AKP-Cemaat çatışmasının merkezinde duran en önemli konulardan biri de Kürt sorununun çözümüne ilişkin devlet politikasının nasıl etkileneceği ve “çözüm” sürecinin politik yansımalarının nasıl olacağıdır. AKP, Cemaat’e karşı başlattığı savaşta, politik iktidarını korumak için çok kapsamlı yasal değişikliklere gitti. Seçimlerden sonra söz konusu yasal değişiklikler devam edecek. Ancak, tersten, tam bir yıldır devam eden ateşkese dair […]
AKP-Cemaat çatışmasının merkezinde duran en önemli konulardan biri de Kürt sorununun çözümüne ilişkin devlet politikasının nasıl etkileneceği ve “çözüm” sürecinin politik yansımalarının nasıl olacağıdır. AKP, Cemaat’e karşı başlattığı savaşta, politik iktidarını korumak için çok kapsamlı yasal değişikliklere gitti. Seçimlerden sonra söz konusu yasal değişiklikler devam edecek. Ancak, tersten, tam bir yıldır devam eden ateşkese dair tek bir adım atmış değil. Güncel politik gelişmelere göre hareket eden AKP’nin, bugünkü politik konjonktürel durum içerisinde girdiği ittifaklar, Kürt sorununun demokratik çözümüne dair herhangi bir adım atılmayacağını gösteriyor. Bu bakımdan Mart 2013 Newroz’undan bugüne kadar geçen süreçte, sürecin çözümüne ilişkin ciddiye alınacak bir değişimin olmaması AKP’nin temel bakış açısını ortaya koyuyor.
21 Mart 2013 tarihinde, Diyarbakır’da Öcalan tarafından hazırlanan barış deklarasyonu okundu. “Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun noktasına geldik” biçimindeki açıklama Kürt Özgürlük Hareketi tarafından çözüm sürecinin bir aşaması olarak görüldü ve süreç bütünlüklü olarak desteklendi. PKK, Öcalan’ın çağrısıyla tek taraflı ateşkes sürecini başlattı, elindeki tutsak askerleri tek yanlı serbest bıraktı, gerillanın Medya Savunma Alanlarına çekilmesi kararını fiili olarak yaşama geçirdi.
Silahların susması, çatışmazlık ortamının oluşması, asker ve gerilla cenazelerinin gelmemesi, toplumda ciddi bir beklenti yarattı. Toplumsal duyarlılığın artmasıyla çözüme ilişki beklentiler bir üst boyuta çıktı. Toplumun farklı politik eğilimleri ve sosyal grupları, barış ortamının oluşmasında Kürt Özgürlük Hareketi’nin gösterdiği duyarlılığı ve sorumluluğu fark etti. Böylelikle PKK’nin çözüm gücü olarak rolünü oynamak istediği de ortaya kondu. Öyle ki, bundan sonraki süreçte Kürt sorununun “demokratik çözümünün” kaçınılmaz olduğu, AKP’nin de bu yönden kapsamlı adımlar atacağı biçiminde çok yönlü yorumlar yapıldı. Ancak AKP’nin farklı tarihlerde hazırlamış olduğu paketlerin hiçbiri Kürt sorununun demokratik barışçıl çözümüne dair gerekli değişiklikler içermedi. Ama başka paketlerden milyon dolarların çıktığı görüldü.
17 Aralık ‘Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu’ ile başlayan süreç, AKP’nin Kürt politikasına bakış açısında bir değişiklik yaratmadığını, yaratmayacağını birçok yönüyle açığa çıkarttı. Geçmişte, AKP’nin Kürt politikasını belirleyen faktör Gülen Cemaati-AKP ittifakıydı. Bugün ise Ordu-AKP-Silivri-Diğer İslami Cemaatler ittifakı belirleyici. Ayrıca CHP-MHP-Gülen Cemaati ittifakına bakıldığında, sistemin Kürt politikasının bütünlüklü olarak stratejik ve aynı olduğu görülür. Birbirleriyle kıyasıya bir savaşa tutuşanlar Kürt sorununda aynı safta yer almakta tereddüt etmiyor. Özellikle AKP’nin belirlediği ve uyguladığı politikalara bakıldığında bu durum çok daha net olarak anlaşılır ve görülür.
2002 yılından bu yana Kürt sorununun demokratik çözüm perspektifine sahip olmayan AKP, Öcalan ile yürüttüğü diyalogların merkezine, devletleşmek için zaman kazanmayı koydu. Türkiye’nin en kırılgan noktası olan Kürt sorununda, çözümü değil zamana yayarak etkisizleştirmeyi esas aldı. Bunu yaparken devlet olarak PKK’nin tasfiye edilmesi için çok yönlü hamlelerini yaşama geçirdi. Bunun en somut iki örneği var: Birincisi Oslo görüşmeleri sırasında MİT heyeti ile KCK Heyetinin Medya Savunma Alanlarında yaptığı görüşmede, devletin özel kuvvetleri tarafından KCK Heyetine yönelik suikast girişiminde bulunulması ve 4 gerillanın yaşamını yitirmesi. İkincisi ise hedefinde Sakine Cansız’ın olduğu MİT tarafından gerçekleştirilen katliamdır.
Aradan bir yıl geçmesine rağmen, ciddi bir yankı uyandıran ama pratikte hiçbir değeri olmayan ‘barış’ sürecine dair herhangi bir adımın atılmış olmaması ve sürecin tamamen AKP’nin politikalarına göre belirlenmesi, bugün gelinen noktayı ifade ediyor. KCK Başkanlık Konseyi de bu durum karşısında şunu söylüyor: “[AKP] çatışmasızlığın sürmesini ve bu ortamda seçimlere ulaşmayı kendi açısından yeterli görmüştür. Bu açıdan bu büyük fırsatı seçimlere kadar oyalayıcı paketlerle geçiştirme dışında bir şey yapmamıştır.” Ayrıca, çatışmasızlık ortamını kullanarak, gerilla alanlarına yönelik çok kapsamlı hazırlıklar yaptığı ve özellikle kara harekâtında etkili olmak için karakol ve yol yapımına ağırlık verdiği, askeri-politik amaçlı yapılan barajların tamamlanması için yoğun bir çalışma içerisinde olduğu hemen herkesin gördüğü bildiği bir durum.
Siyasal muhataplık ve sağlıklı bir iletişim ortamının gerekliliği
16 Mart 2013 tarihinde Sendika.Org sitesinde yayımlanan makalemde şunları belirtmiştim: “MİT devreden çıkmalı ve siyasal aktörler devreye girmelidir. Bu süreç başlamadan adımların atılması anlamsızdır ve politik bir değeri yoktur. Öcalan, iletişim bakımından türlü teknik donanıma kavuşturulmalı, başta PKK olmak üzere toplumun farklı kesimleriyle ilişki kurabilmeli, farklı politik eğilimlere sahip kişi veya heyetlerin İmralı’yla giderek Öcalan ile görüşmeleri, tartışmaları sağlanmalıdır. Kürtlerin parlamentodaki temsilcileri gibi, diğer partilerle özellikle iktidar gücü olan AKP ile resmi görüşmelere başlamalıdır. Toplumun farklı kesimlerinin sürece dâhil edilmesi için politik talepler karşılıklı olarak netleştirilmeli ve kamuoyuna sunulmalıdır.”
2013 Newroz’undan önce belirtilen bu uyarılar halen geçerliliğini koruyor. Sistemin farklı klikleri arasındaki çatışma nedeniyle Ergenekon davası tutuklularının serbest bırakılmasına karşılık KCK davası tutsaklarının bir kısmının serbest bırakılması, Kürt sorununun çözümünde bir adım olarak görülemez. Birincisi; KCK’liler politik olarak rehin alınmıştır ve tamamı suçsuzdur. İkincisi; ezici bir çoğunluğu alacağı cezadan çok fazlasını yatmış durumdadır. Bu nedenle KCK davasında tahliyelerde olası bir artışın demokratikleşme ve iyi niyet belirtisi olarak görülmesi aldatıcıdır.
AKP, bugüne kadar kendisi tarafından oluşturulan tek taraflı projeyi yaşama geçiriyor. PKK’ye yönelik yaklaşımda hiçbir değişiklik olmadığı gibi Öcalan ile yapılan görüşmelerin AKP bakımından politik bir önemi bulunmuyor. Muhataplarıyla birlikte hazırladığı ve uyguladığı bir planın olmadığını her iki taraf da belirtiyor. Bu bakımdan geçen bir yıllık süre zarfında sürecin ne birinci aşaması tamamlandı ne de ikinci aşamasına geçiş için en küçük bir hazırlık yapıldı. Ortada ne resmiyeti olan bir görüşme ne de bir müzakere süreci var. Bunlar dün de bugün de AKP’nin gündeminde yoktu, yarın da olmayacak. Devletin bu politikası çok açık ve nettir.
KCK yöneticilerinin yaptığı bütün açıklamalar bu realiteyi doğruluyor:
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık: “Çoğunlukla diyalog, müzakere ve çözüm sürecinden söz ediliyor. Aslında ortada bir müzakere, bir çözüm süreci yoktur. Öyle çift taraflı yaklaşımlar da yoktur…”
KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Besey Hozatlı: “Bu kadar derin ve kapsamlı bir sorun sadece ateşkesle, sadece diyalog ile çözüme ulaşmaz. Bu mümkün değil. Bunun mümkün olmadığı da son bir yılda görüldü. Bir ay sonra bir yıl dolacak ve halen bu konuda hiçbir somut adım hükümet tarafından, devlet tarafından atılmış değil. Yasal herhangi bir zemin hazırlanmış değil. Bu yönüyle sürecin hiçbir yasal, anayasal garantisi yok. Aslında bir yıllık süreç hiçbir zaman çözüm süreci olmadı…”
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Karayılan da, “Çözüm süreci kendi içinde üç aşama olarak belirlendi: Birinci aşama olarak ateşkes yapılacak ve gerilla Kuzey’den geri çekilmeye başlayacaktı. Bu gerçekleşti. Ateşkes ilan ettik ve geri çekilmeyi başlattık. İkinci aşama ise yasal ve anayasal adımların atılması gereken bir dönemdi. Bunlar da Türk devletinin üzerine düşen görevlerdi. Ama Türk devleti ve AKP hükümeti ikinci aşamanın gereklerini yerine getirmedi. Yani bu dönemi başlatmadı. Bunun içindir ki süreç halen birinci aşamadadır. Yani birinci aşama bitmiş olmasına rağmen ikinci aşama başlamıyor…” diyor
AKP’nin politik bakış açısını ve mantığını az çok analiz eden herkes, Kürt sorunun çözümünde bir adım atmayacağını bilir. AKP, sürecin ilerlemesi için tek bir adım atmamışken, ‘sadece ateşkesle, sadece diyalog ile çözüm’ olmayacaksa, ‘ortada bir müzakere, bir çözüm süreci’ yoksa görüşmeleri sürdürmenin ne gibi kazanımı olabilir. Bugüne kadar sürecin ilerlemesi için Kürt tarafının ‘hiçbir önerisini kabul etmemiş, dikkate almamış’ bir AKP ile sürdürülen bir ilişkinin anlamı olmadığı çok net olarak anlaşılmış durumda.
3 Ekim 2013 tarihili yaptığım değerlendirmede şu ifadeler geçiyor:
“Kürtlerin politik tutumu ve kararlılığı süreci tersine çevirir. Bu realiteyi, neoliberal politik eğilimler de görüyor. Devletin Kürt Hareketinin politik kararlığından çok net emin olması gerekir. Bu bakımdan olması gereken şudur: Birincisi, KCK’nin ideolojik önderliğini yapan Öcalan süreçten çekilmeli ve artık muhatabın Kandil olduğunu açıklamalıdır. Devletin Habur ve Oslo süreçleri biliniyor ve bugün de aynı politika izleniyor. AKP, o zaman da Öcalan’ı oyaladı. Şimdi de aynısını yapıyor. Bu bakımdan Öcalan’ın alacağı tutum son derece önemlidir. İkincisi, müzakere somut bir plana bağlanmadan, resmi politik heyet görüşmelerine geçilmeden, heyetlerde kimlerin yer alacağı kamuoyuna önceden deklare edilmeden, Öcalan, sürecin dışında kalacağını ve çekileceğini deklare etmelidir. Bu tarz bir politik karar, Öcalan’ın gücü ve inisiyatifini çok daha artıracaktır.”
Bu değerlendirmem, Kürt Özgürlük Hareketini bağlayan bazı yazar arkadaşlarımızı kızdırdı ve isim verilmeden eleştiri konusu yapıldı. Peki, bugün, gelinen noktaya ne demeliyiz? KCK’nin yaptığı açıklamaya göre sürecin fiilen bittiğini ve pratikte hiçbir işlevinin kalmadığına göre Öcalan’ın süreci tek başına yürütmesinin politik bir anlamı kalıyor mu? Kalmadığı açık. Sorun Kürt Hareketinin ve Öcalan’ın çözüm için göstermiş oldukları kararlılık değildir. Bu biliniyor, ancak meselenin esası AKP’nin ve devletin böyle bir bakış açısına sahip olmamasıdır. Gerçek durum budur.
Kürtlerin stratejik çıkarları için AKP ile Gülen Cemaati arasındaki iktidar savaşındaki çelişkilerden yararlanılması gayet doğaldır. AKP’nin ve Cemaat’in ilişkilerinin hem uluslararası alandaki yansımalarını hem de iç politikadaki etkilerini hesaba katan Kürt Hareketinin çok yönlü taktik planları yaşama geçirmesi de mevcut politik ilişkilerin zorunlu bir sonucudur. Burada AKP’nin önümüzdeki iki yıllık süreç içerisinde alacağı politik pozisyon önemlidir. Zayıflayan bir AKP’nin Kürt sorununa bakışında bir değişiklik olabilir mi? Ya da AKP’siz oluşacak olan bir siyasal denklemde Kürtler nasıl bir politik planla sürecin aktörü olmaya başlayacaklardır.
13 Ekim 2013 tarihili, Sendika.Org sitesinde yayımlanan makalemde “Ortaya çıkan bölgesel ve iç politik denklem içinde belirlenecek politikaların ve stratejilerin ne olması gerektiğidir. Bugün, güçlü görünen AKP iktidarının ve esasen devletin, görüntünün tersine ciddi bir kriz içinde olduğu ve tıkanmaya başladığı artık çok net olarak analiz edilmelidir. Uluslararası alanda giderek yalnızlaşan bir AKP var, öyle ki uluslararası güçlerin, Erdoğan’ın yerine birini bulabilmek için yeni bir süreç başlattıkları anlaşılıyor” yazıyor. Bu bakımdan Türkiye’nin bugünkü iktidar çatışmasında AKP üzerinde bir hareket planı yapmanın yanlış sonuçlar doğuracağı gibi sistemin farklı klikleri arasındaki çatışmadan taraf olmak, özellikle AKP’ye yakın bir politik eğilimi yansıtmak yersiz ve anlamsızdır.
KCK, Türkiye’nin içinde bulunduğu politik krizini çok yönlü analiz ederek, AKP’nin bir geleceğinin olmadığını gördü ve bundan sonra AKP’nin Kürt sorunun çözümünde sistemin aktör gücü olmayacağına dikkat çekti:
“Şu anda AKP Hükümeti siyasal zeminini yitirip işlevini kaybederken, dış güçler her zaman olduğu gibi kendilerine bağlı ve çıkarlarına uygun bir politika izleyecek yeni bir iktidar bloğunu Türkiye’de hükümet yapmak istemektedir. Ancak AKP iç ve dış siyasal zeminini ve toplumsal desteğini kaybederken, dış güçler ve onların Türkiye’deki uzantıları yeni bir iktidar bloku oluşturup kendi hegemonyalarını sağlama konusunda zorlanmaktadır… Böylelikle AKP Hükümeti Önder Apo’nun başlattığı ve Hareketimizin de başarıya ulaşması için büyük çaba harcadığı demokratikleşme hamlesinin muhatabı olmaktan çıkmıştır.”
KCK yürütme Konseyi, 2014 Newroz’una iki hafta kala yaptığı açıklama politik olarak ne anlama geliyor?
– Türkiye’nin iç politik krizi, uluslararası ve bölgesel düzeyi bulunuyor. Önümüzdeki süreçte olası iktidar değişikliği için yeni politik aktörler hazırlanıyor.
– Devlet politik bir kriz içindedir. Sistemin farklı klikleri arasındaki iktidar savaşında Kürt Özgürlük Hareketi taraf değildir.
– Kürt sorunun muhatabı AKP değil, devlettir.
– Politik krizin merkezinde duran ve Kürt sorununun demokratik çözümü için hiçbir adım atmamış AKP muhatap olmaktan çıkmıştır.
– Kürtlerin, Alevilerin ve diğer ezilen etnik ve mezhepsel grupların sorunları bütünlüklü çözülmeden demokratikleşmen olmayacaktır. Bu bakımdan çözümün esas muhatapları, radikal demokratik güçlerdir. Gerçek çözüm onların ortak iradesi ve kararlığıyla oluşur.
– KCK yürütme Konseyi’nin yapmış olduğu değerlendirme aynı zamanda, Öcalan’ın 2014 Newroz’unda vereceği mesajın politik çerçevesini belirliyor. En azından kamuoyunda oluşan olgu budur. Böyle olup olmadığını birlikte görüp izleyeceğiz.
KCK’nin önümüzdeki politikası bakımından bize bir fikir verecek bir açıklama da Karayılan’dan geldi: “Son olarak seçim sonrasında adım attılar, attılar; atmadılar süreç bitmiştir. Yani bu adımlar seçimden hemen 1 gün sonra belki olmaz ama 1-2 hafta geçmesine rağmen adım atmazlarsa herkes bilsin ki bu süreç bitmiş olacaktır.”
AKP’nin ideolojik-politik stratejisi, oluşturduğu yeni ittifak güçleri ve daha önemlisi devletin politik yaklaşımı dikkate alındığında, seçimlere endeksli AKP’nin Kürt sorunun demokratik çözümüne dair ciddi adımlar atmayacağını gösteriyor. 2014 Newroz’undan sonra iki hafta değil, 2015 yılına kadar özel bir politika değişikliği olmayacaktır.
KCK, Karayılan’ın değerlendirmesi ekseninde mevcut politik durumu analiz ederek yeni bir politik strateji mi belirleyecektir? Yoksa seçime endeksli zamanın sürecine mi uyacaktır?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.