El Kaide operasyonunun daha ilk adımı atıldı. Mart 2014, büyük gelişmelerin ve operasyonların habercisidir. Her an her şey değişebilir AKP-Cemaat arasındaki devletleşme savaşı bütün hızıyla devam ediyor. İki politik güç arasında dengede duran Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün krizin daha ilk günlerinde devreye girmesine, gazeteci Fehmi Koru’yu Fethullah Gülen’in ayağına gönderip ricada bulunmasına ve bir de ‘ıslak […]
El Kaide operasyonunun daha ilk adımı atıldı. Mart 2014, büyük gelişmelerin ve operasyonların habercisidir. Her an her şey değişebilir
AKP-Cemaat arasındaki devletleşme savaşı bütün hızıyla devam ediyor. İki politik güç arasında dengede duran Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün krizin daha ilk günlerinde devreye girmesine, gazeteci Fehmi Koru’yu Fethullah Gülen’in ayağına gönderip ricada bulunmasına ve bir de ‘ıslak imzalı’ bir mektupla dönmesine rağmen savaş durmuş değil. Küresel güçlerin bölgesel politikaları nedeniyle bu savaşın durması mümkün görünmüyor. Tersine, Türkiye’yi kapsayacak ve daha çok Mart’a doğru netleşecek iki önemli operasyon söz konusudur.
Bunlardan biri bugünden başlayan ve bu yazının konusu olan AKP-El Kaide ittifakının çok daha üst düzeyde deşifre edilmesi, ikincisi Türkiye’ye yönelik uluslararası küresel sermaye operasyonunun çok daha kapsamlı olarak geliştirilmesidir. Birbiriyle bağlantılı olan iki operasyona dair çok önemli veriler ortaya çıkmaya başladı. ABD ve İngiltere’nin onayı ile Katar ve Suudi Arabistan’ın ekonomik, Türkiye’nin askeri desteğiyle Suriye uluslararası radikal İslamcı örgütlerin savaş alanı haline getirildi. Ancak son altı aydır, muhaliflerin askeri ve politik gücünü önemli oranda yitirmesi, İslamcı örgütlerin savaşın merkez gücü haline gelmesiyle, ABD, İngiltere ve Fransa’nın politikaları da değişti. ‘Rusya’nın önerisiyle Suriye’nin kimyasal silahları BM Güvenlik Konseyi’ne teslim etme kararı alması, bütün dengeleri yeniden şekillendirdi. Rusya ile ABD, bugün Suriye’de gelinen aşamada, esas tehlikelinin radikal İslamcı örgütler olduğuna dikkat çekerek, Esad’ın daha bir süre iktidar kalması konusunda anlaştılar.
Ortak hedef, Suriye’de savaşan ve bölge ülkeleri bakımından ciddi bir tehdit oluşturan İslamcı hareketlerin tasfiye edilmesidir. ABD-Rusya ittifakına dayanan yeni dönem politika, Mısır tarafından doğrudan kabul gördü. Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan da radikal İslamcı örgütlere yaptıkları para yardımını esasen keserek hem ABD-Rusya politikasına uyum sağlamaya, hem de Türkiye’yi yalnızlaştırıp bölgede izole etmeye başladılar.
AKP’nin Nusra ve IŞİD’e desteği
Türkiye ise ABD’nin kararına hiçbir şekilde sıcak bakmadı ve tersine bir politika izledi. Esad rejimini düşman ilan eden AKP, bütün gücüyle radikal İslamcı örgütleri desteklemeye devam ediyor. Esad rejimine birkaç ay ömür biçen ve politikalarını buna göre belirleyen Erdoğan’a en büyük darbeyi ABD vurmuş oldu. Pentagon, bölgesel güç dengelerini yeniden hesaplarken, İslamcı hareketlerin tasfiyesinde aktif rol oynayan güçlerle ittifak yapmaya başladı. Bölgesel ilişkilerde yalnızlaşan Türkiye, özellikle Rojava’da oluşan özerklik yönetimi engellemek için, El Nusra grubunu açıktan, Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) grubunu ise gizlice çok aktif olarak desteklemeye devam ediyor. ABD ve İngiltere’nin Suriye’de hiçbir muhalif güce, askeri yardım yapılmayacağı kararı almış olmaları ve AKP’nin radikal İslamcı örgütlere destek vermemesi konusunda çok ciddi uyarılar yapması, Erdoğan’ın Suriye stratejisini bütünlüklü olarak çökertti. Küresel güçlerin uyarılarına rağmen AKP, İslamcı örgütleri askeri olarak desteklemeye ve yönlendirmeye devam etmesi, çelişkilerin çok daha derinleşmesine yol açıyor. Buna paralel olarak Gülen Cemaati ise İsrail ve ABD’nin bölgesel çıkarlarını esas alan bir politika izlemeye devam ediyor. Bu nedenle AKP’nin Suriye politikasına eleştirel yaklaştı.
ABD’nin uluslararası ve bölgesel politikalarıyla çelişkili hiçbir adım atmıyor ve tersine destekleyici aktif bir güç olacağını sıklıkla vurguluyor. Bugün iç politikada gündeme gelen AKP-Cemaat çatışmasının önemli halkalarından biri de, AKP ile radikal İslamcı hareketler arasındaki ilişkilerin deşifre edilmesidir. AKP’nin en zayıf halkası, El Nusra ve IŞİD’e destek vererek uluslararası güçlerin Suriye politikalarını işlevsizleştirmesinin açığa çıkartılmasıdır. AKP, Suriye’de savaşan radikal İslamcı örgütlere vermiş olduğu desteği inkâr ediyor. Cemaat ise AKP’nin bu yalanını açığa çıkartarak, AKP üzerindeki uluslararası baskıyı arttırmayı hedefliyor.
Bilal’e yönelik suçlama El Kaide bağlantılı
17 Aralık 2013’te başlayan ve esasen ikinci dalga operasyonu ile Erdoğan’ın oğlu Bilal hakkında gözaltı kararı verilmesi ‘El-Kaide örgütünü ekonomik olarak destekleme’ iddiasına dayanmaktadır. Bu bakımdan operasyonun merkezdeki esas kişi, İran hesabına çalışan Zarrab değil, Erdoğan ile yakın bir dostluğu bulunan Suudi Arabistanlı iş adamı Yasin El Kadı’ydı. 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra, El Kaide’yi desteklediği iddiasıyla ABD tarafından ‘uluslararası terörist’ listesine alındı. BM Güvenlik Konseyi tarafından da aranan El Kadı, özellikle Suudi Arabistan’ın yoğun çabalarıyla, 2012’de ‘uluslararası terörist’ listesinden çıkartıldı. Kraliyet ailesiyle yakın ilişkisi bulunan ve büyük bir ekonomik güce sahip olan El Kadı, ABD tarafından hala dikkatle takip ediliyor. Suriye’de başlayan politik kaostan sonra yeniden sahneye çıktı ve Katar-S.Arabistan tarafından aktif olarak desteklenen radikal İslamcı hareketlerin ekonomik bağlarını koordine etmeye başladı. Bugüne kadar harcanan 20 milyar dolar, daha çok El Kadı aracılığıyla Türkiye üzerinde radikal İslamcı örgütlere aktarıldı. Bu paralar esasen İslamcı örgütlere verilen silahlar karşılığında Türk bankalarına aktarıldı. Halk Bankası’nın bir başka gizli özelliği de, Suriye savaşını finanse eden merkez olarak kullanılmasıdır.
Erdoğan’ın dostu El Kadı
El Kadı, Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye’ye giriş yasağı konulmasına rağmen sıklıkla Türkiye’yi ziyaret etti ve Erdoğan ile dost oldu. Başbakanın güvenliğini sağlayan ekip tarafından korunan El Kadı, Suriye’deki politik kaosun derinleştirilmesinde görev alarak hem Türkiye politikasına uyumlu bir pratik izledi, hem de Erdoğan ailesiyle yakın ekonomik ilişkiler geliştirdi. Öyle ki El Kadı’nın oğlu ile Erdoğan’ın oğlu arasında ticari ortaklıklar kuruldu. El Kadı, Birleşmiş Milletler’in arananlar listesinde bulunurken, Erdoğan’ın Aralık 2006 tarihinde, TBMM tutanaklarına geçen konuşmasında; “Evet, Yasin El Kadı’yı tanıyorum, kendisine inanıyorum, güveniyorum, param kadar da kefilim, kefil olurum.” Dönemin ABD Hazine Bakanlığı Sözcü John Sullivan ise “Yasin El Kadı’nın ‘ABD tarafından belirlenen kara listede kalmaya devam’ ettiğini ve ‘bu konuda Türk hükümetinin uyarıldığını” ifade etmişti. Bugün, El Kadı hakkındaki arama kararı kalkmış olmasına rağmen, ABD tarafından güvenilmez biridir ve bütün şirketleri kontrol altında olup, ABD şirketleriyle iş yapılması sakıncalı görülür.
Bu bakımdan ABD, El Kadı ile Erdoğan arasındaki ilişkiyi dikkatle izliyor. Özellikle ABD’nin ‘yeni’ Suriye politikasının boşa çıkartılmasında El Kadı’nın özel bir rol üstlendiğini düşünerek kontrol altına almış bulunuyor. Erdoğan ailesiyle kurmuş olduğu yakın ekonomik ilişkiler, ABD’nin bölgesel çıkarlarına zarar verdiği hesaplanıyor.
CIA El Kadı’nın paralarının izini Türkiye’de buldu
El Kadı, BM’in ‘terörist’ listesindeyken, İsviçre bankalarındaki gizli hesaplarında bulunan ve milyarlarla ifade edilen dolarların, Türkiye’de kurulan paravan şirketlere aktarıldığı CIA tarafından tespit edildi. Ayrıca Türkiye’nin radikal İslamcı hareketleri destekleyen bir kısım şirketler ve iş adamlarıyla olan ilişkileri nedeniyle, Ekim 2012’de Finansal Eylem Görev Gücü’nün (FATF) Paris’te yapılan toplantısında, Türkiye riskli ülkeler listesinde alındı. AKP hükümetinin itirazlarına rağmen “Türkiye, FATF’nin izleme sürecinden çıkma kriterlerini henüz karşılamadığına” dikkat çekildi. Bu bakımda El Kadı ile dost olan Erdoğan da, küresel güçlerin dikkatle izlediği biri haline geldi. 2014 yılı içerisinde, ABD-Rusya ve AB, Suriye’deki güç dengelerini önemli oranda değiştirecek düzeyde, El Nusra ve IŞİD’e karşı çok daha kapsamlı saldırılar yapma kararı almış bulunuyorlar. Bu bakımdan radikal İslamcı hareketlere aktif destek veren bir kısım iş adamlarının, AKP ve özellikle Erdoğan tarafından korunması, küresel güçlerin stratejik yönelimleriyle çelişkilidir. ABD-Rusya, AKP’nin izlemiş olduğu politikalardan çok ciddi oranda rahatsız oldukları gibi Erdoğan’ın bütün ilişki ağlarını yakın takibe almış bulunuyorlar. Böylelikle küresel güçler, 17 Aralık operasyonuyla Türkiye’nin ve özellikle AKP’nin kontrol altına alınması için ‘küçük’ bir uyarı yapmış oldular. Cemaat adına yürütülen bu operasyonun boyutları, AKP’nin belirleyeceği bölgesel politikalara göre şekillenecektir. Erdoğan’ın oğlu Bilal’in ‘terörist’ örgütleri finanse etmesi iddiasıyla ifadeye çağrılması, sadece bir uyarıdır ve bunun devamının gelmesi AKP ve Erdoğan’ın belirleyeceği politikalara ve atacağı adımlara bağlıdır. AKP’nin veya Erdoğan’ın bütünlüklü olarak tasfiyesine karar verilseydi, Bilal Erdoğan bugün cezaevinde olurdu, bundan kimsenin şüphesi olmasın.
TIR, uluslararası bir mesajdı
Hatay’dan Suriye’ye gönderilen yardım konvoyunun içerisinde bulunan ve içinde askeri mühimmat bulunan TIR’lardan birinin ihbar edilerek polis tarafından durdurulması ve Adana savcısının olaya doğrudan müdahil olması, bir Cemaat operasyonu olarak algılandı. Burada Cemaat’in verdiği mesajın esası şu, AKP’nin bütün kirli ilişkilerini biliyorum ve gerektiğinde bunları deşifre ederim. TIR’ın deşifre edilmesi, aynı zamanda AKP’nin radikal İslamcı örgütlere aktif destek verdiğini ve küresel güçlerin bölgesel stratejisini işlevsizleştirdiğini göstererek, AKP’nin uluslararası gücünü kırmak ve zayıflatmaktır. Cemaat’in bu hamlesi, ABD ve Rusya’da karşılığını buldu. ABD Dışişleri sözcüsü, “ABD’nin radikal İslamcı örgütlere her türlü askeri yardımı kestiğine” dikkat çekti ve Türkiye’nin bu güçlere ‘yardım etmemesi’ uyarısında bulunduklarını belirtti. Ayrıca Birleşmiş Milletler Sözcüsü’nün “Türkiye’den Suriye’ye giden bütün araçların gümrük kontrolünde geçmesi gerektiğini” belirtmesi ve “Türk hükümetinin gerekli önlemleri almasına” dikkat çekmesi, AKP’nin “gizli” Suriye politikasının deşifre edildiğini gösteriyor.
AKP yol ayrımında
AKP ve Erdoğan’a ciddi bir güvensizlik duyan ABD’nin, bundan sonraki süreçte Türkiye’ye yönelik daha dikkatli bir politika izleyeceği gibi, AKP’nin politikalarına karşı yeni bazı kararlar alacağı biliniyor. Bu kararların Erdoğan’ın bütünlüklü tasfiyesine gidip gitmemesi, AKP’nin izleyeceği bölgesel politikalara bağlıdır. ABD-Rusya’nın bölgesel politikalarının başarısızlığının esas sorumlusunun Türkiye olacağı ve bundan dolaylı küresel sermayenin doğrudan hedefi haline geleceği herkesin gördüğü ve algıladığı bir durum. AKP, artık bir yol ayrımına gelmiş bulunuyor. AKP hükümetinin El Nusra ve IŞİD ile olan bağlarını gözde geçirmesi ve yeni kararlar alması, Türkiye’nin bölgesel politikalarının sil-baştan yeniden düzenlenmesi artık kaçınılmaz hale gelmiş bulunuyor. Eğer El Kaide merkezli radikal İslamcı hareketleri desteklemeye devam ederse ABD, AB ve Rusya, Türkiye’ye karşı çok daha kapsamlı önlemler alacaklardır. Erdoğan’ın uluslararası güçler tarafından tasfiyesi çok daha ciddi olarak gündeme gelecektir. Bunun sınırı 2014 yılının Mart-Mayıs aylarıdır. Suriye’de koşullanmış bulunan radikal İslamcı hareketlere yönelik çok kapsamlı bir operasyon başlayacaktır. Rusya’nın ve ABD’nin askeri ve ekonomik desteğiyle, Esad rejiminin askeri güçleriyle muhaliflerin bazı güçlerinin ortak operasyonlar yapma kararı aldıkları biliniyor.
AKP El Kaide’ye stratejik desteği kesecek mi?
İslamcı örgütler bakımından Türkiye kritik bir rol üstleniyor. Birincisi, Türkiye’nin sınırları İslamcı militanları geçişi ve lojistik destek bakımından son derece stratejiktir. İkincisi Türkiye’nin askeri desteği İslamcı hareketler bakımından hayati derecede önemlidir. Türkiye’nin alacağı karar Suriye’de İslamcı güçlerin tasfiyesinde stratejik bir rol oynayacaktır.
Bu bakımdan dikkatler AKP ve Erdoğan üzerindedir. Alacağı kararlar ve atacağı pratik adımlar yakından takip ediliyor. Özellikle El Nusra’ya askeri desteği devam ettirmesi durumunda AKP’nin, 17 Aralık operasyonundan çok daha kapsamlı yeni bir operasyonla karşı karşıya kalması ve bütün iç politik dengelerin değişmesi gündeme gelecektir. AKP, ABD ve Rusya ittifakına dayanan sürecin içinde yer almaz, Suriye’de radikal güçleri desteklemeye devam ederse, Mart’ta başlamak üzere 2014 yılı içerisinde Türkiye’ye yönelik çok daha kapsamlı ve çok yönlü operasyonlar yapılacaktır. Bir başka ifadeyle, 17 Aralık operasyonu kesintisizce devam edecektir.
AKP-Cemaat’ten sonra AKP-El Kaide çatışması mı
AKP özellikle El Nusra ve IŞİD’e sunduğu askeri ve lojistik desteği kesme kararı aldığında, Türkiye’nin bölgesel politikalarından bazı değişiklikler kaçınılmaz olarak gündeme gelecektir. Birincisi Suriye’de düşman olarak ilan ettiği Esad rejiminin varlığını kabul etmesi, ikincisi Rojava’da oluşan özerkliği fiilen tanıması kaçınılmaz hale gelecektir. Bu iki durumun Türkiye’nin iç politikasında ciddi sarsıntılar yaratacağı ve AKP’yi ciddi olarak zorda bırakacağı da biliniyor. Ayrıca, Türkiye’de güç olmaya başlayan El Kaide’ye bağlı grupların, AKP’yi ihanetle suçlaması ve Suriye’deki gibi bir politik kaos yaratmak için askeri saldırılara başlamaları gündeme gelecektir. Bu da Türkiye’yi yeni bir iç politik istikrarsızlıkla karşı karşıya getirecektir. AKP’nin içerde Cemaat’ten sonra radikal İslamcı örgütlerle çatışmaya girmesi gücünü zayıflatacak bir faktör olabilir. İç politikada Cemaat’e karşı operasyonlara devam eden Erdoğan, daha önce Türkiye’nin küresel bir güç olma yolunda ilerlediğini belirtirken, bu kez Japonya’da yaptığı konuşmada tersten ‘Türkiye’nin bölgesel güç olma iddiasının olmadığını’ hatta ‘hangi isimle ifade edilirse edilsin, her türlü terörizme karşı olduğunu ve taviz verilmeyeceğini’ belirtti. Erdoğan esas tehlikenin nereden geldiğini biliyor ve bunun için küresel sermayenin Suriye politikasına uyum sağlayacağının ilk mesajını Japonya’da vermiş oldu. Ancak küresel güçler Erdoğan pratiğine bakarak karar vereceklerdir. El Kaide operasyonun daha ilk adımı atıldı, Mart 2014, büyük gelişmelerin ve operasyonların habercisidir. Her an her şey değişebilir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.