Gençlerin, özellikle henüz işyerlerinden kopmamış genç işçilerin, sendika aktivistlerinin mutlaka tanımaları gereken çok etkileyici ve çok önemli bir sendikacı, Memet Ertürk. Onu, kendi sözleriyle ve kendi kalemiyle –ki çok güçlü bir kalemi vardır- bir solukluk da olsa genç kuşaklarla buluşturmak, birkaç küçük notu paylaşmak istiyorum. 12 Mart’tan çıkış yılları Türkiye’de solun, sosyalist solun giderek artan […]
Gençlerin, özellikle henüz işyerlerinden kopmamış genç işçilerin, sendika aktivistlerinin mutlaka tanımaları gereken çok etkileyici ve çok önemli bir sendikacı, Memet Ertürk. Onu, kendi sözleriyle ve kendi kalemiyle –ki çok güçlü bir kalemi vardır- bir solukluk da olsa genç kuşaklarla buluşturmak, birkaç küçük notu paylaşmak istiyorum.
12 Mart’tan çıkış yılları Türkiye’de solun, sosyalist solun giderek artan bir ivmeyle yükseldiği yıllar olmuştu. TKP’nin aslında Türkiye içinde etkisini 1975’ten sonra hissettirmeye başlayacak olan 1973 Atılımı, 1974’te TSİP’in, 1975’te TİP’in kurulması, öğrenci gençliğin hızla örgütlenmesi, CHP’de Ecevit rüzgârı… Ve bu yükseliş sendika hareketini de önüne katmıştı. Memet Ertürk bu koşullarda, 1975 yılında TKP’ye katılmıştı. Ertürk 31 Mayıs 2011 tarihli elektronik mektubunda bu yılları şöyle anlatıyordu:
Benim açımdan 1973 ve1974 tarihleri iki düşünce arasında bir seçim yapma dönemi olmuştur. Birincisi: Fabrikalardaki ilerici binlerce işçiyi de kurucu üye olarak kapsayacak kitlesel legal bir sosyalist partinin kurulması. İkincisi: Uluslararası komünist hareketin resmen tanıdığı TKP’nin yeniden örgütlenmesi çalışmalarına katılmak.
“12 Mart askeri müdahalesi sonucunda üyesi olduğum legal bir parti olan TİP’in kapatılması; benim, yeni kurulması düşünülen legal bir sol partinin de Türkiye’de fazla yaşama sansı olmayacağına karar vermeme neden oldu. Ben 1974 yılında fabrikalarda kendilerini sosyalist olarak tanımlayan binlerce ilerici işçi arasındaki sevgi ve güven bağının merkezinde bulunuyor ve abartmadan bir saat içinde on binleri harekete geçirebilecek güce sahip olduğumuzu biliyordum.
“1974 Maden-İş kongresi sırasında Hiç birimiz Partili değildik, zor dinlenen bir radyo yayınının dışında ne Türkiye de ne de yurt dışında parti kurumlarından da söz etmek mümkün değildi. Eğer Aydın Meriç bir gün konuşur da, Partiyi aramak için yurt dışına çıktığında bir Parti Merkez Komitesi oluşturabilmek için hangi zorluklarla karşılaştığını hiçbir şeyi saklamadan anlatırsa emekçilerin politik gelecekleri için önemli bir ders olur.”
Maden-İş’in 1974 kongresi, sendikanın gençleşme ve sola/sosyalist sola açılma hamlesi olmuştu. O dönemde Ertürk Maden-İş Sendikası İstanbul 6. Bölge Temsilcilisidir. Ve kongrede yürütme kuruluna adaylığını koyan genç sendikacılar arasında, onların en başında Ertürk vardır. Sosyalist bir genç sendika önderi olarak… Yeni kuşak, değişim istemektedir. Yeni bir sendika anlayışı önermektedir. Ertürk, 3 Mayıs 2010 günü yaptığımız sözlü tarih çalışmasında o dönemi, Kemal Türkler’i ve Türkler’le olan ilişkilerini şöyle anlatmaktadır:
[Kemal Türkler] 74 kongresinde, beni aday göstermemek için benden önce 25 tane aday gösterdi. Düşünebiliyor musun? (…) Biz geldiğimizde 74 kongresinde, Kemal Türkler halk sektörünü savunuyordu… Karar aldırmıştı sendikada… Bilmem kaç milyon lira halk sektörüne sendikanın parasını yatırmak üzereydi. Biz geldiğimizde. (…) Ama çok onurlu bir sendikacı olmuştur. Kemal Türkler çok onurlu bir sendikacı olmuştur. Hiçbir zaman için taviz vermemiştir, işçi sınıfının onurundan, gururundan. Ne alabiliyorsa onu tutup koparmıştır Kemal Türkler.
“… Biz geldikten sonra, ‘Evladım’ dedi bana, ‘Sende ben kendi gençliğimi görüyorum.’ Ve her şeyi bize bıraktı. Biz ne diyorsak o olurdu. Bize güven duydu. Ve bize bıraktı. Hatta DİSK’i bile. DİSK’i bile. Ben DİSK’in hiçbir yönetiminde olmadım ama DİSK konusunda bir sürü kararı ben rahatlıkla alabiliyordum.”
Ertürk sıradışı bir sendikacı profili çizmiştir. Anlattıkları arasında onun sendikacılık ve kişilik özelliklerini çok iyi yansıttığını düşündüğüm, beni çok etkileyen ve çok da bilinmeyen bir anekdotu da gene 3 Mayıs 2010 tarihli ses kaydından aktarmak istiyorum:
Ben sana bir hatıramı da anlatayım, sen DİSK sendikacılarının bazı toplu sözleşmelerdeki tutumlarına da değindin… Bir gün DİSK’te oturuyorum, genel sekreterin odasında. Bir adam geldi. Tek başınayım. Kimse yok. Yaşlıca bir adam… Korkarak girdi odaya. Dedim, ‘Kimi arıyorsunuz? Buyurun.’ Dedi ki, ‘Bir yetkili arıyorum’ dedi. ‘Buyurun’ dedim, ‘Bana söyleyin.’ Oturdu karşıma. Dedi ki, ‘Evladım’ dedi, ‘Bak biz (…) Sendikası, (…) Bey’le bir sözleşme imzaladık’ dedi.(*) ‘Nisan ayında imzaladık’ dedi. ‘Ağustos sonuna kadar grev devam edecekti, bu sözleşmeyi Ağustos sonunda açıklayacaktık, imzaladık diye, Ağustos geçti grev devam ediyor hala, ben bu sözleşmeyle [sendikayı] mahkemeye vereceğim’ dedi. Dedim, ‘Ver şu sözleşmeyi bakayım bana.’ Aldım, gerçekten sözleşme imzalanmış. Ta Nisan’da imzalanmış, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos’ta grev yapılacak, ondan sonra bu imzalanmış sözleşme, imzaladık diye su yüzüne çıkacak. ‘İyi’ dedim, ‘Ben yönetimle görüşeyim, bunu bana bırak, seni ararız’ dedim. Adamı gönderdim. Aldım [sözleşmeyi.] Kemal Türkler’e [gittim]. Dedim ki, ‘Bak biz canımızı koyuyoruz DİSK’in prestiji için, DİSK’in ilkeleri için… Bu ne iştir.’ O da aldı, ne yaptılar bilmiyorum ama ben ne yaptım? Ben Cağaloğlu’na bir çadır kurdum. Önce hapsettirdim, (…) ile (…) (söz konusu sendikanın genel başkanı ile bir yürütme kurulu üyesi) fabrikada hapsettirdim, üç gün. Aldılar işçiler kapattılar onları içeriye. Sonra Cağaloğlu’na çadır kurdurdum, bütün grev fotoğraflarını onunla aldık, bir Hasan vardı Sarıyer’de oturan, Hasan Uzun. O da açlık grevine yattı. Cağaloğlu’ndaki çadırda. O sözleşmeyi de sergiledik orada. Aşağı yukarı bir, on beş, yirmi gün kaldı. Rezil oldular herifler. Onun için beni hiç sevmezler, bir sürü insan beni sevmez.”
Sevmeyenler vardır ve bu çok da anlaşılabilir elbette ama işçiler tarafından da çok sevilen bir sendikacı, bir işçi önderi olmuştur Ertürk. Maden-İş’ten kopuşuysa çok dokunaklı bir başka öyküdür. Maden-İş ve TKP tarihinin kesiştiği, iç içe girdiği günlere dair, yalnızlaştırılan bir insanın öyküsü… Artık bu öykünün de sırası gelmemiş midir?
____________
(*) Bu sendikanın ve genel başkanının ismini şimdi açıklamak istemiyorum, bunun bugün için bir önemi de olmadığını düşünüyorum.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.