Seçim takvimine ayarlı biçimde boca edilen bir yolsuzluk ve rüşvet gündeminin sath-ı mailindeki memleket gergin bekleyiş içindeydi, “25 Mart”ta “heybedeki büyük turp” çıkacak mı diye? Mübalağa psikolojik cenk olundu. İktidar cenahındaki bekleyişte gerginliğe ilaveten bir de korku, endişe ve panik mevzubahis olmalıydı ki adamlar işi halkın Twitter’a erişimini engellemeye kadar vardırdılar. Aklın ve sağduyunun yerini […]
Seçim takvimine ayarlı biçimde boca edilen bir yolsuzluk ve rüşvet gündeminin sath-ı mailindeki memleket gergin bekleyiş içindeydi, “25 Mart”ta “heybedeki büyük turp” çıkacak mı diye?
Mübalağa psikolojik cenk olundu.
İktidar cenahındaki bekleyişte gerginliğe ilaveten bir de korku, endişe ve panik mevzubahis olmalıydı ki adamlar işi halkın Twitter’a erişimini engellemeye kadar vardırdılar.
Aklın ve sağduyunun yerini korkunun en yalın hali bir kez almasın, interneti tamamen kapatıp ülkeyi taş devrine götürmeden Twitter’ın kökünü kazıyabileceğini bile sandırabilir muktedire…
Twitter âlemi yasağı takmadı; iktidar cenahı ise kendi kendisine Twitter’ı yasaklayıp bunu Türkiye Cumhuriyeti’nin gücü sanma “noktasında” tarihe geçti.
Bu arada memleketi dünyaya rezil etmişlerdi ama uluslararası camianın ne dediği onları ilgilendirmediğinden, bu yasaklama kararıyla Türkiye’ye verdikleri zarar da umurlarında olmuyordu.
Ezan ve İstiklal Marşı’nın yanı sıra, yasaya aykırılığını bile bile Türk bayrağını parti propagandasında kullanmak da, Suriye’de seçim öncesinde bir kriz ve çatışma mühendisliği yapmak da, en kısa yoldan tarifi “iktidar yitimi” olan bir gelecek korkusunun tezahürleridir.
“25 Mart”ta heybeden ne çıkacağı bilinmezken, özel hayata ve kişilik haklarına hayasızca, en rezil ve kötü biçimde tecavüz eden, belden aşağı bir darbenin gelmesini beklemek, insani yönden anlaşılabilir bir duygu haliydi.
Darbelerin en kötüsü, “ülkeyi yönetenlerin haremine girmek ve bunları tehdit unsuru olarak kullanmak”tı.
25 Mart’ta işte bu “en kötü”nün beklendiği, insiyaki biçimde mi olmuştur bilinmez ama dile getirilmiştir.
Nihayet, 25 Mart’ı 26 Mart’a bağlayan gece yarısında hışırtılı bir ortam dinleme kaydı internetekonuldu.
Kayıtta, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen bir ses, Deniz Baykal’ın CHP Genel Başkanı’yken özel hayatıyla ilgili gizlice kaydedilmiş mahrem görüntülerinin internete servis edilmesi talimatını veriyor…
Kayıt o kadar parazitli ki bazı bölümleri hemen hiç anlaşılamıyor. Ayrıca, ortamdaki diğerkişilerin sesleri ayıklanmış; sadece Erdoğan’a ait olduğu iddia edilen ses duyuluyor.
Kayıt, altyazısıyla birlikte servis edilmiş.
Sesin sahibinin Baykal kaydını izledikten sonra, “Şimdi yalnız yani bunun süratle bilinmesi lazım” dediği işitiliyor. Altyazıdaki konuşma ise “Hemen başlayın, hemen şeye yükleyin…” diye devam ediyor.
Dünkü Erdoğan’da ise, “25 Mart”ın beklendiği kadar kötü geçmemiş olmasından mıdır nedir, göze çarpan bir rahatlama vardı. Düzce’de düzenlediği mitingde şunları söyledi:
“Dün için ne diyorlardı? Kaos olacak. 25 Mart kaos. Ne oldu? 17 Aralık dediniz olmadı, 25 Aralık dediniz olmadı. Doldur boşalt, sizden yoğurt olmaz”.
Erdoğan, “25 Mart kaydı”nın da montaj olduğunu iddia etti ve “Böyle montajlarla filan bir yere varamazsınız. Ve yarım saat içerisinde kalkıp onu sosyal medyadan kaldıran bir başbakana bu saygısızlığı da yapamazsın. Biz inancımızın gereği bu tür ahlaksızlıkları yapacak kadar ahlaksız değilim” dedi.
Erdoğan’ın Baykal videosunu “kaldırmakla” övünmesinin bir kıymet-i harbiyesi yok.
Bir Başbakan’ın ülkedeki ana muhalefet partisi lideri hakkında internete düşürülmüş söz konusu videoya erişimi engellemekte ağır davranması, onu ya şüpheli durumuna düşürürdü ya da skandaldan siyasi fayda sağlamaya çalışan bir fırsatçı konumuna indirgerdi. Erdoğan o videoyu mecbur kaldıracaktı.
Ayrıca Erdoğan, Baykal’ın istifaya zorlanması için videonun internette yarım saat kalmasının yeterli olduğunu takdir edebilecek durumdadır.
Ancak Erdoğan, kaldırmakla övündüğü Baykal videosunu meydanlarda her fırsatta istismar etmiştir.
4 Mayıs 2011 Kastamonu konuşması tarihe geçmiştir:
“Yahu kendi eşiyle mi bir şey oluyor da özeli oluyor? Kendi eşiyle değil yahu, buna nasıl kendi özeli dersiniz? Bu özel değil, bu genel, genel. Bu genel bir ahlaksızlıktır.”
Erdoğan 17 Aralık’tan önceki konuşmalarında Baykal’a video komplosuyla ilgili olarak CHP’yi adres gösteriyordu. 17 Aralık’tan sonra ise bu kez yön değiştirdi ve “paralel yapı” dediği Gülen Cemaati’ni suçlamaya başladı. Erdoğan’ın bu tuhaf tezatlarını 10 Şubat 2014 tarihli yazımda irdelemiştim: (http://dunya.milliyet.com.tr/dedikodu-yapmayin-suclulari/dunya/ydetay/1834362/default.htm)
Deniz Baykal’a bu aşağılık komployu düzenleyen röntgenci siyaset mühendisliği çetesi ve azmettiricilerinin olayın üzerinden dört yıla yakın bir süre geçmesine rağmen hâlâ bulunup cezalandırılmamış olması elbette manidar.
Bu olayın bütün veçheleri ile hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde aydınlatılması, bundan sonraki hükümetlerin görevi olacak.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.