En sonda söyleyeceğimizi şimdiden söyleyecek olursak yukarıdaki başlık sürdürülebilir kâr’dan yeşil kâr’a ya da sürdürülebilir kapitalizmden yeşil kapitalizme de olabilirdi. Açıklamaya çalışalım.
1972 yılında Birleşmiş Milletlerin (BM) düzenlediği Stockholm zirvesinde çevre üzerinde tartışılır ve BM çevre programı (PNUE) ve BM kalkınma programı (PNUD) adlı iki kurumlar kurulur. Amaç çevre sorunlarını incelemek ve sorunları dünya gündemine taşımaktır. 1987 yılında toplanan Doğanın Korunması için Uluslararası Birlik “Koruma için Evrensel Strateji” adlı raporunda Sürdürülebilir Kalkınma (SK) kavramına ilk kez yer verir ki esasında bunun anlamı ‘Desteklenebilir Kalkınma’dır (Sustainable Develeopment). Yıllar içinde SK olarak kullanılmaya başlanmıştır. SK’nın ilk tanımlandığı yer ise 1987 yılında Norveç Başbakanı Gro Harlem Brutland’ın BM’e sunduğu “Ortak Geleceğimiz” adlı rapordur ve burada SK: ‘Gelecekteki kuşakların gereksinmelerini tehlikeye atmadan bugünkü kuşakların gereksinmelerini karşılayarak kalkınmayı sağlamaktır’ ve üçayak üzerinde durur: 1- Ekonomik İlerleme, 2-Toplumsal Adalet ve 3- Çevrenin Korunması. Ama daha çok ekonomik ilerleme ile büyümenin nasıl olacağı, çevrenin nasıl (ve kimler tarafından) korunacağı konularında daha fazla durularak insan boyutu geçiştirilir. Büyüme, toplumsal adalet ya da çevreye kimin, nasıl zarar verdiği sorgulanmaz ve kuşaklara seslenilerek top taca atılır. Bu üç amaca geriye dönük baktığımızda SK’nın kapitalist sistem tarafından nasıl kullanıldığını gösterir. Ekonomik ilerleme kâr oranlarının sürdürülebilirliğini korumaya devam etmiş ve sermaye birikimi bir bunalımdan diğerine sürüklenmiştir. Toplumsal adalet giderek artan toplumsal rahatsızlıkların ekonomi dışı zoru içeren polisiye önlemlerle de denetim altına alınmasına doğru yol almış ve zengin fakir uçurumu giderek artmıştır. Çevrenin korunması ise kâr sürdürülebildiği, egemen sınıflar ve özellikle oligarşi kendini koruduğu kadar gerçekleşmiştir ki çevrenin korunması eylemden çok, güzel, allı pullu sözlerin arkasında kalmıştır. Kapitalist birikim modeli birikimi SK alanına kaydırarak kendi amaçları doğrultusunda kullanmıştır ve çevreyi daha da kirleterek sürdürülebilirliğini sağlamıştır. Bu konuda da güzel masallar anlatmak konusunda uzmanlaşmıştır. Dünya kaynaklarını koruyoruz, herkes refahtan pay alacak, çevremizde artık rahat nefes alacağız, biyoçeşitlilik korunacak, fosil kaynaklardan yenilenebilir kaynaklara geçilerek enerji bağımlılığı azaltılacak, sera gazı salımlarına son verilecek, çılgın tüketim modelinden vazgeçilecek, kullan-at yerine geri dönüşümlü ürünler ve teknolojilere yer verilecek türü öykülerle bugüne gelinmiştir. İşte 1987 yılında beri sürekli kulaklarımızı tırmalayan ve bugün her yerde kullandığımız SK kavramı artık inandırıcılığını kaybetmiştir ve kâr oranının korunmasına yönelik bir aldatmaca olduğu ortaya çıkmıştır. SK kavramı bugünler de yerini başka bir kavrama bırakmıştır: Yeşil Ekonomi. Kimileri yeşil ekonominin SK’nın devamı olduğunu ileri sürerken kimileri de SK kavramı içinde ele alınması gerektiğini ileri sürerler. Ulusal ve uluslararası kuruluşların gözde kavramlarından biri haline gelse de tanım ve içeriği hakkında tam bir görüş birliği yoktur ve herkes kendi çıkarına göre kullanmaktadır. Çünkü kulağa hoş gelmektedir.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (PNUE) 2008 yılı finansal bunalım sonrası ortaya attığı ‘Yeşil Ekonomi için Girişim’ adlı program sonrası 2011 yılında 626 sayfalık SK ve fakirliğin önüne geçilmesi için ‘Yeşil Ekonomi’ye doğru adlı bir belge yayınlar. OCDE Rio+20 zirvesi için 25 Mayıs 2011 tarihinde yeşil büyüme stratejisi adı altında bir belge yayınlar ve bu amaçla oluşturulacak ulusal politikaları açıklar. Avrupa Birliği ise yeşil ekonomiye geçiş için ‘Europe 2000’ adlı strateji belgesiyle 10 yıllık akıllı, sürdürülebilir ve doğal kaynakların etken kullanımına yönelik bir programı 25 Mayıs 2011 yılında yayınlar. Asya Bilimsel Akademik federasyonu’nun (AASA) 26 üyesi 2009 yılında enerji, iklimsel ve çevresel değişiklikler, doğal kaynaklar ve kültürel perspektiflerle ilgili bir rapor yayınlar.2011 yılında sunmuş olduğu sentez raporuyla da yeşil yenilik yoluyla ekolojik kalkınma kavramına yer verir. Bunların dışında Dünya Bankası, Global Green Growth İnstitute, G20, Davos Forumu, Uluslararası Ticaret Odaları, Sivil Toplum kuruluşları (WWF)ve Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ICS), Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) gibi kuruluşlar da yeşil ekonomi ve yeşil istihdam konularında raporlar yayınlayıp bu işin dışında kalmadıklarını ve çevreye önem verdiklerini (!) göstermişlerdir. Peki, nedir yeşil ekonomi? PNUE’in raporuna göre en basit tanımıyla yeşil ekonomi sera etkili gaz salımını aza indiren, kaynakları rasyonel şekilde kullanan, büyüme, gelir ve istihdam sağlamaya devam eden ve eşitlik ve toplumsal bütünleşmeyi sağlayan bir ekonomidir. Bir başka tanıma göre ‘Çevreye saygı duyan, doğal kaynakları korumayı esas alan, kirlenmeyi ve zararlı sera gazı etkilerini azami ölçüde sınırlayan bir ekonomidir’. Çevreye verilen zararların önüne geçen, azaltan ya da ortadan kaldıran mal ve hizmetleri üreten kamu/özel kurum ve kuruluşların yarattığı ekonomik etkinlik olarak ta tanımlanmaktadır. Bir başka deyişle, çevrenin korunması, doğal kaynakların işletilmesi alanında eko-etkinlikler gösteren şirketlerdir. Ekolojik teknolojiler ya da ekolojik sanayiler kurularak karbon salımı azaltılacak, doğal kaynakların işletimi akılcı hale getirilecektir ve bu da büyümeyle uyum içinde sağlanacaktır. Yeşil ekonomiyle yeşil büyüme sağlanacaktır. PNUE yeşillenecek on bir önemli ekonomik sektörleri sıralar: Tarım, balıkçılık, ormancılık ve sular idaresi doğal sermayenin türevleri olarak önde gelir ve sürdürülebilir ve eşitlikçi işletme bu sektörlerde öncelikli olacaktır. Sonra doğal sermayeyle bütünleşen ve enerji, üretim, çöpler ve geri dönüşüm, inşaat (özellikle yalıtım), ulaşım, turizm ve kent ve yönetimleri gelir ki bunlarda ‘esmer’ sektörler olup az karbon üretecek ve enerji ve doğal kaynaklar konusunda daha tasarruflu olmaya çalışacaklardır. Sonrada yeşillenmenin sağlanması için gerekli teknolojik yatırımların, AR-GE araştırmalarının yapılmasını, kamu yatırım ve desteklerinin sağlanmasını, mevzuatın değiştirilmesini vb. gibi bildiğimiz politikaları önerir. Programda ele alınan fakirliğin azaltılması ya da önlenmesi konusunda ise ne nedenlerini araştırır, ne de sonuçlarından söz eder. Yeşil ekonomi ile sağlanacak büyüme, nasıl olsa her şeyin çözümünü bulacaktır. Yeşil ekonomiyle ilgili sistem içi ve sistem dışı (piyasa ile çözüm ve kapitalist sistemin değiştirilmesi gerekliliği) görüş ve eleştirilere geçmeden önce büyük reklamlarla ortaya atılan yeşil ekonomi örneklerinden birkaç tanesini gözden geçirelim. Nükleer enerji için 1974 ile 2008 arasında 56 milyar dolar harcanırken, enerji üretkenliği konusunda sadece 40 milyar harcanmıştır ve Fukuşima sonrası ise geleceği ve çöplerinin ne yapılacağı giderek sorgulanmaktadır.1980 yıllarında sentetik yakıtların ABD’de petrol ithalatının %25’i karşılayacağı öngörülmüştü ve 5 milyar dolarlık yatırımdan sonra program iptal edildi. Çünkü %25 yerine sadece %2’lik bir yüzdeye ulaşılabildi. Biyoyakıtlar konusunda aynı söylemler geçerli oldu ve harcanan yıllık 20 milyar dolar desteklemelere karşın şirketler havlu atmaya başladılar. ABD’de 2020 yılı için öngörülen 60 milyar litre selülozik etanolun üretilemeyeceği ortaya çıktı. GDO’lar ise başka bir düş kırıklığı. Biyotekonolojide harcanan 16 milyar dolar sonucu ortaya piyasada satılabilecek sadece 4 ürün çıktı ve bunlarında geleceği hem şüpheli, hem de zararlı. Rüzgâr enerjisi ise birkaç ülke dışında (Danimarka, Almanya) acele işe başlamanın sıkıntılarını yaşamaktadır. 2001 yılından beri AR-GE için 50 milyar dolardan fazla harcanan nanoteknoloji alanında ise henüz belirgin bir sonuç olmadığı gibi çevre ve insan sağlığı konusunda kuşkularda sürmektedir. Neden istenen hedeflere ulaşılmadı? İki yönden ele almak mümkün. Birinci grupta piyasayı ele alanlar var. Önce büyüme ile yeşil teknoloji ve getireceği yeşil ekonomi arasında çelişki yoktur. Bu grupta da kimileri kapitalist büyümenin, üretim ve tüketimin sorgulanarak daha az büyümeye geçilmesini önerirler. Yeşil ekonomiye nasıl geçilecek? Önce çevre ve kaynaklarının parasal değerini saptayarak, doğanında finans al sermaye, beşeri sermaye gibi ‘doğal sermaye’ olduğunu kabul etmek. Sonra, bu sermayenin ve ekolojik izi düşük teknolojilerinin yeni bir büyüme kaynağı gibi yaşayabilir ve kârlı olduğunu kanıtlamak ve son olarak ta piyasa politikaları ve düzeneklerinin yaratılarak kamu ve özel yatırımların daha fazla çevresel ve toplumsal ölçütlerini içermesini sağlamak. Piyasa ekolojik bunalımı (ve diğerlerini: iklimsel değişiklik, enerji kıtlığı, yetersiz beslenme) çözmeye yeterlidir yeter ki gerekli önlemler alınsın. Doğanın ticari değeri olmadığından piyasa tarafından değerlendirilemiyor, dolayısıyla yatırım da yapılmıyor. Serbest piyasanın eksikliklerinin giderilmesiyle (ekonomik öngörüsüzlük, yetersiz değerlendirme, kötü yönetim üretim potansiyelini yeterince harekete geçirememe, ücretlerin yüksekliği, bürokratik engellerin kaldırılması gibi) yeşil büyüme sağlanacak ve çevre sorunları da çözülecektir. Gelişmekte olan ülkeler de gelişmiş olan ülkelerin yeşil teknolojilerinden yararlanarak(satın alma, bağış, patent yollarıyla)çevrelerini koruyacak ve yeni bir büyümeyle karşılaşacaklardır. Gezegeni geleceği de buna bağlı kalacaktır.
Kapitalist mantığı, piyasa modelini eleştirenler önce doğanın fiyatı olmadığını ileri sürerek kapitalist sistemin ve birikim modelinin çevrenin yıkımının ilk sorumlusu olduğunu ifade ederler. Kimi makale başlıkları da bu düşünceyi kısaca özetleyebilir: ‘ Yeşil ekonomi: yeni düşman’, ‘büyük finans ve ekonomi lobilerinin Truva atı’, ‘yeni Washington uzlaşması’, Ekolojik yeni sömürgeleşme’, ‘sermaye için yeni cennet’, ‘sahte çözümler’, ‘kuzu postuna bürünmüş kurt’. Kapitalist birikim modeli girdiği bunalımdan çıkmak için yeni alanlar, sektörler, çıkış yolları bulması gerekir ve nedense de dünyamızda yapılan büyük zirveler hep bunalımlar sonrası otaya çıkar. Yeşil ekonomide 2008 bunalım sonrası ortaya çıkmıştır, SK’nın da petrol şoku sonrası çıktığı gibi. Sistem yeşil teknolojiler gibi (bilgi teknolojileri, biyoteknoloji gibi) bir yenilik dalgası etrafında sosyoekonomik yeni bir paradigma yaratarak bunalımı atlatmaya çalışır. Sistemik bir yeniden sıçrayış sağlaması için göz boyaması, zirveler düzenlemesi gerekir ki kâr oranının düşüşünü engelleyebilsin. Rio+20 konferansı ve yeşil ekonomi çerçevesinde yürütülen görüşmeler ticaretin ve yatırımların serbestleştirilmesinin sorgulanmasından çok güçlendirilmesi üzerinde yürütülmüştür. Gezegenin karşılaştığı önemli sorunlar karşısında alınacak acil önlemler yerine dünya genelinde iktidarın yapısına dokunmadan ve egemenlik ve sömürü ilişkilerini değiştirmeden ve de en önemlisi sorunları yaratanın kapitalist sistem olmadığını kabul etmeden çevre sorunlarını çözmek için söylenenler bir göz boyamadan öteye gitmemektedir ve gezegenin bugünkü durumu da, tüm zirvelere (ve zırvalara) karşın bunu göstermektedir. Gezegen herkesin ortak bir varlığıdır ve ticarileştirilmesi düşünülemez. İnsana ve yaşadığı çevreye saygı gösterecek, gezegenin sınırlarına saygı gösterecek, değişim değeri yerine kullanım değerini öne çekecek, özelleştirme yerine paylaşımı, ortak kullanımı sağlayacak, kalkınmanın meyvelerini hakça ve eşitçe dağıtacak, tekleştirmenin yerine çeşitliliği ve kültürlerarası diyalogu koyacak, ortak çevremize her birimizin ve herkesin erişimini sağlayacak bir sisteme geçmek zorundayız.