Cemaat uluslararasılaşmış sermayenin talep ettiği, kemikleşmiş ilişkilerin temizlenmesi sürecinde aracı olmaktadır. Uluslararası yatırımcılar da rüşvet aracılığıyla kurulan bu ilişkilerin ortadan kalkmasını talep etmektedirler. “İşlemsel adalet” sağlandığında sınıflar arası çatışma daha da artacaktır 17 Aralık’tan beri Türkiye’de gün yüzüne çıkan ilişkiler, çeşitli kesimlerin yolsuzluğa tepkileri, Cemaat ve AKP arasında olduğu iddia edilen hesaplaşma ve daha birçok […]
Cemaat uluslararasılaşmış sermayenin talep ettiği, kemikleşmiş ilişkilerin temizlenmesi sürecinde aracı olmaktadır. Uluslararası yatırımcılar da rüşvet aracılığıyla kurulan bu ilişkilerin ortadan kalkmasını talep etmektedirler. “İşlemsel adalet” sağlandığında sınıflar arası çatışma daha da artacaktır
17 Aralık’tan beri Türkiye’de gün yüzüne çıkan ilişkiler, çeşitli kesimlerin yolsuzluğa tepkileri, Cemaat ve AKP arasında olduğu iddia edilen hesaplaşma ve daha birçok bilgi gündeme akmakta. Kimin haklı olduğu tartışmaları içersinde gündem hızla daha da fazla doğru ya da yanlış bilgi ile dolmakta. Kim kime neden komplo yapmış tartışmasının ötesine geçerek bu sürecin neden gerçekleştiğini ve nihayetlendiğinde geniş toplum kitleleri açısından neler olabileceğini görmek ise çok daha önemli. İddia edilen hesaplaşmaya biraz daha uzaktan ve daha soyut bir çerçeve ile bakmayı denersek, gündemde adı geçen aktörler dışında kapitalist birikim sürecinin zorunlulukları açısından başka aktörler arasında sürmekte olan mücadelenin izlerini yakalamak olası.
İlk olarak içinde bulunulan kapitalist birikim sürecinin özellikle 1980’lerle birlikte yeni yatırım alanlarına üretken yatırım olarak gitme zorunluluğu bu ülkelerde çeşitli yeni düzenlemeler yapılmasına neden oldu. Sermayenin uluslararasılaşması yani henüz piyasaların gelişmediği, sermaye yatırımlarına ihtiyaç duyulan görece daha karlı ülkelere gitmesi sürecinde Dünya Bankası’nın yapısal uyum politikaları ve bu ülkelerdeki yasal düzenlemeler önemli bir aşamayı geçirmemize neden oldu. Merkez ülkelerde biriken sermayenin uluslararasılaşması aynı zamanda AKP gibi iktidar partilerinin ülkenin temel yapısal problemlerine de çözüm bulacak şekilde birikim sürecini FDI/Doğrudan Yabancı Yatırım çekerek çözme yoluna gitmesini gerektirdi. Bu süreçte AKP yabancı sermayenin tabi olduğu yasaları ve diğer tüm alt mevzuatları yeniden düzenleyerek Türkiye’deki tüm alanları yerli-yabancı ayrımı yapmadan sermaye birikimine açtı. Bu yasal düzenlemelerden bazılarına Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulunun Eylem Planlarından ulaşılabilir. Özellikle yeni dönemde gerçekleştirilecek kanuni düzenlemelere Hukuksal Süreçler Teknik Komitesinin eylem planından ulaşılabilir. http://www.yoikk.gov.tr/detay.cfm?MID=132
İşte bu yasal düzenlemeler ve mevzuat iyileştirmeleri Türkiye’deki yatırım ortamının yerli, yabancı ayrımı yapılmaksızın elindeki işgücünü ve üretim araçlarını en etkin şekilde kullanan sermayelerin Türkiye’de faaliyette bulunmasını sağlar hale getirdi.
Sınıflar arası çatışmadan sınıf içi çatışmaya
İşçiler açısından değerlendirildiğinde bu süreç daha uzun süreli mesailerin daha esnek çalışma/sözleşme yapma şekillerinin de dayatılması anlamına gelmektedir. Her ne kadar yabancı yatırımcı çekmeye yönelik bu çalışmalar işçiler üzerinde olumsuz etkiler yaratmış ve bu da çeşitli toplumsal muhalefet hareketlerine yol açmış olsa da iktidar toplumsal muhalefeti bir şekilde yönetmeyi ve iktidarını sürdürmeyi başardı. Ancak bu sürecin ikinci aşaması yani sınıflar arası değil sınıf içi (sermaye fraksiyonları arası) çatışmayı yönetme noktasında bu kadar başarılı olamadı ve 17 Aralık sonrasındaki gelişmeler ortaya çıktı. Aslında Başbakan kapitalist birikim sürecinin temel çatışmalarını yönetmek için oluşturdukları vizyonu 5. İzmir İktisat Kongresi’nin açılışında yaptığı konuşmada gerek sınıflar arası gerekse sınıf içi çatışmayı kucaklayacak bir söylemde bulunarak dile getirdi. “Sermayeyi renklere ayırmak, makbul ve makbul olmayan işadamları ayrımı yapmak Cumhuriyetin iktisat politikası değildir. Cumhuriyet sermayenin olduğu kadar emeğindir.”
Başbakan çatışmanın tüm taraflarını kucaklayıcı bir söylemde bulunmasına rağmen bunu eylemde gerçekleştirememiştir. Sermaye konusunda taahhüdünü yasal düzenlemelere yansıtmıştır. Ancak yasalara yansıttığı bu mantığı uygulamaya yansıtamamış ve sermayeyi renklere ayırtmıştır. Ya da renklere ayıranlara göz yumulmuştur. Gerçekleştirilen reformlarla sermayeler arası fark gözetmeyen bir hale gelen mevzuat, sermayeler arası ayrımın mevzuat dışı alanlara taşınmasına neden olmuştur. Bu nedenle uzun zamandır uluslararasılaşmış girişimcilerin Türkiye ile ilgili olarak temel şikayet alanlarından biri çeşitli birikim alanlarından farklı yöntemlerle dışlanmaları ve iş yapmanın maliyetinin yüksek olmasıdır.
“İşlemsel adalet” sağlanamayınca
AKP’nin özellikle 2003 sonrasında kanunlarda yabancı-yerli yatırımcı ayrımını kaldırma çalışmalarına rağmen iktidarın kendini yeniden var etmesi için gerekli finansmanı sağlayan sermaye gruplarına özel alanlar yarattığı da ortadadır. Uluslararasılaşmış ve rekabet gücü yüksek olan sermaye ile AKP’ye yakınlaşan sermaye arasındaki bu çatışma özellikle ihale kanunu üzerinde somutlaşmıştır. Kanun üzerinde birçok revizyon yapılmasına rağmen uluslararasılaşmış sermaye AKP hükümetinin bazı işleri ihale kanunu kapsamından çıkartarak çeşitli sermayelere yönelttiğini ileri sürmektedir. Bu nedenle ihale kanunu ve bu kanun kapsamına girecek işlemlerle ilgili hala revizyon yapılması beklenmektedir. Bu noktada sorunun sadece ihale kanunu ile sınırlanması da doğru olmaz. Esas problem olarak görülen nokta Türkiye’de kamu idare reformunun gerçekleştirilememiş olmasıdır. Özel olarak kamu kurumlarının genel olarak da devletin tümünün minimum işlem maliyeti ile çalışması hedeflenmektedir. Eğer devlet ya da siyasi iktidar kuralları her işlem yapmak isteyen yatırımcı için eşit şekilde uygulamıyorsa -Hayek’ten ödünç alacağım kavram ile- “işlemsel adaleti” sağlayamıyor demektir. Yani kanunların ve işlemlerimizi düzenleyen kuralların tümünün tüm sermaye gruplarına eşit koşullarda uygulanması gerekmektedir.
Sermaye taleplerinin aracısı olarak Cemaat
AKP uzun bir süredir iktidarda olmasından kaynaklı olarak, çeşitli bürokratlar ile bireysel sermayeler ve bazı sermaye grupları ile kıkırdaklaşmış hatta kemikleşmiş ilişkiler kurmuştur. Bu operasyonlarda kurulan ilişkilerin ne kadar derin olduğu ortaya çıkmıştır. Bu ilişkilerin oluşması aslında piyasa sisteminde rekabet süreçlerinde ayakta kalabilecek olan daha güçlü sermaye gruplarının çeşitli birikim alanlarından dışlanmasına neden olmuştur. İşte böyle bir yapı AKP hükümetinin “işlemsel adaleti” sağlayamadığının göstergesidir. İşlem yapma hakkının (belirli bir ihaleye girme ya da belirli bir alanda yatırım yapma hakkının) AKP ve çeşitli girişimciler arasında kemikleşmiş ilişkinin taraflarından birine verilmesi diğer sermaye gruplarının tepkisi ile karşılanmış ve bu tepkiler çeşitli uluslararası platformlarda da belirtilmiştir. Bu noktada Cemaat uluslararasılaşmış sermayenin talep ettiği, kemikleşmiş ilişkilerin temizlenmesi sürecinde aracı olmaktadır. Uluslararası yatırımcılar da rüşvet aracılığıyla kurulan bu ilişkilerin ortadan kalkmasını talep etmektedirler. Bu talep Türkiye’de yatırım yapmış olan ve yatırım yapmak isteyen sermaye gruplarının büyük bir kısmının Türkiye’deki yatırım ortamını değerlendirirken yolsuzluk ve rüşvet uygulamalarının öncelikli olarak düzeltilmesi gereken alanlar arasında göstermeleri ile dile getirilmiştir. Gene Türkiye, Uluslararası Şeffaflık Ajansı’nın 2013 yılı yolsuzluk indeksine göre 50 puan ile 53. sırada yer almaktadır. Bu ajans vizyonunu “hükümetin, siyasilerin, iş ve sivil toplumun ve insanların günlük hayatlarının yolsuzluktan arındırılması” olarak belirten uluslararası bir kuruluştur.
Not: Çalışmada yolsuzluğun en az olduğu ülke yüz “100” en yüksek olduğu ülke ise sıfır “0” ile değerlendirilmiştir.
Dolayısıyla serbest piyasa ekonomisinin temel dayanağı olan rekabet sürecinin işlemesi için hükümetlerin işlemsel adaleti sağlamaları zorunludur. Ancak bu şekilde sermaye kurumsal engellerden sıyrılarak kendine yeni birikim alanları bulabilir. İşte neoliberallerin işlemsel adaleti sağlama ve şeffaflık vurgularının nedeni budur.
Peki uzun vadede işlemsel adalet sağlanırsa ne olacak?
İlk olarak siyaset kısa sürede zengin olan ailelerin bulunduğu bir alan olmayacak. Siyasette “bal tutan parmağını yalar” anlayışı azalacak. Sermaye açısından rekabet süreci etkin işleyeceğinden Schumpeter’in “yaratıcı yıkım” süreci olarak tanımladığı rekabetin “yıkım” kısmı daha etkin işleyecek ve bu süreçte ayakta kalmak isteyen girişimciler ücretlileri-işçileri daha yoğun emek sömürüsüne maruz tutacaklar.
Sonuç olarak, bu süreç AKP’nin uzun zamandır gerçekleştiremediği kamunun genel olarak da devletin tümünün reform sürecidir. AKP bunu dönem dönem denemiş olsa da kamu yönetimi temel kanunu onaylanamadığı gibi bazı alanlarda çıkartmayı başardığı yasalar da kağıt üzerinde kalmıştır. İşlemsel adaletin kağıt üzerinde sağlanması, yasa dışı engellerin ve rüşvetin daha da fazla başvurulan bir yöntem haline gelmesine neden olmuştur. Uzun dönemde işlem maliyetlerinin minimize edilmesi, işlemsel adaletin sağlanması ile rekabet sürecinin daha acımasız işlemesi ve bu süreçte ayakta kalmak zorunda olan sermayelerin çalıştırdıkları işçilere daha yoğun baskılar yaratacağı gerçeğinden hareketle çeşitli sermayeler ve devlet arasında oluşan kemikleşmiş ilişkiler temizlendiğinde sınıflar arası çatışma daha da artacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.