Manisa Çaldağı’ndaki maden şirketine rüşvetle izin verilmesinin söz konusu olduğunu söyleyen Yurt gazetesi’nin “Çaldağı rüşvet kokuyor” başlıklı haberine Bakanlık’tan cevap geldi
Manisa Çaldağı’ndaki maden şirketine rüşvetle izin verilmesinin söz konusu olduğunu söyleyen Yurt gazetesi’nin 1 Ocak tarihli manşetinde yer alan, “Çaldağı rüşvet kokuyor” başlıklı haberine Orman ve Su İşleri Bakanlığı’ndan cevap geldi
Yurt gazetesi’nin 1 Ocak günü manşetinde yer alan, “Çaldağı rüşvet kokuyor” başlıklı haberine Orman ve Su İşleri Bakanlığı’ndan cevap geldi. Verilen cevap tekzip anlamında ancak Yurt gazetesinin ortaya koyduğu ‘iddialara’ açıklık getirir nitelikte değil.
Haberde, Turgutlu Çevre Platformu’nun (TURÇEP), Manisa Çaldağı’ndaki doğayı katleden maden şirketine rüşvetle izin verilmesinin söz konusu olduğu yer aldı. TURÇEP’in basın açıklamasının yer verildiği haberde şu ifade yer aldı: “Bakan Veysel Eroğlu ise istenilen izni hemen vermiş, verdiği iznin gerekçesini ise, ‘baskılara dayanamadıkları’ şeklinde açıklamıştı. Bu durumda, bu tür mantıksız maden işletme ruhsatı verme olaylarının hemen hepsinde benzer şekilde bir rüşvet çarkı döndüğü görülmektedir.”
Çaldağı konusundaki ilk tekzip Yurt gazetesinin haberi üzerine yaşanmadı. Melis Alphan’ın Hürriyet gazetesindeki 9 Mart 2013 tarihli “Batsın sizin vahşi madenciliğiniz” başlıklı yazısına hem VTG madencilik şirketi, hem Bakanlık tarafından aynı gün tekzip yazıları gönderilmişti.
Yurt gazetesine ve Melis Alphan’a gönderilen tekzip yazılarında şu ifade kullanıldı: “Manisa Turgutlu Çaldağı mevkiindeki nikel madeni ile alakalı süreç Orman ve Su İşleri Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu’nun bakanlık döneminden önce başlamıştır.” Tekzipte ayrıca, Çaldağı’nda maden aranmasına dair ilk iznin 2005’te, ilk ÇED olumlu kararının da 2006’da verildiği yazıldı.
Yani her şey Veysel Eroğlu bakanlık koltuğuna oturmadan önce gerçekleşip bitmişti. Oysa eski bakan Pepe, “Ben bunlara çevreye ve insana saygılı olmadıkları için izin vermedim. Ben o imzayı atmadım!” demişti. Hatta Pepe, NTV Ana Haber bu konuya dair açıklamalarda bulunmuştu.
Turgutlu Çevre Platformu (TURÇEP), tekzip yazılarına dair bakanlığa şu soruları soruyor:
“Daha önce baskılar nedeniyle izinleri vermek zorunda kaldığını söyleyen Bakan Eroğlu şimdi de ‘Bu izni ben vermedim, daha önce verilmişti zaten’ diyor. Eski Bakan Pepe de ‘Ben o imzayı atmadım’ diyor. O zaman bu madene ne Pepe ne de Eroğlu izin vermediğine göre, bu izni kim vermiş, bunlar bu izni kimden almış?
Eğer Pepe bu izni verdiyse, neden kendisi görevden alınıp milletvekili bile yapılmıyor ve yerine Eroğlu getiriliyor?
Eğer Veysel Eroğlu ‘Bu izni ben vermedim’ diyorsa, neden 3 Nisan 2009 tarihli izin belgesinin altında Veysel Eroğlu’nun imzası var?
Eğer Veysel Eroğlu ‘Bu izni ben vermedim’ diyorsa, neden Turgutlu Belediye Başkanı Serhat Orhan 27 Nisan 2009 tarihinde TUTSO’da yaptığı açıklamada ‘Ben bunları bakanın ağzından aktarıyorum’ derken, izinlerin Eroğlu tarafından verildiğini ve Eroğlu’nun baskılardan nasıl yakındığını anlatıyor?
Şimdi ‘Bu izini ben vermedim’ tavrı içindeki Eroğlu, eğer kendi imzasına bile sahip çıkmaktan çekiniyor, resmi belgenin altındaki ıslak imzasını bile reddetmeye çalışıyorsa, bu tutumu ‘suçluların telaşı içinde’ şeklinde tanımlamak mümkün değil midir?
Dolayısıyla bizler Yurt gazetesindeki ‘Çaldağı rüşvet kokuyor’ haberindeki açıklamalarımızın arkasındayız ve her türlü örtbas etme çabalarına karşılık daha başka ve yeni sorularımızı sormaya devam edeceğiz. Çünkü Çaldağı konusunda olduğu gibi bir iktidar hiç bu kadar suçüstü yakalanmamıştır. Hem de tüm belgeleriyle birlikte.”
Çaldağı’nda neler oldu, oluyor?
Melis Alphan, 9 Mart 2013’teki yazısında Çaldağı’ndaki süreci anlattı. Yazıdan alınan kesitlerde Çaldağı’nda yaşananlar şöyle özetlendi:
Manisa’nın Turgutlu ilçesine 12 kilometre uzaklıktaki Çaldağı’nın altında 40 milyon ton nikel rezervi var.
Piyasa değeri 6 milyar dolar.
Eski İngiltere Büyükelçisi David Logan’ın da görev aldığı Sardes Nikel Madencilik adlı şirket 2007’de bu madeni işletmek için Türk devletinin üst kademelerine mektup verdi.
İzin vermeyen dönemin Çevre Bakanı Osman Pepe’nin siyasi yaşamı bitti.
Pepe aynen şöyle demişti:
“Birileri Türkiye’yi çiftliği haline dönüştürmeye çalışırken ‘Beyler bu ülke sizin çiftliğiniz değil. Bu ülke 75 milyonun hakkı hukukudur’ dedim ve inanarak bunun mücadelesini verdim.”
Pepe’nin yerine gelen Veysel Eroğlu şirkete izin verdi ve 2009’da Çaldağı’nda 1832 hektarı 2026’ya kadar Sardes’e tahsis etti.
Sardes, dağdaki kızılçamları kesmeye ve içinde sülfürik asidin basılacağı havuz çukurlarını kazmaya başladı. Nihayette kesilecek ağaç sayısı 2 milyon.
İşin en trajik yanı nikelin buradan en geri, en ilkel sistem olan “vahşi madencilik” ile çıkarılacak olması.
Bu madencilik türü gelişmiş ülkelerde yasak.
Benzer sistem sadece Avustralya’da çölün ortasında uygulanıyor.
AB yasalarınca “işlemin yapılabilir olmadığı” gerekçesiyle bu madenin çıkarılmasına izin verilmiyor, madenciler de bu yüzden bu yasaların geçerli olmadığı, hükümetin madencilere destek olduğu gelişmemiş ülkelere yöneliyorlar. Aynen Türkiye gibi…
Bu bir yana, dünyada vahşi madenciliği mevzubahis ülkenin en verimli tarım havzasının ortasında yapan yok.
15-18 milyon ton sülfürik asit açık havada kullanılacak, 54 bin ton sülfürik asit havaya karışacak. 15 yıl açık ortamdaki havuza her gün 3 bin ton sülfürik asit dökülecek.
Yani, Çaldağı açık hava kimya işletmesine dönecek.
Tarım havzasının katli pahasına vahşi madenciliğin tercih nedeni, bunun en ucuz yol olması. Sardes bu madenden 35-40 milyar dolar kazanacaktı.
Bu, kazancın özelleştirilip riskin kamulaştırılmasına tipik bir örnek.
Yerel seçim öncesiydi ve bölgenin işadamları Ankara’ya çıkıp bu madenin çalışması halinde bölgede tarıma dayalı sanayinin biteceğini anlattı. Haliyle seçim öncesi olduğu için, tahsis verilmedi.
Bir süre çıt çıkmadı.
Sonra, İngilizler 2011’de Sardes şirketini üç ODTÜ’lü gencin kurduğu VTG Holding adlı şirkete 40 milyon dolar gibi şüphe uyandıracak derecede düşük fiyata sattı.
Hatta bu şirket memleketin ekonomi basınını gezmeye götürüp bir güzel halkla ilişkiler çalışması yaptı. Sayfa sayfa haberleri çıktı.
Geçtiğimiz hafta Bağımsız dergisinde Ahmet Çınar VTG’nin detaylı bir ilişki ağı listesini verdi.
Ve şöyle yazdı: “Bir dizi ortaklık, bir yığın paravan şirket ve oyulmaya çalışılan Çaldağı. İsimler, tabelalar değişiyor, Çaldağı’nın altındaki 6 milyar dolarlık nikele, çok ucuz maliyetle el koyma hırsı ve çabası değişmiyor.”
Artık işi VTG Holding devralmış olsa da Sardes’in teknik müdürü Simon Purkiss’in hâlâ sık sık Çaldağı çevresinde görülmesi de işlerin perde arkasından Sardes’in yürüttüğü şüphesini yaratıyor.
TEMA yetkilileri geçtiğimiz haziran ayında projenin ekonomik getirisini-götürüsünü içeren bir sunumla Manisa milletvekillerini ziyarete gitti. AKP Manisa Milletvekili Recai Berber “Yüzde 1’lik bir risk varsa bile bu proje olmamalı” dedi.
Bu görüşmeden 15 gün sonra Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakan Yardımcısı’yla görüşmeye gittiler. Ne acı ki, “Çaldağı dağ başında bir yer” cevabını aldılar.
“Evet dağ ama Gediz Havzası’nı bir göl gibi düşünürseniz Çaldağı da bunun ortasında bir ada” denilince, “Gidip görelim” dediler.
Türkiye’nin en büyük sülfürik asit fabrikasının kurulacağından haberleri olmaması ayrı konuydu.
Ve yine ne acı ki dünyanın ikinci, Türkiye’nin en büyük sülfürik asit fabrikası için ÇED raporu bile istenmemiş.
VTG Holding 2014’te Çaldağı’nda vahşi madenciliğe başlayacak.
Sendika.Org