Nasrettin Hoca gecenin karanlığında sokak lambasının altında bir şey arıyormuş. Komşusu da “Hayırdır hocam, ne arıyorsun?” demiş. Hoca da “Yüzüğümü düşürdüm de onu arıyorum” diye cevaplamış. Komşusu “Tam olarak nereye düşürdün, birlikte arayalım” demiş. Hoca “Evin bodrumunda düşürdüm” deyince komşusu “Hoca şaşırdın mı evin bodrumunda kaybettiğin yüzüğü niye burada arıyorsun?” diye sormuş. Hoca “Orası karanlık, […]
Nasrettin Hoca gecenin karanlığında sokak lambasının altında bir şey arıyormuş. Komşusu da “Hayırdır hocam, ne arıyorsun?” demiş. Hoca da “Yüzüğümü düşürdüm de onu arıyorum” diye cevaplamış. Komşusu “Tam olarak nereye düşürdün, birlikte arayalım” demiş. Hoca “Evin bodrumunda düşürdüm” deyince komşusu “Hoca şaşırdın mı evin bodrumunda kaybettiğin yüzüğü niye burada arıyorsun?” diye sormuş. Hoca “Orası karanlık, burada aramak daha kolay” diye cevaplamış.
İşçi hareketinin Yatağan direnişiyle tekrar toplumun karşısına çıktığı bugünlerde şu soruyu sormamız gerekiyor: “Yüzüğü nerede kaybettik?”
İşçi hareketi kendisine bir yol arıyor. Bu arayışın gökten inmiş mehdinin ya da önlerine düşen sihirli değnek sahibi öncülerin yol göstermesiyle olmayacağı açık. Bütünüyle kendilerinin somut deneyimleri ve bu deneyimleri diğer toplumsal hareketlerle ilişkilendiren sınıf örgütlerinin ortak çabasıyla gerçekleşecek.
Sınıf hareketimizin yakın tarihinin 3 önemli eşiği var. Bunlardan birincisi 1989 Bahar Eylemleri, ikincisi Zonguldak Yürüyüşü, Üçüncüsü ise Tekel Direnişi. Bahar Eylemleri işçi hareketine vurulan 12 Eylül darbesine karşı biriken mücadele öfkesinin dışa vurumuydu ve büyük ölçüde başarıyla sonuçlandı. Böylece bir hesaplaşma dönemi kapanmış oldu. O başarıya imza atan hareketin (işçi ve sendikal örgüt) temsilcileri yeni (neoliberal) dönemin saldırısı karşısında tutunamadılar ve zaman içerisinde etkisizleştiler.
Zonguldak Yürüyüşü ise yeni sürecin temel taşı haline gelecek olan özelleştirme saldırısına karşı daha baştan ilan edilmiş bir sınıf tavrıydı ve bu anlamıyla çok isabetliydi. Ancak daha neoliberal hegemonyanın tam kurulamadığı başlangıç dönemleri olmasına rağmen özellikle reel sosyalizmin çöküşünün yol açtığı travmanın hemen sonrasına denk gelmesi ve 12 Eylül sonrası sol-sosyalist kesimlerin bu ideolojik yıkımın altından kalkacak imkanları olmaması nedeniyle Zonguldak isyanı Türkiye’nin isyanı haline dönüşemedi.
Tekel Direnişi ise bu sürecin son temsilcisi olarak yerini aldı. Siyasi iktidarın merkezini işgal eden Tekel işçileri AKP iktidarına zor günler yaşattı. Ancak aslında bu sürecin başında Zonguldak niye yenildiyse aynı nedenle daha fazlasını yapamadan süreci bitirmek zorunda kaldılar.
Yatağanlı madenciler de aynı yoldan yürümeye çalışıyorlar. Şu an için ne onların ne de onlarla birlikte bu mücadeleyi sürdürmek isteyen sınıf örgütlerinin başka bir bildiği var. Ancak artık “bildiğimizi yapma” döneminde olmadığımızı görmemiz gerekmiyor mu? Yürünen yollardaki izleri takip ederek hep aynı yere çıkacağımızı bilmek için müneccim olmaya gerek yok.
Yürünmüş, ayak izleri olan yollar yerine kendimize yeni yollar yapmalıyız. Zor ve fakat daha güvenli ve umutlu bir yolculuğun başlangıcı olacaktır bu. İşçi hareketini sadece işyeri, iş kolu sorunlarıyla sınırlandıran sınıf örgütlerinin havanda su dövmekten başka bir iş yaptığını görmesi gerektiği gibi kendisini “bizim derdimiz ekmek parası” lafazanlığıyla kandıran bir hareketin de ekmeğinin her geçen gün küçüleceğini görmesi gerekiyor.
En baştaki soruya gelirsek. Biz mücadeleyi nerede kaybettik? Bu soruya basitçe “sokak” edebiyatıyla cevap verip kendimizi rahatlatmayalım. Bizim geleneğimizde “sokak” sözcüğünün büyüsüne kapılmanın zamanı değil. Esas olan şey işçi hareketinin toplumsal hegemonyasını tesis edecek bir ideolojik-politik programın tesis edilmesidir. Kuşkusuz bu ancak ve ancak bir sokak hareketiyle vücut bulabilir, kendini gerçekleştirebilir.
Zonguldak Yürüyüşü önüne dikilen tankların barikatına takılmadı. Eğer özelleştirme saldırısı karşısında işçi sınıfının ispat edilmiş, başarılı ve yaşayan bir kamu mülkiyeti programı olsaydı o tank barikatının oraya kurulmasına Zonguldak madencilerini destekleyen Türkiye emekçi halkı izin vermezdi. Böyle olmadığı için Zonguldak sadece Zonguldaklı madencilerin işlerini kaybetmeme mücadelesiyle sınırlı kaldı. Tekel işçileri de aynısını yaşadı, Yatağan işçileri de yaşamak zorunda kalabilir.
Esas olan işçi sınıfının kendi toplumsal çıkarlarının ülke nüfusunun önemli çoğunluğunun toplumsal (maddi-manevi) çıkarlarıyla benzer olduğu bir mücadele (ideolojik-politik) programına sahip olduğu gerçeğini inşa etmesidir. Bunu yapabilecek tek sınıf işçi sınıfıdır, bunu sınıf mücadelesi tarihinden biliyoruz.
Yani “işçi meselesi memleket meselesidir” gerçeğini öncelikle işçi pratiğinin kendisine yedirmek sonra da bunu topluma göstermeye giden yeni bir yol yapmamız gerekiyor kendimize.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.