Lukas, Lenin’i yorumlarken, onun en temel özelliğini, her an her fırsatta devrimi güncellemek olarak vurgularken, tam da en kritik noktayı öne çıkarıyordu. A- Gerilim kaosa mı sürükleniyor AKP iktidarı, kapitalizmin küresel krizinin çok yönlü sıkıştırması ve Ortadoğu merkezli bölgesel gelişmelerde içine düştüğü acizliğin içinde çırpınıyor. Üstelik, onca gerilimin içinde savaşarak inşa ettiği yeni politik rejimi […]
Lukas, Lenin’i yorumlarken, onun en temel özelliğini, her an her fırsatta devrimi güncellemek olarak vurgularken, tam da en kritik noktayı öne çıkarıyordu.
A- Gerilim kaosa mı sürükleniyor
AKP iktidarı, kapitalizmin küresel krizinin çok yönlü sıkıştırması ve Ortadoğu merkezli bölgesel gelişmelerde içine düştüğü acizliğin içinde çırpınıyor. Üstelik, onca gerilimin içinde savaşarak inşa ettiği yeni politik rejimi de bir anayasal korumaya alamadı. Kürt hareketini “Tasfiye” etmeyi hedeflediği “çözüm sürecinde” ise, tam tersi gelişmeler yaşanıyor.
Siyasal iktidarın merkezindeki ana ittifak, AKP- Cemaat ekseni, güncel gelişmelerin üstüne yüklediği gerilimleri taşıyamayarak dağıldı. İktidar alanının daraldığını gören Erdoğan, bir “huruç” harekatıyla etrafındaki kuşatmayı dağıtmaya çalışıyor.
Art arda çıkarılan HSYK ve iletişim yasaları, MİT yasasıyla birlikte düşünülürse, rejimin oligarşik yapısının bir kerte daha daraltılıp sivriltildiği ve sivil faşist bir yönelime girildiği görülüyor.
Evet, Erdoğan, her gün bir yeni “kasetle” tokatlandığı yaşadığımız günlerde, giderek kendi partisi içinde bile bir fraksiyonun lideri konumuna sürüklenirken; tam tersi bir yönde bütün gücüyle yüklenerek, kendisinin dokunulmaz-kutsal lider/führer olduğu ve yasama ve yargının bütünüyle kendisine bağlandığı bir rejimin köşe taşlarını döşüyor.
O arada, hemen belirtelim ki, çıkarılan yasalar aynı zamanda şimdi kurulan yeni rejimin temel yapısını belirliyor ve rejimdeki olası bir iktidar değişikliğinde yine kullanımda olacak. Onları sadece Erdoğan değil, sonrasında iktidara gelenler de kullanacak.
Bu yasalar, Gezi isyanına katılan toplumsal güçlerin “Özgürlük, daha fazla özgürlük!” talebine sermayenin yeni rejiminin cevabı olarak görülmeli.
Ordu’nun geriye itildiği koşullarda iktidar alanının tümünün mutlak egemeni olan sermaye, Erdoğan sonrasında, ortada gözüken hükümetler üzerinden ve hiçbir denetime uğramadan kendi çıkarları doğrultusunda yol alabilecek.
Halk sahneye çıkıyor
Ama, Türkiye öyle bir “türbülansa” girdi ki, sadece egemenler değil, başka toplumsal güçler de kendi çıkarları yönünde hamleler yaparak sahneye çıkıyor.
Diğerleri gibi işçi sınıfı, Kürt halkı ve bir dizi toplumsal dolayım üzerinden şekillenen farklı demokratik- halkçı toplumsal güçler de, oluşan türbülansı fırsat görerek, kendi çıkarlarının merkezinde olduğu yaşam alanlarını genişletmek, bir mücadele içine girip orada oluşacak yeni güç dengelerinde daha üstün bir konum kazanmak, mümkünse hegemonya ve iktidar alanı/alanları kurmak istiyor.
Halkta biriken tepkiler Haziran İsyanı’nda ani bir patlamayla kendisini gösterdi.
Farklı zeminlerden beslenen gerilim eksenleriyle sarsılan egemenlerin yeni rejiminin zorlanması, AKP’nin o zorlanmalara rağmen ve bir iktidar sarhoşluğu içinde halka yönelik saldırılarını her düzeyde arttırarak sürdürmesi ve “ılımlı İslam” denilen bir “deli gömleğini” halka zorla giydirmeye çalışması; “Haziran”’da, kendi karşıtını oluşturuyordu.
Kürt Halk Hareketi’nin AKP’ye dayattığı “çözüm süreci” de, ülkedeki her türlü özgürlükçü-demokratik gelişmeyi baskılayan şovenist-ırkçı atmosferi dağıtarak; halkın, sermayenin yeni rejimine/AKP iktidarına ve onun “ılımlı İslam” totalitarizmi-şehirlerin talanı- kadınların aşağılanması- Alevilerin dışlanması- gençliğin devlet terörüyle baskılanması ve emekçilerin yoksullaştırılması politikalarına karşı isyanının önünü açtı.
İşte, günümüzde yaşananlar, bir yönüyle de, Haziran isyanı ve Kürt Halk Hareketi’nin sermayenin yeni rejimini zorlamasının sonuçları olarak görülmelidir.
Egemenlerin korkusu
Sermayenin medyasının adeta gözümüze sokarcasına “gösterdiği” egemenler arası “kayıkçı dövüşü”, gerçekliğin sadece bir yönü. O yön parlatılarak, yalnız onun görülüp gerçek yaşamda olup biten diğer toplumsal süreçlerin görülmemesi hedefleniyor.
“Gösterilmeyen” ise, sermayenin korkusu, Gezi’de ani bir patlamayla açığa çıkan halkın devrimci-demokratik enerjisi ve kendi içinde yeni bir sıçrama yaparak hızla bölgesel bir güç olarak küresel dengelere yerleşen Kürt Halk Hareketi.
Evet, 17 ve 25 Aralık’ta sahneye konulup halen süren egemenler arası iç dalaşmanın/savaşın önemli bir sebebi de, farklı kanallarda aksa da, hem kendi başlarına “tehlike” olan, ama esas gücünü bir biçimde “ortaklaşabilirse” gösterebilecek olan halkın bağımsız demokratik ya da devrimci yönelimleri.
Şimdiye kadar onu kullanan küresel ve yerel sermaye güçleri AKP’nin ipini çekiyorsa; sadece “hizmette kusur” yaptığından değil; ama aynı zamanda, yalnız politik rejimi değil kapitalist sistemi de tehlikeye sokacak bir halk hareketinin ortaya çıkıp güçlenmesini engelleyemediği için.
B-Yıldızlara bakma zamanı
Güncel politikanın gel- gitleri içinde sürekli hamleler yaparken aynı zamanda bir biçimde “tarihsel” bir konumda bulunmak, bazen güncelden tarihsele sıçramak, yürürken sadece hemen önümüzdeki yolun çakılları ve çukurlarıyla uğraşmakla yetinmeyerek, yıldızlara bakarak tarihin gidişi üzerine “hayaller” kurmak, onun şimdi gerçekleşenin dışında ve hatta zıddında gerçekleşme olasılıklarını da düşünmek gerekir.
Güncelin içinde kaybolup gitmemek ve günün karmaşası içinde “hedefe” doğru giden doğru yolu sürekli yeniden keşfedebilmek için, evet, bir komünist olabilmek için; en güncel tutumlarda bile tarihle ve onun sınıfların savaşı zeminindeki akışıyla bağlantıda olunmalı.
Tarihin, egemenlerin hep yok etmeye çalıştığı olası devrimci seçeneği, güncel davranışlara rehber yapılmalı, yolda yürürken “kutup yıldızı” hiç gözden kaçırılmamalı.
Lukas, Lenin’i yorumlarken, onun en temel özelliğini, her an her fırsatta devrimi güncellemek olarak vurgularken, tam da en kritik noktayı öne çıkarıyordu.
Devrimin güncellenmesi
Üstelik, öyle bazı dönemler/günler olur ki, böylesi bir “hayalci” tutum, özel önem de kazanır. İşte, Rojava ve Gezi sonrasında yaşadığımız günlerde de, tarihsel duruşun/stratejik yönelim(lerin), uygun güçte sivriltilmesi gerekiyor.
Ülke adeta bir kaos ortamına doğru itiliyor ya da olayların akışı kaotik bir hal almaya başladı.
Türkiye’de kapitalizmin gelişim düzeyinin ve bağlı olarak küresel ve yerel sermayenin yatırdığı yüz milyarlarca doların ve yüksek kar olasılıklarının, yaşanan egemenler arası iç çatışmayı, sermayenin genel çıkarlarının ve hatta varlığının tehlikeye düşeceği belli eşiklerde frenlemesi ve yeni dengeler kurarak bir stabilite araması, sermayenin ve onun politik güçlerinin rasyonel tutumu olur.
Ancak, henüz “kaostan önce son çıkış” olasılığı geçilmemiş olsa da; birbirleriyle çatışan egemenler ve Gezi – Rojava sonrasında moral ve güç kazanan halk güçleri; birbirini zorlama, yeni egemenlik alanları oluşturma ve var olanları genişletme yönünde davranıyor.
Gidiş, böyle devam ederse, herkesin kendi borusunu öttürdüğü ve sermaye düzenini örtüp gizleyen “yasal düzen” yerine çıplak güç ilişkilerinin öne çıkacağı bir kaotik döneme evrilebilir.
Bu durum, şimdiki güç dengelerinde, halk güçlerinin egemenleri sarsmasından beslenmekle birlikte, bazı küresel güçler ve yerel işbirlikçilerinin “bilinçli” yönelimlerinden de besleniyor. Hemen yanı başımızda “dıştan ittirmeyle” Suriye ve Ukrayna’da yaşanan gelişmeler ortada. Gelişmelerinin bu yönünü de yüksek konsantrasyonla takip etmek gerekiyor.
Parlayan her şeyin altın olmaması gibi; her “kargaşa” ya da “kaos” da, “devrimci durum” yaratmaz.
Her iki olasılıkta da, hem güncel çatışmanın sermayenin rasyonellerine çarparak oradaki güç dengeleri tarafından stabilize olmaya zorlanması hem de kaosa doğru sürükleniş durumunda; halk güçlerinin kendisini güçlendirecek uygun ittifaklar kurarak özneleşmesi, şimdi kazandıkları moral ve gücü egemenlere dayatması, kendi çıkarları doğrultusundaki güncel tutumları hayata geçirdiği çok yönlü hamleler yapması ve nihayet, o güncel tutumları uygun bir stratejik hedefe/hedeflere yönlendirerek özgün bir “devrimci durumu” zorlaması gerekiyor.
Evet, şimdi yıldızlara bakmak zamanıdır!
Mahir’den Deniz’e ve İbo’ya uzanan bir kahramanlık zemininden beslenen pratik cüret ve cesareti, “kopuşun” şiddetini göze alarak, bilinç ve paradigma kertelerinde de inşa etmek gerekiyor.
C-“Krizi fırsata çevirmek”
Başkaları da var, ama sadece iki gerçek durumun şimdiki gergin ortama nasıl yüksek şiddet yükleyebileceğini birlikte düşünelim.
“Çözüm süreci” tıkanıyor ve yeniden bir çatışma ortamının oluştuğu görülüyor.
Son MGK kararlarından ve PKK liderlerinin açıklamalarından anlaşıldığı kadarıyla, savaşın tarafları yeni bir çatışma dönemine hazırlanıyor ya da öylesi bir “çatışma” tehdidiyle rakibinin iradesini zorlamayı hedefliyor
Devlet, bilindik askeri şiddeti yeniden başlatmaya hazırlanırken, mümkünse Kürt hareketini bölmeyi, Kürt burjuvalarıyla Barzani ve güney Kürdistan petrolleri üzerinden ortak sermaye birikim havuzları kurmayı, Öcalan’ı itibarsızlaştırmayı ve Kandil’i yalnızlaştırmayı hedefliyor.
Kürt hareketi ise, yerel seçimlerdeki başarısına dayanarak “demokratik özerklik” ilanı hazırlığında ve olası çatışmaları, eskisinden farklı bir zemine yerleştirerek, oluşacak fiili-meşru özerkliğin kurumlarını koruma ve bir halkçı iktidar alanına yükseltmeyi hedefleyen şehirlerdeki sokak savaşları biçiminde yürütmek istiyor.
Şimdi yürümeyen “çözüm sürecinin” oluşacak yeni dengelerde yol alabileceğinin düşünüldüğü ve aynı zamanda olası bir “kopuşun” göze alındığı anlaşılıyor. O arada, Rojava’da kurumlaşmanın yerleşmesi ve bir ulusal kongrenin toplanması sağlanacaktır.
Bu iki zıt iradenin birbirini zorlamasından oluşacak yüksek gerginliğin şimdiki mevcut gerginliğe eklenmesinin sarsıcı sonuçlar yaratacağı açık değil mi?
Gericileşen sermaye
Öne çıkarmak istediğimiz ikinci olgu ise, güncel koşullarda egemenler arasında oluşan “şaşırtıcı” ittifaklar ve aslında hepsinin sinsice ortaklaşıp sermayenin çıkarları yönünde faşizmin yollarını açtıkları topyekun gericileşme.
Eski dostlar birbiriyle yumruklaşırken eski düşmanlar da birden kucaklaşmaya başladı.
Önce Takvim gazetesine namaz ve başörtüsü konusundaki eski tavırlarıyla ilgili sıkı bir “özeleştiri” veren ve onunla yetinmeyip “paralel yapı” söylemiyle günümüz koşullarında fiilen AKP’ye destek veren Başbuğ, ertesi gün tahliye ediliverdi.
“Mutfakta” nelerin konuşulup “pişirildiğini” bilemesek de, AKP ve Ordu arasında bir yakınlaşma yaşandığı görülüyor.
Öte yandan, AKP yanlısı medyadan öğreniyoruz ki, Cemaatin kurmayları CHP genel merkezinden çıkmıyorlar. Aynı Cemaat, kimi illerde MHP’yi desteklerken, BBP’yi de arka bahçesi olarak görüyor. Anlaşılan, Cemaatin merkezinde olduğu bir Cemaat-CHP-MHP-BBP alanı, içine Demirel güdümlü güçleri de alarak oluşuyor ya da oluşturuluyor. Orada da Balbay’ın tahliyesi CHP’ye verilen “öpücük” olmuştu.
Şimdi kendimize soralım; bu iki güç alanından hangisi ülkede demokrasi ve özgürlük alanını genişletebilir ya da emekçilerin yaşam koşullarının düzeltebilir? Hangisi, Haziran isyanında kendisini gösteren ve taleplerini dillendiren halka derman olabilir.
Soru, cevaplamayı bile gerektirmeyecek bir saçmalık içeriyor değil mi? En iyimserler hayal kursa ve hatta Polyanna bile çıkıp gelse, bu ittifak güçlerinden “iyi bir şeyler” beklemez.
İşte, bu ittifak alanları Türkiye kapitalizminin, sermaye güçlerinin üretebildiği seçenekler. Her ikisi de birbirinden gerici ve diğerini daha da gerici olmaya zorlayacak güçler.
Peki, bu bir yeteneksizlik ya da şansızlık mı? Hayır, bin kez hayır!
İşte, sermaye tam da budur. Kriz koşullarında içlerindeki gericiliği kusuyor ve ülkeye ve bölgeye dayatıyorlar. Güçleri yeterse ülkeyi bölgesel bir gericilik merkezi yapıp cehenneme çevirecekler.
Koç’un Mayıs ayındaki ABD gezisinde, devlet yetkilileri ve o arada Fethullah Hoca ile yaptığı görüşmelerde, hal hatır sorma ve kahve-kek keyfiyle yetinilmediği, ülkenin geleceğiyle ilgili bazı kararlar da alındığı anlaşılıyor.
Bazılarının “hala mı” çiğliğini ya da “dinazor” ithamlarını baştan göze alarak, Lenin’in tekelci sermayenin doğal eğiliminin “siyasi gericilik” olduğu tespitini hatırlatmalıyız. Faşizm de aynı tekelci sermayenin kendi krizine bulduğu bir gerici çözümdü.
Evet, sermayenin her iki seçeneği de, gericiliğe ve giderek faşizme güdülü bir zeminde hareket ediyor.
Üçüncü seçenekse; Gezi’de kendisini ifade eden halk güçlerinin çıkarları ve Kürt halkının özgürlük arayışının ortak bir toplumsal-siyasal alanda birleşip özneleşerek; demokratik ve halkçı toplumsal hareketlerle anti-kapitalist toplumsal hareketleri güncel mücadelelerle sürekli harekete sokarak ve o hareketin bir sonucu olarak, kendi çıkarları yönünde oluşturacakları bir “Demokratik Cumhuriyet” için mücadele etmesi.
8 Mart 2014
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.