli çözüm isteyenlerin arayıp da bulamayacakları adaydı. Zaten Y-CHP liderliği için hazırladıkları da ortada. Bu nedenle sonuç ne olursa olsun bu projenin “başarı”lı olarak yansıtılması ve bu yapılırken de işin “başarısızlık” kısmına dair faturanın başka adreslere kesilmesi gerekiyor, kampanya biraz da bu hazırlığı ele veriyor; açalım.
Elbette seçim yapılmadı, ihtimaller üzerinden konuşuyoruz. Yanılma payı bırakarak görünen köye dair kestirimlerde bulunmaksa yine de mümkün. Şöyle: 2009′da İstanbul Büyükşehir seçimlerinde yüzde 44 oy alan AKP, bu seçimdeyse tüm anketlere göre ortalama yüzde 40-42 seviyesinde. Yani strateji pek tutmamış ve AKP tabanı İstanbul’da bir şekilde Erdoğan’ın etrafında kemikleşerek yine seferber olmuş görünüyor. CHP de bunu görüyor ve şimdi daha da sağa çekerek AKP tabanına oynama siyaseti ve kampanyası ile seçimi alamayacağını fark ederek son haftaya doğru soluna, Haziran’ın ilerici siyasal damarlarına basınç örgütlemeye başlaması da yine bu farkındalığı açığa vuruyor; başarısız olma ihtimali görünen sağcılaşma siyasetinin faturasını, farklı partilerden Haziran adaylarının çekilmesini savunarak yine demokratik ilerici muhalefete ödetmeye çalışması, bu sağcılaşma siyasetinin iflasının itirafı niteliğinde de diyebiliriz.
Özetle CHP seçimden sonra sürecek Sarıgülleşme, sağcılaşma ve AKP’leşme hamlesini meşrulaştırmak için, başarısızlığın faturasını sola, Haziran güçlerine kesme gibi bir taktiği de yokluyor ve tabanda da bu şimdiden etkili olmuşa benziyor. O nedenle mesele İstanbul’da HDP, TKP ve diğer adaylar meselesinin; başka yerelliklerde ÖDP, Halkevleri tartışmasının ötesinde, Türkiye siyasetinin sağa, restorasyon programına çekmesinden doğan “başarısızlık” faturasının sandık üzerinden Haziran’a, ilerici güçlere kesilmesine dönük bir “mahalle baskısı” ihtimali ile topyekün karşı karşıya olduğumuz ve daha da olacağımız meselesidir.
Yaşananların kıssadan hissesi: Her seçimde karşımıza çıktı; AKP Rejimi ile mücadele “oylar bölünmesin” diyerek verilebilmiş olsa, şu anda AKP iktidarı olmazdı. Fakat bu kez farklı bir işlevle karşımıza çıkıyor bu “oylar bölünmesin” söylemi; Y-CHP kısmen de olsa oylarını arttırmayı sağa açılmasına; İstanbul’da seçimi alamamasını ise sola fatura etmeye çalışacaksa, o zaman bu mesele sadece bir seçim kazanma taktiği içinden okunamaz; böyle bir mantık içinde “oylar bölünmesin”in CHP’nin yeni dönemdeki ideolojik-politik “restorasyoncu” yönelimine dair bir mazerete dönüştürüleceğini de şimdiden söyleyebiliriz.
AKP sandıktan çıkan sonuca rağmen eskisi gibi yönetemeyeceğinin farkında; kaldı ki bu seçim başından beri yerel seçim olmanın da ötesinde; AKP dikta rejiminin geleceğine dair bir referanduma gidiyoruz ve CHP’nin aldığı oyları değil, AKP’nin almadığı oyları sayacağız ve dolayısıyla artık gideni mi tartışacağız; gidenin yerine hangi seçeneğin ya da kimlerin seçeneğinin örgütleneceğini mi? İstanbul’daki tartışma biraz da bu gerilimi yansıttığı için daha önceki “oylar bölünmesin” kampanyasına göre farklılaşıyor. Ve restorasyon güçleri, ruhlarını başka bir bedene taşıyarak karşımıza tazelenmiş halde çıkmak için Haziran’ın örgütlü politik güçlerini hedefe; Cumhuriyetçi tabana esas “ihanet edenler” mevzisine yerleştirmeye çalışıyor. Moda bir söz; sevmem ama buraya oturur: “oyuna gelmeyelim”; ne yapılacaksa halk hareketinin bu dinamik ve farklı siyasal tabanları arasındaki iletişim kanallarını koruyarak, geliştirerek ve Haziranca çözümleri örerek yapacağız ve Aralık çözümlerinin tatmin düzeyi 30 Mart sonrasında tartışılmaya epey müsait olacak.
Burada CHP tabanını da oluşturan, Haziran’ın dinamik, mücadeleci kesimlerinin “sağcılaşan, restorasyona, Aralık çözümüne meyleden CHP, neden AKP tabanından oy alamıyor?” sorusunu yanıtlamasını beklemek de en doğal hakkımız. Bu soru, halkın Haziranca bir Cumhuriyet hedefine hizmet ettiği oranda anlamlıdır ve sorulmalıdır. AKP ile mücadele, AKP taklidi yaparak başarılamıyor; aslı varken kimse suretiyle ilgilenmiyor; bu Haziran’ın da en net mesajlarından birisiydi ve unutulmamalıdır. Yağmaya karşı toplumcu-kamucu, baskıya karşı eşit yurttaşlık ilişkilerine dayanan yeni, demokratik bir Cumhuriyet’in Haziranca örgütlenmesi; siyasal seçeneklerin bu program temelinde geliştirilmesi sandıkla ve 30 Mart’ta bitmeyecek bir görevdir ve mesele AKP’yi göndermenin ötesinde, AKP’nin yerine halk seçeneğini örgütlemeye başlamaksa bunun için de geç kalmış değiliz; hatta mecburuz ve hatta “bu daha başlangıç”. Hataları halının altına süpürmeyelim yeter.
30 Mart ve sonrasındaki tartışmalara bu ihtimalleri de dikkate alarak yaklaşmakta fayda var.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.