“Okutmadılar. Dışarıda kızlarla ip atlıyordum, eve çağırdılar. Beni vermişler bir daha da sokağa salmadılar. İki-üç ay içinde gelin oldum. Okusam öğretmen olurdum, şimdi emekliydim ve kimsenin eline bakmazdım” Çocuk gelin sayımız kaç? 200 bin dolayında olduğu söyleniyor. Günümüzde öyle veya böyle fark etmez. En azından böyle bir gerçeğin bugün farkındayız ve karşısına geçebiliyoruz. Bunun normal […]
“Okutmadılar. Dışarıda kızlarla ip atlıyordum, eve çağırdılar. Beni vermişler bir daha da sokağa salmadılar. İki-üç ay içinde gelin oldum. Okusam öğretmen olurdum, şimdi emekliydim ve kimsenin eline bakmazdım”
Çocuk gelin sayımız kaç? 200 bin dolayında olduğu söyleniyor. Günümüzde öyle veya böyle fark etmez. En azından böyle bir gerçeğin bugün farkındayız ve karşısına geçebiliyoruz. Bunun normal bir evlilik olmadığını, ortada fiziksel, fizyolojik ya da biyolojik açıdan evlenmeye uygun bir kadınlık hali olmadığı gerçeğini biliyoruz. Olayın çağdaş insan hakları boyutunu da geçip daha hassas bir duyguyla çocuk hakları sorunu olduğunu üstüne basa basa ifade ediyoruz. Bugünün yüz binlerle ifade edilen çocuk gelin sayısının, oysa yakın geçmişimizde neredeyse toplumun genelindeki evlilik yaşını ifade ettiğini de. Altmış yaş üstü özellikle köy kökenli kadınların neredeyse hiçbiri çocukluğunu yaşamadan, kadınlığını duyumsamadan çocuk doğurup, anne olmuştur. Kapalı kır ekonomisinin parçalanması, dün milyonlarla ifade edilebilecek çocuk gelin sayısını günümüzde oldukça geriletmiştir.
Dinamik yaştaki kuşağımızın önemli bir sorumluluğu da çoğunlukla dün bizim analarımızın yaşadığı ve bugün gözlerden uzak sürdürülmeye çalışılan çocuk yaştaki evliliğe karşı mücadeleyi genel olarak insan hakları; özelinde ise çocuk ve kadın hakları anlayışı çerçevesinde durdurma mücadelesini yükseltmektir. Yoksa trajediyle dışa yansıyan her çocuk gelin gerçeği hepimizi insanlığımızdan utandırmaya, Kader’lerin yaşadıklarının ağırlığı kadın-erkek hepimizin ruhunu incitmeyi sürdürecektir.
Dünün çocuk gelinlerinden
Bugünün yetişkin anneleri, ya da babaanne, anneanne olmuş kadınları çocuk gelinler ile ilgili açığa çıkan olayları biraz da hayretle izliyorlar. İlgili konudaki güncel haberlerin sıcak olduğu anlarda birçok kadının yorumuna, tepkisine tanık olmuş bulundum. Bunlardan biri olan 72 yaşındaki Leyla, “Aman ne var canım, şimdikilerin canı çok nazik, söz dinlemiyorlar. Evlendiysen biraz da canını dişine takacaksın” diyerek bizim çocuk gelinler dediğimiz kız çocuklarını geçmişte kendisinin yaptığı gibi özveriye davet ediyor. O da erken evlenmiş. “Yaş kaçtı” dediğimde: “Ne yaşı, ne bileyim -ilkokulu kast ederek- mektebi bitirdim verdiler. On üç yaşımda ya var ya yoktum. Adet görmemiştim. Ne yalan söyleyeyim, heriften korkuyordum.” Ama Leyla her şeye katlanmış. Yoksa başka türlü olmazmış. Artık torun sahibi Leyla’nın bugün olsa evlilik konusunda aynı davranışı göstermeyeceğini, “Okutmadılar. Dışarıda kızlarla ip atlıyordum, eve çağırdılar. Beni vermişler bir daha da sokağa salmadılar. İki-üç ay içinde gelin oldum. Okusam öğretmen olurdum, şimdi emekliydim ve kimsenin eline bakmazdım” deyişinden anlıyoruz.
“Hadi kocanın yanına”
Kadriye adında ve 58 yaşındaki bir başka kadın ise anne ve babasız büyüdüğünü belirterek devam ediyor: “Dedem beni on üç yaşında bibimin oğluna verdi. On dördünde ilk doğumu yaptım. Ölüyordum. Kolay doğum yapayım diye ahırda kuruluğun içine gömdüler. Çok zor oldu. Kan kaybettim. Öldüm öldüm, dirildim diyeyim. Doğurdum ama çocuğuma karşı bir şey bile hissetmiyordum. Fırsat buldukça kaçar altı yaşındaki kaynım ve daha başka çocuklarla oyuna dalardım. Bebek ağlayınca beni ararlarmış ama ortada yokum. Yani sahiplenme gibi bir duygum da yoktu. Akşamları kocamın yatağına gitmek istemez, ev halkının ortak kullandığı salonda yatmak isterdim ama kaynanam bırakmaz ‘hadi kocanın yanına’ der, beni çıkartırdı. Sadece kocamdan değil, etrafımdaki başka erkeklerden de korkmaya başlamıştım.”
“Her şey gözümde kaldı”
Leyla yaşadığı travmanın ve çalınan çocukluğunun farkında olmasa da Kadriye bugün bunun bilincinde ve geçmişini anlattığı anda iki gözü iki çeşme ağlarken, “her şey gözümde kaldı, üçüncü çocuğum öldüğünde ağlamamı bile ayıp sayarak susturdular” derken daha çok ağlıyor.
Geçenlerde Siirt’in bir köyündeki evde ölü bulunan Kader Erten’inki çocuk gelin gerçeğinin en çarpıcı örneklerinden biriydi. Dünün çocuk gelinlerinden olan Kadriye’ninki Leyla’dan, Tahire’ninki ise Kadriye’den beter. Bugünün orta yaş üstü her anası dünün çocuk gelini, ya da bilimsel bir yaklaşımla bilinçsizliğin, sübyancılığın kurbanları. Kadriye, her çocuk gelin gerçeğinde yaşamındaki ayrıntıları hatırladığını ve daha çok acı çektiğini belirtiyor. Kolay değil Kadriye’nin yaşamına egemen olan travmayı atabilmesi. Ki bugün geçmişte yaşadıklarının bir çocuk istismarı olduğu bilincine sahip olması acısını daha da derinleştiriyor.
“Vermek” eşittir “zor”
Tahire de bugün hem anneanne, hem babaanne. Kadınlar erken yaştaki evliliklerini konuştuğunda o hep sessiz. Gözleri karanlığa odaklanmış gibi buğulu. Hayatı karartılan, karanlıkta toprağa verilen Kader’in acısı meğer dünden katlanarak bugüne uzanan acıymış.
Tahire’nin zamanında ettiği feryadı dayakla bastırıp, boyun eğdirmişler. Evliliğini dövüle dövüle sürdürmüş. İçinde ruhuna dolanmış nasıl bir sicim var bilmek güç. Yaşadıklarının ipuçlarını gelini ve komşusu veriyor. Tahire on üç ya da on dört yaşında iken annesinin yeğeni olan kırk beş yaşındaki adama üçüncü eş olarak gitmiş. Adamın ikinci karısı Tahire’nin de ablasıymış ve ilk doğumda ölmüş. Böyle olunca annesi Mehmet’in ocağı tütsün diye Tahire’yi yeğenine vermiş. Vermek burada hep bir zoru ifade eder. Çünkü o yaştaki bir çocuğun olgunlukla karar vereceği özgür bir kişiliği henüz yoktur. Bugün çocuk gelin veya çocuk damatların aileleri çıkıp zorla olmadı, birbirlerini istediler türünden savunma yapıyorlar ya bunun akılcı bir yaklaşım olmayacağını belirtmek açısından ‘vermek’ eşittir ‘zor’ anlamını içerir.
Büyü…
Tahire’ye dönecek olursak. Ağlaya ağlaya gelin olmadan gittiği yakın köydeki koca evinde gündüzleri kaçıp yaşıtlarıyla oyun oynarmış. Akşam olduğunda eve gitmek istemez, korkudan tirtir titreyerek bir köşede saklanırmış. Evdekiler onu bulup eve sürükleyerek götürürlermiş. Zaman zaman baba evine kaçar, kocasının yanına dönmek istemediğini söyleyip ağlarmış. Ana-baba ona asla yüz vermez, önlerine katıp gerisin geriye götürürlermiş. Sonrasına nasıl alışmış olabileceğini hem kendisi hem de yakınındakiler “büyü” ile açıklıyorlarmış.
Dünün çocuk gelinleri çalınmış çocukluklarının ve kadınlıklarının farkında olsa da olmasa da onların deneyimlerinin, anılarının bir çocuğun erken evliliğinin nelere mal olacağını bizlere göstermesi açısından kuşkusuz çok önemli. Genel olarak kadın hareketinin veya demokrasi mücadelesini sürdüren bütün güçlerin sağlıklı ve bilinçli bir toplum yaratma yolunda verdikleri mücadelede çocuk yaşta evliliğe karşı kampanyaların haklılığını ve yaygınlaştırılmasının elzem kılmaktadır. Dünden bir adım daha ileride olduğumuz gerçektir. Kızların erken evliliğinin onların toplumsal açıdan gelişiminin engellenmesi demek olduğu bilinci yanına bugün çocuk evliliğinin pedofili denilen çocuk bedeni istismarcılığı demek olduğu anlayışını da koyarak geçmişte kadınlarımızın yaşadığı travmanın kökünü kurutmak için durmuyor, devam ediyoruz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.