Şimdi, öncünün, demokratik devrimin yürütücü-öncü öznelerinin görevi, “Yeni bir toplum” olasılığının “kendisi” olmayı başarmasının, başka güçlere karşı kendisini ve kendi öz çıkarlarını dayatmasının toplumsal bilinç ve pratik zeminlerinde önünü açmaktır. Her türden “kuyrukçuluk” işçi sınıfına ve halka ihanet düzeyinde ağır bir suç olacaktır Haziran İsyanı, halkın yüksek gerilimli öfkesini ve özlemlerini açığa çıkarıp, yarattığı toplumsal […]
Şimdi, öncünün, demokratik devrimin yürütücü-öncü öznelerinin görevi, “Yeni bir toplum” olasılığının “kendisi” olmayı başarmasının, başka güçlere karşı kendisini ve kendi öz çıkarlarını dayatmasının toplumsal bilinç ve pratik zeminlerinde önünü açmaktır. Her türden “kuyrukçuluk” işçi sınıfına ve halka ihanet düzeyinde ağır bir suç olacaktır
Haziran İsyanı, halkın yüksek gerilimli öfkesini ve özlemlerini açığa çıkarıp, yarattığı toplumsal direnç ve gerilim ağlarıyla aşağıdan ve çevreden iktidar alanını sarıp sarmalayarak, AKP hükümetinin ve kurucu öncülüğünü yaptığı sermayenin yeni rejiminin bütün kurulu dengelerini sarstı, sarsmaya da devam ediyor.
Ülkede her şey hareket halinde. Halkın kendine güven kazandığı, sokağa çıkıp çıkarlarını savunmayı öğrendiği bir dönemin içindeyiz. Egemen oligarşinin iç uyumu-dengeleri bozuldu. Birbirlerini yumruklayarak yeni dengeler kurmaya çalışıyorlar.
Ortadoğu’nun mayınlı coğrafyasında kolay av peşinde koşan ucuz hesaplar, küresel güç dengelerinin bölgedeki izdüşümüne çarpınca, dağılarak yok oluverdi. Şimdi düşülen “zavallı yalnızlık”, emperyalist güçlerin beklentilerini karşılayamayan bir “zayıflık” yaratıyor. O hizmetleri yerine getirme ya da iktidarı terk etme zorlaması farklı biçimlerle AKP’ ye dayatılıyor ve yüksek gerilim taşıyor.
Dünya ekonomik krizinin güncel durumu da, Türkiye’yi saran kriz dalgalarıyla somut-güncel sonuçlar üreterek, şişirilen bütün balonları patlatacak bir dizi gerilim üretiyor.
“Devrimci Halk Savaşı”ndan Rojava’ya uzanan bir hareketli-savaşçı noktadan başlayıp, “Çözüm Süreci”nin ve meşru halk hareketinin öne çıktığı bir noktaya dek uzanan bir zemine yerleşen Kürt Halk Hareketi’nin zorlaması, iktidar alanını zorlayan başka bir gerilim eksenini oluşturuyor.
İşte, henüz bir anayasal güvenceye bile sahip olamayan AKP öncülüğünde kurulan sermayenin “Yeni Rejimi” ve onun iktidar alanı, farklı odaklardan ivme alıp üstüne yüklenen bütün bu gerginliklerin zorlamasıyla sertçe sarsılmaya, kimi liberallerin kopuşlarıyla alan kaybetmeye ve en sonunda da Cemaat’le kurulan ana-kurucu ittifak alanının çatlayıp dağılmasıyla çözülmeye zorlanıyor.
27 Mayıs ve 12 Eylül askeri darbeleri, kendilerinden sonrasında yeni bir dönem başlatmışlardı. Şimdi, Haziran İsyanı’yla başlayan yeni bir dönemin içindeyiz.
O yeni tarihselliği netçe kavramalı ve isyan ederek yeni dönemi başlatan halkın hareket halindeki var oluşundan “Yeni bir toplumun” doğuşunu netçe görmeliyiz. O, henüz zayıf, potansiyel olarak varlığı olgusallığından çok daha güçlü; ama var, biliyoruz, görüyoruz, şayet tarihsel bir konumdan bakarsak olası var oluş biçimlerinin müthiş zenginliğini de görebiliriz.
Bakışımızı güncel gerilimlerin ötesine taşımalı, yeni tarihselliğin içinde doğmaya çalışan yeni toplumun meşru zeminde hayat bulup güçlenmesi için, onun kendine özgü potansiyellerini açığa çıkarmaya odaklanmalıyız. O güçlenme, onun kendi hedeflerini-ufkunu şekillendirmesiyle, güncel hareketini o ufka doğru akan bir sürecin içine yerleştirmesiyle kolaylaşır, önü açılır.
Şimdiki en güncel bir hareket bile artık, Gezi’den sonra, ancak yeni toplumun halkçı-devrimci var oluş potansiyellerinin gerçekleşmesi-fiilileşmesi olarak yaşanırsa, tarihsel ve kalıcı kimlik kazanacaktır.
Şimdi, her biri önemli olan karmaşık güncel taktiklerin ötesine sıçramak, o taktiklerin kendisini bağlayacağı stratejik hedefi-hedefleri de öne çıkarmak gerekiyor. Demokratik devrimin güncelleştirilip, anti-kapitalist toplumsal hareketlerle beslenerek günümüze özgü bir yapıya kavuşturulması ve sivriltilmesi gerekiyor.
Evet, sadece var olanı eleştirmek yetmez. Sadece sömürüyü sınırlandırmak, baskıyı azaltmak, bazı haklar kazanmak da yetmez. Bütün bunlar önemlidir ve güncellik bu çatışmalarla geçecektir. Ama bunlar günün “taktik” problemleridir.
Şimdi, “Gezi sonrasında” ve bunca karmaşa içinde, yeniden ve özellikle sivriltilmesi gereken ise; sokağa çıkan halka umut veren, dağınık mücadelelerin dolayımlarla birbirine bağlanmasını, düğümler atarak direnişçi toplumsal denge noktaları oluşturmasını ve bir ağ içinde toplanmasını kolaylaştıran hedefi-hedefleri gösteren “stratejik” duruştur.
Sorun aslında çok basit: Nasıl bir yaşam istiyoruz, ona nasıl ulaşabiliriz?
Siyasal düzenin biçimiyle işe başlayabiliriz.
Demokratik Cumhuriyet, toplumsal özgürleşmenin önünü açabilecek bir biçimdir.
Demokratik Cumhuriyet
Demokratik Cumhuriyet, yerel meclislerin/belediyelerin-komünlerin özgür iradeleriyle aldıkları “birleşme” kararıyla oluşur. Birleşen yerel meclislerin “ayrılma” hakları da vardır. Her il, her belediye kendi tam özerkliğine sahip olmalıdır.
Yerel meclisler, halkın söz, yetki ve kararının mümkün olan en doğrudan biçimlerde somutlaştığı, halkoyuyla seçilen kurullardır.
Merkezi devletin yerel üzerindeki kontrol ve hegemonya araçları olan ve devlet tarafından atanan bütün kamu görevlileri ortadan kaldırılmalı, halkın parasıyla halk üzerinde egemenlik kuran bu merkezi -bürokratik aygıt, bu yüzyılların “saltanat makamları”- başta valilik ve kaymakamlık olmak üzere tarihin çöplüğüne atılmalıdır.
Bütün iktidar, doğrudan halk temsilcilerinin elinde toplanmalı, o temsilciler de halk tarafından sürekli denetlenmelidir.
Başta yargı ve emniyet güçleri olmak üzere bütün kamu görevlileri halkoyuyla seçilmeli, yerel meclislere bağlı olmalı, yapıp ettiklerinden sorumlu olmalı, ortalama işçi ücreti almalı, kendilerini seçen halk tarafından sürekli denetlenmeli ve geri çağrılabilmelidir.
Yerel meclislerin-komünlerin özgür birliği olan Demokratik Cumhuriyet, o birliğin yerellerin tümünü ilgilendiren genel işlerini, doğrudan demokrasinin güncel bütün imkanlarını kullanarak ve onların yetmediği yerlerde yerel meclislerin seçtiği ve geri çağrılabilen temsilciler aracılığıyla yürütür.
Bu özel faaliyetin, toplumsal var oluşa hizmetten kopuşup bir bürokratik kasta dönüşerek kendisini seçenlere karşı bir kalıcı üstünlüğe sahip olmaması için anayasal önlemler alınmalıdır. Halktan bağımsızlaşarak parazitleşip urlaşan merkezi-bürokratik organlara karşı, halkın isyan hakkı anayasal güvenceye sahip olmalıdır.
Demokratik Cumhuriyet, bütün inançlara ve etnik kimliklere kördür. O, bir inanç ya da etnik kimlik taşımaz. Herkes istediği inanca girip çıkabilir ve herkes kendi etnik kimliğinin değerlerini koruyup taşıyabilir, isteyenler de kendisini herhangi bir inanç ya da etnik kimlikle ifade etmeyebilir.
Demokratik Cumhuriyet, kamu işlerini düzenleyen kurallarla dini inançlara ait kuralları birbirinden ayırır.
Demokratik Cumhuriyet, erkek egemenliğinin binlerce yıldır farklı biçimlerde boyunduruk altına aldığı kadınlara, toplumsal yaşamın her alanında pozitif ayrımcılık uygular.
Demokratik Cumhuriyet, en zenginle en yoksulu eşit oranda vergilendiren dolaylı vergilerin tümünü iptal eder ve servet vergisi başta olmak üzere doğrudan vergilendirme yoluyla kamu hizmetlerinin masrafını karşılar.
Demokratik Cumhuriyet, içinde yaşayan herkesin asgari yaşam standartlarını sağlamakla görevlidir. Sağlık hizmetleri herkes için eşit kullanıma açık olmalıdır.
Demokratik Cumhuriyet, devletten ve dini kurumlardan bağımsız ve parasız eğitimin herkese eşit olarak ulaşmasının koşullarını yaratır.
Demokratik Cumhuriyet, kapitalizmin sınırsız saldırısı altında ekolojik dengeleri bozulan doğayla insani toplumsal var oluşun uyumunu sağlamayı hedefler. Kapitalizme özgü toplumsal üretim ve tüketim düzeni, yerleşim ve ulaşım gibi temel toplumsal alışkanlıklar da, bu hedefe uyumlu olacak biçimde yeniden oluşturulur.
Demokratik Cumhuriyet, “o güne kadar toplumun sırtından geçinen onun özgür hareketini kötürümleştiren asalak devlet tarafından emilen tüm güçleri, toplumsal gövdeye geri” verir.
Sermaye ne olacak?
Peki, Demokratik Cumhuriyetin toplumsal özü nasıl olmalıdır? Hangi toplumsal yapı, Demokratik Cumhuriyet biçimini halkın çıkarlarına en uyumlu olacak zemine yerleştirir.
Bu biçime en uygun öz, içine hapsedildiğimiz kapitalist toplumun merkezinde yer alan sermayenin ve onun somut-tarihsel hareketinin toplumun bağrından sökülüp atılmasıyla kendisini gerçekleştirebilir.
Sermayenin mülksüzleştirip modern köleler haline soktuğu işçi sınıfının, anti-kapitalist toplumsal hareketlerin ve devrimci-demokrasi ve demokrasi güçlerinin birbirleriyle etkileşim içinde yürüteceği hareket, o hareketin içinde toplumun ve bireylerin bütün potansiyellerini özgürce gerçekleştirmeleri; işte, Demokratik Cumhuriyetin içini dolduracak en uygun öz bu somut-tarihsel hareket olacak ve onu bizzat halkın hareketinin istemlerine bağlı olarak yeni biçimlere doğru zenginleştirecektir.
Ancak, gerçek yaşam o hedefe doğru gidişte bir dizi engel, direnç ve sürtünmelerle doludur. İşçi sınıfı, anti-kapitalist toplumsal hareketler, toplumun üstüne çullanan Bizans-Osmanlı artığı devletin baskılarına tepki duyan devrimci-demokrat ya da demokratik güçler ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin ittifakının yürütücü-öncü özne olacağı demokratik devrim sürecinde, hedefe doğru atılan her adımda, ittifak güçlerinin geliş-gidişleri ve güç dengeleri üzerinden tutum geliştirilecektir.
Sermayenin ana gücü “finans-kapitalin tasfiyesi” bir ara hedef olarak sivriltilebilir. Güncel güç dengelerinin daha geride ya da ileride başka bir dizi uzlaşmayı da dayatacağı bellidir.
Venezüella’da yaşananlar herkes tarafından takip ediliyor. Günümüze özgü bir “İkili İktidar” durumu, bir dengede tutunmak, o dengenin halk güçlerinin çıkarlarının sermayeye dayatıldığı ve üstün geldiği bir noktada kurulması da yaşanabilir.
Gezi’nin doğurup toplumsal yaşamımıza fırlattığı “Yeni bir toplum” olasılığı, demokratik devrimin toplumsal güçlerinin her hareketinde biraz daha fiilileşiyor, hayat bulup biçim kazanıyor, serpilip saçılıyor ve sermayenin düzeninin karşısında fiili-meşru bir toplumsal alan/mekan olarak oluşuyor. Sonrasında ayakta kaldığı her gerilim ve çatışma, onun özgün var oluşunun güçlenip kalıcılaşmasına can suyu veriyor.
O “Yeni toplum”, şayet düşmanı sermayeyi ve düzenini yıkamazsa, bir biçimde kendisini var edip yaşatabilir ve bir “ikili var oluşu” da sermayeye dayatabilir.
Evet, Gezi’den sonra, güncel her an ve her durum eskisinden daha da önemlidir, halkın harekete geçme eşiklerinin aşılması kolaylaşmıştır, protesto etmenin ötesine geçip kazanmayı hedefleyen bir kendine güven halk içinde güçlenmektedir.
Şimdi, bütün hareketleri birleştiren hedef- hedefleri sivriltmenin, güncel hareketleri o hedefe-hedeflere gidişin yolları olarak hayata geçirmenin ve bir yandan da, o hedefi de soyut bir mutlaklık olarak değil de, o hareketlerin somut-tarihsel bir sonucu olarak sürekli yeniden keşfetmenin zamanıdır.
Şimdi, öncünün, demokratik devrimin yürütücü-öncü öznelerinin görevi, hayata ilk adımlarını atıp yaşama olanaklarını zorlayan “Yeni bir toplum” olasılığının “kendisi” olmayı başarmasının, başka güçlere ve özellikle sermayenin farklı fraksiyonlarına karşı kendisini ve kendi öz çıkarlarını dayatmasının toplumsal bilinç ve pratik zeminlerinde önünü açmaktır. Her türden “kuyrukçuluk” işçi sınıfına ve halka ihanet düzeyinde ağır bir suç olacaktır.
29.01.2013
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.