CHP GERÇEK BİR ALTERNATİF Mİ?* Özge Kahraman** GİRİŞ İçinde bulunduğumuz yerel seçimler sürecinde siyasal gündemin ana eksenini partiler ve seçim vaatleri oluşturmaktadır. Yolsuzluk, yargıya müdahale, polis şiddeti vb. konular üzerinden tarihi öneme sahip örneklerin yaşandığı bu günlerde yerel seçimler ayrı ve titizlikle ele alınması gereken bir yerde durmaktadır. Seçim sonuçları, siyasal başrollerin liderlik koltuğunda yıprandığı […]
CHP GERÇEK BİR ALTERNATİF Mİ?*
GİRİŞ
İçinde bulunduğumuz yerel seçimler sürecinde siyasal gündemin ana eksenini partiler ve seçim vaatleri oluşturmaktadır. Yolsuzluk, yargıya müdahale, polis şiddeti vb. konular üzerinden tarihi öneme sahip örneklerin yaşandığı bu günlerde yerel seçimler ayrı ve titizlikle ele alınması gereken bir yerde durmaktadır. Seçim sonuçları, siyasal başrollerin liderlik koltuğunda yıprandığı bugün, toplumsal refleksin ölçülmesinde verilerden birini oluşturacak. Bu gerçeklikten hareketle hazırlamış olduğumuz rapor hem güncel siyasal hat içinde hem de genel siyasal hat içinde ele alınacak ve burada anlam bulacaktır.
Sosyal planlama konularından biri olan istihdam konusunu ele almaya çalışacağımız bu çalışmaya yerel yönetimlerin öneminden kısaca bahsederek başlamak gerekir. Yerel yönetimler, demokrasinin ve gelişmişliğin önemli göstergelerinden birini oluşturmaktadır. Yerel yönetimlerin özerkliğine olan yaklaşım ve yerel halk tarafından denetleme mekanizmaları oldukça önemli bir yerde durmaktadır. Gordon Smith[1] “Daha geniş ölçüde âdemi merkeziyetçilik daha geniş ölçüde demokrasi demek oluyor; bunun tersi de daha yoğun merkeziyetçilik, toplumun demokratik tabanının zayıflaması anlamını taşıyor”[2] şeklindeki ifadesiyle yerel yönetimler ile demokrasi arasındaki bağı vurgulamaktadır. Raporu oluştururken yüz yüze görüşme yaptığımız Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na bağlı Belediye İş Sendikası 2 Nolu Şube Başkanı Hasan Gülüm[3] yerel yönetimler ile iktidar arasındaki ilişki üzerine bir başka noktaya şöyle işaret etti:
“Siz mahallenizi aldığınızda ancak şehri alabilirsiniz, şehri aldığınızda iktidarı alabilirsiniz. Diyalektik bu kadar açıktır. Yerel yönetimler ve yerel inisiyatifler bu anlamda oldukça önemlidir. Gezi Parkı’yla ilgili başlayan toplumsal mücadele bu anlamıyla çok önemlidir”.
Raporda hem genel hem yerel seçim çalışmaları ekseninde hem de program düzeyinde Cumhuriyet Halk Partisi’ni ele alacağız. Onlarca parti içinden CHP’yi seçmemizin elbette önemli bir nedeni var. Hükümetin her yönüyle yıprandığı ve meşruluğunun büyüyen bir kesim tarafından tartışıldığı günümüzde ana muhalefeti temsil etmesi ve en güçlü “alternatif” damar olarak karşımıza çıkarılması nedeniyle bu partiyi seçtik. Raporda aslen çok temel bir soruya yanıt aramaya çalışacağız: “CHP gerçek bir alternatif mi?” Bu sorunun cevabı elbette kapsamı oldukça geniş noktalara dayanmaktadır. Ancak raporu sosyal planlama konularından biri olan istihdam özelinde oluşturacağız.
İSTİHDAM
CHP’nin programında, yazılı ve sözlü seçim çalışmalarında istihdamla ilgili pek çok noktaya rastlamaktayız. İstihdam kapsamında, çalışma sürelerinden, güvenceye, eşit değerde işe eşit ücretten, farklı statüde çalışmaya, sözleşmeli çalışmadan taşeron sistemine, sendikal örgütlenme hakkından toplu sözleşme hakkına kadar birçok konuya değindiğini görmekteyiz. Örneğin Çağdaş Türkiye İçin Değişim Programı-Cumhuriyet Halk Partisi Programı’nda, Programın Temel Hedefleri “Çalışmak isteyen herkese iş ve onurlu çalışma hakkıdır. Emeğin önceliği ve serbest dolaşımıdır. Verimliliği artırmaktır. İş güvenliği ve işçi sağlığı, çağdaş çalışma hukuku, örgütlenme ve toplu sözleşme hakları temelinde ILO standartlarına uygun çağdaş, adil ve demokratik çalışma yaşamıdır.”[4] Şeklinde belirtilmektedir. Programın devamında “Çalışma hakkı kutsaldır, emek en yüce değerdir” bölümde “Çalışma süreleri kısaltılarak, aşamalı olarak AB ülkeleri düzeyine indirilecektir. İstihdam ve gelir güvencesi sağlanacaktır (…) Ücretli çalışanların farklı statülerde istihdamından dolayı hak kaybına son verilecek, eşit değerde işe eşit ücret ilkesinin uygulanması sağlanacaktır.”[5] İfadelerine yer verilmiştir.
Anlaşıldığı üzere istihdam konusu geniş kapsamda ele alınmış görünse de genel geçer olmaktan kurtulamamıştır. Aslen konunun özü istihdamla ilgili nelerin olması gerektiği değildir. Bu kapsamda dünya genelinde oluşan ortak normlar açıktır ve hatta ülkemizin altına imza attığı ILO norm ve sözleşmeleriyle zaten sabittir. Meselenin özü emekçilerin bu herkesçe bilinen normlara nasıl ve ne zaman kavuşturulacaklarıdır. Rapor hazırlama sürecinde bu sorumuza yanıt alabilmek için parti programını, tüm seçim metinlerini, hemen hemen tüm miting konuşmaları ve haberleri inceledik. Tüm bu kaynakları incelemenin sorumuza yanıt vermekte oldukça yetersiz kalacağı gerçeğini görerek daha somut ve uygulamaları kapsayan bir çalışma yapmayı hedefledik. Bu amaçla doğru sonuçlara varmamızda bize yol göstereceğini düşündüğümüz Belediye İş Sendikası 2 Nolu Şube Başkanı Hasan Gülüm ile yüz yüze bir görüşme gerçekleştirdik.
Görüşmede ilk olarak bugün gelinen noktada hükümetin var olan yıpranmışlığı ve önümüzdeki yerel seçimlerde CHP’nin alternatifleştirilmeye çalışılması üzerine konuştuk. Gülüm bu konuyla ilgili kısa bir tarih hatırlatması yaparak şu açıklamaları yapmıştır:
“Yirmi yıllık süreçte CHP’nin siyasal açıdan sözüm ona farkının ne olduğunu aslında halk partiyi cezalandırarak verdi. Önümüzdeki seçimlerde halk AKP’yi nasıl cezalandıracaksa geçmişte CHP’de bunu yaşamıştır. 12 Eylül’de neo-liberal politikalar ekseninde toplum siyasal olarak dizayn edildi. ‘90’larda da ilk dönem uygulamaları başladı. Bu ilk dönem uygulamalarının başlangıç yeri yerel yönetimlerdir. ’89’da Anavatan Partisi’nden sonra CHP işçi ve emekçilerin mücadeleleri nedeniyle ülkenin her yerinden oy aldı, seçimleri kazandı. Ancak halk Anavatan’dan farklı bir sonuçla karşılaşmadı. Bugün de görünen yoksulluk, yolsuzluk, rant uygulamaları sürdü. Halk bunu cezalandırdı, yirmi yıl geçti. İstikrar adına AKP geldi ve toplumsal hafızamız zayıf olduğundan AKP’nin alternatifi olarak CHP yine karşımıza çıkmaktadır”.
Yukarıda değindiğimiz CHP’nin Yeniden Yapılanması vb. çalışmalarını da aslında bu kısa tarihi gerçekliği hatırlayarak incelemek gerekliliği önemlidir. Biz her türden siyasal, politik gündem adına toplumsal hafızalarımızın sürekli olarak tahrip edilmeye çalışıldığını görüyor ve biliyoruz. Bu açıdan her türlü araştırma ve çalışmada tarihsel gerçeklere bakmak, hafızalarımızı yeniden ve yeniden tazelemek gerekliliğine sıkı sıkı sarılıyoruz.
Bu kısa tarihi hatırlatmanın ardından CHP’nin 2011 seçimlerinde “Türkiye’ye 41 Söz Veriyoruz” başlıklı çalışmasındaki vaatleri üzerinde durmak gerekir. Bu metnin on birinci maddesinde şu ifadeler yer alıyor: “Kamuda taşeron işçilik tamamen kaldırılacak, taşeron işçiler ILO normlarına göre kadrolu çalıştırılacak. Söz veriyoruz”[6]. Hem kamuda hem de özel sektörde taşeron çalıştırma sistemi neo-liberal dönemin en önemli sömürü biçimlerinden birini temsil etmektedir. Kuralsızlığın, güvencesizliğin, keyfiyetin ve özünde daha fazla sömürünün en temel kaynağından biridir taşeron sistemi. Dolayısıyla günümüzde emek mücadelesinin önemli konularından birini oluşturmaktadır. Bu nedenle taşeronla mücadelenin seçim vaatlerinde, kamu ile sınırlı tutulmasına karşın, oldukça önemli bir yerde olduğunu düşünmekteyiz. Ancak bu vaatlerin neye hizmet ettiği ya da edeceği buradaki yaklaşımımızın temelini oluşturacaktır. Önümüzde iki seçenek vardır; birincisi emek yanlı bakan ve sömürüye karşı mücadele hattı çizmeyi hedefleyen bir yaklaşım söz konusu olabilir, ikincisi ise işçi ve emekçilerin bu söylem ekseninde partiye ve dolayısıyla sisteme yedeklenmesi hedeflenebilir. Bu iki seçenekten hangisinin hedeflendiğini CHP’nin Belediyelerinde bugün var olan uygulamalara bakarak anlaşılabileceğini düşünüyoruz. Bu konudaki uygulamalarla ilgili Hasan Gülüm şunları ifade etti:
“Biz kimi belediyelerde taşeron uygulamasıyla ilgili irade gösterilebildiğini gördük, bunun örnekleri mevcut. Bunu belediye üst işveren olarak, alt işveren ile yani taşeron ile sözleşme yaparken sözleşmeye şartlar koyarak gerçekleştiriyor. Örneğin ‘işçilere 2000 TL’nin altında ücret vermeyeceksiniz ve işçi sendikalı olacak.’ şeklinde sözleşmeye emeği koruyucu maddeler eklenebiliyor. Biz sendika olarak şu anda Avcılar’da 120 taşeron işçisini örgütledik ve toplu sözleşme gündeminde bu konuyu ele alıyoruz. Eğer bu maddeler kabul edilmezse, sözleşmede yer almazsa üretimden gelen gücümüzü kullanacağız”.
Gülüm’ün ifadelerinden de görülebileceği üzere bu uygulamalar rahatlıkla yapılabilir ancak CHP’li Belediyelerde böyle bir uygulamanın tercihen vaat edildiği gibi gerçekleştirilmediğini görüyoruz. Burada altını çizmemiz gereken nokta ülkemizde muhalefet partilerinin her türlü vaadini gerçekleştirmelerinin ancak iktidara gelmekle mümkün olabileceği yanılgısını yaratmalarıdır. Oysa sosyal planlamaya dair verilen vaatlerin hepsi yerel yönetimlerde rahatlıkla uygulanabilir politikalardır. Bu gerçeklikten hareketle yukarıda sorduğumuz soruyu tereddüde yer veremeyecek netlikte cevaplandırabiliriz: Asıl hedef, işçi ve emekçileri partiye ve dolayısıyla sisteme yedeklemektir. Öyleyse bu hedeflerin bugün olduğu gibi yerel yönetimlerde daha fazla belediyeyi kazansalar da, hükümet olsalar da gerçekleştirilmeyeceği ve özünde hedef dahi olmadıkları açıktır.
Ele alınması gereken bir diğer konu ise yerel yönetimlerde istihdam yaratılması konusudur. Yerel yöneticilerin, o yerelde yaşayan insanları kapsayan istihdam politikaları olmalıdır. Bu konuda Gülüm yerel yöneticilerin bulundukları bölgenin tamamında işsizleri tespit ederek buna yönelik iş alanları ve istihdam olanaklarının yaratılmasının gerekliliği belirtiyor. Gülüm bu konuda bir diğer yöntemi ise şöyle ifade etti:
“Ücretleri düşürmeksizin çalışma saatlerini düşürürsünüz, örneğin işçileri kırk saat çalıştırmak yerine otuz beş saat çalıştırırsınız ve geri kalan beş saatlik çalışma süresi için istihdam olanağı yaratmış olursunuz ki bugün Avrupa’da tartışılan budur. Böyle bir politikanın kendisi söylemde dahi mevcut değildir”.
Sosyal haklar ve en önemlisi ücret çalışanlar ve sendikalar için oldukça önemli bir yerde durmaktadır. Emeğin hak ve özgürlüklerinin ücrete indirgenmesi sıkça rastladığımız bir durumdur. Ücret sendikacılığının, daha genel bir ifadeyle ekonomizmin aslında emeğe yönelik bir saldırı aracı olarak kullanıldığını görmek gereklidir. Hasan Gülüm’den CHP’li Belediyelerde kadrolu işçilerin daha yüksek ücret aldığını öğreniyoruz. Bunu yalnızca kadrolu işçilere verilen bir sus payı olarak görürsek yanılmış olmayız. Eğer işçi sınıfının bütünlüklü mücadelesi tek başına ekonomik mücadelesinden daha önemliyse Lenin’in ekonomistleri eleştirdiği sözleri hatırlamamız yararlı olacaktır: “…sadece en geniş siyasal ajitasyonu sırf iktisadi mücadeleye dayandırmakla kalmayıp, bu sınırlı ajitasyonun ‘en geniş ölçüde uygulanabilen’ ajitasyon olduğunu iddia etmeye kadar işi vardırdınız”[7]. Ücret emeğin haklarından yalnızca bir tanesidir ve evet en görünür ve somut olanıdır. Ancak asıl olan bütünlüklü ve uzun vadeli kazanımlardır. Bu da ancak sınıf perspektifli örgütlü bir mücadeleyle mümkün olabilir.
“Türkiye’ye 41 Söz Veriyoruz” başlıklı seçim çalışmasının bir başka maddesinde ise şu ifade yer alıyor “Kamuda 4/B ve 4/C uygulamalarına son verilecek, emek sömürüsü engellenecek. Söz veriyoruz”[8]. Daha önce değindiğimiz ve hepimizin bildiği üzere istihdama ilişkin önemli diyebileceğimiz bir sorun sözleşmeli, dönemsel ve taşeron çalışmanın yarattığı güvencesizlik, farklı statülerde çalıştırılıp aynı işi yapanların faklı ücretlendirilmesidir. Bu türden her ayrıştırma hem maliyetleri düşürmek hem de çalışanları parçalamak anlamına gelmektedir. Bu uygulamaların ikili bir yanı söz konusudur. Hem eş değerdeki işlere farklı ücretler verilmekte hem de çalışanları sözleşmeli, taşeron, kadrolu olarak ayırmakla birlikte mücadele olanakları tahrip edilmektedir. Hasan Gülüm ile yaptığımız görüşmede çalışanların ücretlerinin bütçeden en yüksek payı %30 ile Bakırköy Belediyesi’nden aldığını öğreniyoruz. Gülüm, bu farkın ücretlerdeki kısmi yüksekliğe değil, çalışan sayısının fazla olmasına dayandığını ve başka örneğinin de olmadığını belirtiyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2013 mali yılı bütçesinde personel giderleri toplamının, bütçe gelirleri toplamına oranının %8,4[9] olduğu belirtilmiştir. Konunun özeti şudur: İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde yaratılan değerin sadece ve sadece %8,4’ü çalışanlara verilmektedir ve bu elbette çalışanların eline geçen çıplak ücret de değildir. Bu yüzdeliğin mimarı elbette farklı statülerde ve düşük ücretle istihdamın gerçekleştirilmesidir. 4/B kapsamında sözleşmeli çalıştırma ve 4/C kapsamında mevsimlik ve dönemsel çalıştırma burada anlam bulmaktadır. Gülüm, yerel yönetimlerde bu statü faklarının kaldırılması mümkün olmasa da taşeron sisteminde bahsettiğimiz gibi emeği koruyucu uygulamaların her düzeyde belediyelerde her zaman hayata geçirilebileceğine dikkat çekmektedir.
Yazımın başında da CHP’nin yazılı ve sözlü kaynaklarında sendikal örgütlenme ve toplu sözleşme hakkını ele aldığını ifade etmiştik. Hepimizin bildiği üzere ülkemiz, sendikal hak ve özgürlükler açısından pek olumlu bir tabloya sahip değildir. Ülkemizde sendikal mücadele çalışanların haklarını toplu sözleşmeler yoluyla genişletmekten daha çok ilk basamak olan işyerlerinde örgütlenme çalışması düzeyindedir. Bunun nedeni ise bildiğimiz gibi yasaların sendikal hak ve özgürlükler açısından yetersizliği ve var olan yasal düzenlemelerin ise uygulanmamasından kaynaklanmaktadır. Belirtmek gerekir ki kamuda sendikal örgütlenme daha yaygındır. Yinelemek pahasına taşeron, sözleşmeli ve kadrolu gibi farklı statülerde çalıştırma sendikal örgütlenmeyi kamuda da güçleştirmektedir. Örgütlü ve güvenceli olanlar kadrolu çalışanlar, örgütsüz ve dolayısıyla güvencesiz olanlar sözleşmeli ve taşeron çalışanlardır. Belediyelerde gördüğümüz bu örnekleri de göz önüne alarak, CHP’li belediyelerde sendikal hak ve özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılmasına dair herhangi bir adımın var olup olmadığını sorduğumuzda Hasan Gülüm de iki noktaya değindi: Birinci dikkat çektiği nokta her partinin kendi sendikasını kurmasıdır. Yani çalışanlar eğer örgütleneceklerse partinin düşüncelerine yakın olan bir sendikada örgütlenmelidirler. Ancak bu yalnızca kadrolu işçiler için geçerlidir. Konunun ikinci noktasını kadrolu işçiler dışında kalan çalışanların örgütlenmesi sorunu oluşturmaktadır. Burada tablo tüm belediyeler nezdinde oldukça kötüdür. Taşeron ve sözleşmeli çalışanların sendikal örgütlenmelerinin önündeki engellerde neredeyse tüm belediyeler birleşmektedir. Hasan Gülüm bu konunun direk olarak demokrasiyle ilgili olduğunu şu şekilde açıklamakta:
“Fransız bir yazar demokrasinin iki ölçütünden bahseder, birincisi çalışanların örgütlenmesi önündeki engellerin kaldırılması ve ikincisi onun yaşamına verilen değer. Dikkatinizi çekmek isterim, herkesin düşüncesini rahatça söyleyebilmesi olarak tarif etmiyor. Biz demokrasiyi herkesin düşüncesini rahatça ifade edebilmesi olarak biliriz. Hayır, yanlış! İnsanın düşüncelerini özgürce söyleyebilmesi için çalıştığı yerde örgütlenebilmesi gerekmektedir. Tersten söylemek gerekirse, insan çalıştığı yerde örgütlüyse zaten kendini özgürce ifade edebilir, bu bir sonuçtur”.
Ulusal basında yer almasa da, bizim bildiğimiz, gördüğümüz, çok da önemli olduğunu düşündüğüm bir anekdot daha var. CHP’li birçok farklı belediye işçilerinin eylemlerine, direnişlerine rastlıyoruz. Bu durumu çok iyi gözlemeli ve incelemeliyiz. Eylem ve direniş elbette her alanda olabilmeli ve olmalıdır. Çünkü her koşulda mücadele edilmesi gereken konular vardır ve demokrasinin varlığı eylemleri beraberinde getirir. Bu belediyelerde gördüğümüz eylem ve direnişler taşeron şirketine bağlı çalışan belediye işçilerinin işten atılması ve dolayısıyla işçilerin işlerine geri dönmek için yaptıkları eylemlerdir. Bunlardan biri İzmir Karşıyaka Belediyesi’nde Kent A.Ş.’ye bağlı çalışan işçilerin 2009 yılındaki direnişiydi. Karşıyaka Belediyesi’ndeki işçilerin işi başka bir şirkete devredilmesi sonucunda 300 işçi işinden olmuştu. İşçiler kazandıkları kıdem haklarıyla birlikte işe iadeleri için aylarca çadırlarda direnmiş, Ankara’ya yürüyüş gerçekleştirmişlerdi. Aylar süren bu direniş, kamuda taşeronu bitireceğinden, güvenceli istihdam olanaklarından, bu işçilere kolluk kuvvetleri defalarca kez saldırırken çalışma hak ve onurundan bahseden CHP’li Belediye’de gerçekleşmiştir. Atılan işçilerden Hüseyin Ballıkuyu (Temizlik İşleri) durumu şöyle anlatmış:
“Konfederasyon başkanı Süleyman Çelebi de CHP ile birlikte hareket etmek için girişimlerde bulundu. ‘Burada hiç kimsenin burnu kanamayacaktır, herkesin işi aşı herkesin düzeni devam edecektir’ dediler bizlere. Ardından 29 gün sonra hiç sorgusuz, sualsiz, yargısız, 300 insan için infaz yapıldı. Bundan CHP’nin milletvekilleri de, genel başkanları da, il başkanları da aynı şekilde nemalanıyor. Bu olaya seyirci kalıyorlar. Şimdiye kadar CHP yönetimi hiçbir girişimde bulunmamıştır”[10].
Eylem ve direnişin tek örneği Kent A.Ş. işçileri değildir. Taşerona bağlı Maltepe Belediyesi işçilerinin, Beşiktaş Belediyesi işçilerinin işten çıkarılması nedeniyle birçok eylemlerini gördük. İşe iade mahkeme kararlarına, partiden aldıkları sözlere ve vaatlere rağmen işlerine alınmayan işçilerin çareyi CHP ilçe binalarını işgal etmekte bulduklarını görmekteyiz. CHP’li Belediyelerdeki işçilerin hak gasplarını kamuoyuna duyurabilmek ve haklarını alabilmek için CHP ilçe binalarını işgal etmeleri neredeyse bir adet haline geldi. Bu eylemler söz ve pratik arasındaki farkı görmek adına çarpıcı örneklerdir.
Görüşmemizde son olarak lider kisvesiyle öne çıkarılan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Mustafa Sarıgül ve dolayısıyla Şişli Belediyesi uygulamalarını inceledik. Hasan Gülüm Şişli Belediyesi çalışanlarının çalışma koşullarının ve ücretlerin ise diğer yerlere göre hiç de iyi olmadığını belirtmektedir. Ücretlerin düşük olduğu ve çalışanları değersizleştirmenin sıkça yaşandığı bir belediye olduğunu ifade etmektedir. Ancak diyerek ekliyor
“Kamu kaynaklarının kamuoyuna dönük kısmını kullanmayı iyi bilir ve yardımsever görünür. Sarıgül ülkenin yeni lideri olma yolunda ilerliyor. Büyükşehir Belediye Başkanlığı aynı zamanda bir liderlik denemesi olarak ele alınıyor. Bu açıdan ikinci bir Erdoğan olarak karşımıza çıkabilir.”
SONUÇ
Yazımızın en başında “CHP gerçek bir alternatif mi?” sorusunu sormuştuk. Bu sorunun cevabını istihdam nezdinde ararken birçok örneği ele almış olduk. Yazımızın sonuna gelirken muhalefet partilerinin verdikleri vaatleri hayata geçirmelerinin biricik yolunun iktidara gelmek olduğu yanılgısını yaratma ustalıklarını tekrarlamakta yarar var. Bu yanılgıyla masumiyet karinesine sığınabilmeleri onların en önemli dayanaklarından biridir. Bir diğer önemli dayanakları ise zayıf olan toplumsal hafızamızdır.
Alternatifliği tüm kesimler tarafından tartışılan CHP’nin ne kötünün iyisi, ne iyinin kötüsü ne de iyilerin iyisi olması söz konusu değildir. Konunun özü sömürü çarkını egemenler adına kimin daha iyi döndürebileceği meselesidir. CHP’nin bugün çizdiği “sol”, “sosyal demokrat” politik hat görüldüğü üzere zemine oturmamaktadır. Taşeron çalıştırmaya, güvencesizliğe, örgütlenmeye, çalışma saatleri ve koşullarına dair çizilen hat toplumu sisteme yedekleme çabasından başka bir şey değildir. Halkın malını yolsuzluklarla talan edenlere, halkın her türlü değerini hiçe sayanlara karşı yine sömürü, yolsuzluk ve değersizleşme getirmiş ve getirecek olandan bizim için değil ancak egemenler cephesinden alternatif olur. Hafızalarımızı diri tutarak bugünün emek cephesinden bakmak ve gerçek bir alternatifin ancak buradan filizlenebileceğini görmek gerçekçi olan olacaktır.
* Bu makale Marmara Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü 2013-2014 Bahar Yarıyılı Sosyal Planlama Dersi için hazırlanıp onaylanmıştır.
**Marmara Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri 3. Sınıf öğrencisi.
[1] London Scholl of Economics
[2] Gordon Smith, “Demokrasi – Yerinden Yönetim İlişkisi”, http://www.hubyar.eu/SiteFiles/makaleler/mak2.pdf, (13 Mart 2014), s.1
[3] Belediye-İş Sendikası İstanbul 2 nolu Şube Başkanı Hasan Gülüm’le ilgili görüşme 11 Mart 2014 tarihinde sendika binasında gerçekleştirilmiştir.
[4] CHP, “Çağdaş Türkiye İçin Değişim Programı-Cumhuriyet Halk Partisi Programı”, (13 Mart 2014), s. 21-22
[5] A.g.y, s. 59
[6] CHP, “Türkiye’ye 41 Söz Veriyoruz”, (10 Mart 2014), s. 24
[7] V.İ. Lenin, “Ne Yapmalı?”, Eriş Yayınları, 2003, s. 107
[8] CHP, “Türkiye’ye 41 Söz Veriyoruz”, s. 26
[9] İBB, “2013 Mali Yılı Bütçesi 2014-2015 Gelir Gider Tahminleri”, s. 195
[10] http://www.genel-is.org.tr/diger_incele.php?id=MzY5, (11 Mart 2014)
KAYNAKÇA
Bianet, 23 Kasım 2013, BELTAŞ İşçileri Kazandı
CHP, (2011) Türkiye’ye 41 Söz Veriyoruz
CHP, Çağdaş Türkiye İçin Değişim Programı-Cumhuriyet Halk Partisi Programı
Genel-İş, http://www.genel-is.org.tr/diger_incele.php?id=MzY5
http://www.bianet.org/bianet/insan-haklari/151606-beltas-iscileri-kazandi
http://www.hubyar.eu/SiteFiles/makaleler/mak2.pdf
İBB, http://www.ibb.gov.tr/tr-TR/Documents/haber/subat2013/ibb_2013_yili_butce.pdf
Lenin, (2003) Ne Yapmalı?, Eriş Yayınları
Smith, Gordon, Demokrasi – Yerinden Yönetim İlişkisi,
Sol Portal, 3 Eylül 2012, Maltepe Belediyesi işçilerine polis ve CHP’lilerden ortak saldırı!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.