Tarz sahibi “the original” kentli çocuk (!) varoşun çakma prenslerine karşı: Sosyal medyada başkalarını ötekileştirerek tatmin olmak İnsanoğlu özünde iyi midir, kötü müdür; insanlar birbirinin kurdu mudur kestirmek zor. Üstelik felsefi bir tartışma. Ama son zamanlarda şahit olunan bazı mevzuların da gösterdiği üzere, fırsat bulduğunda “vahşi doğa”nın en vahşi canlısı olma yolunda herhangi bir tereddüt göstermeyebiliyor […]
Tarz sahibi “the original” kentli çocuk (!) varoşun çakma prenslerine karşı: Sosyal medyada başkalarını ötekileştirerek tatmin olmak
İnsanoğlu özünde iyi midir, kötü müdür; insanlar birbirinin kurdu mudur kestirmek zor. Üstelik felsefi bir tartışma. Ama son zamanlarda şahit olunan bazı mevzuların da gösterdiği üzere, fırsat bulduğunda “vahşi doğa”nın en vahşi canlısı olma yolunda herhangi bir tereddüt göstermeyebiliyor insanoğlu. İçindeki, o en dipteki azgın arzularını toplumsal hayatın gereklerine uyacak biçimde denetim altına alabiliyorken, zaman zaman freni tutmayan bir araç gibi savrulabiliyor ve hatta herhangi bir kişisel denetime gerek bile duymayabiliyor… Bu tarz bir denetimsizliğin belirli koşullar altında gerekliliği ya da ne düzeyde hayatın parçası olabileceği farklı bir tartışmanın konusu olmakla birlikte, aşırı denetimin iyi sonuçlar vermediği aşikar. Ancak yine de öz denetimsizlik, beraberinde otoriter, başkalarının yaşam biçimlerini küçümseyen ve alay unsuruna dönüştüren bir tavrı getiriyorsa “bu işte can sıkan bir şeyler var” denilebilir.
Hiç kuşkusuz, bu can sıkıcı şeylere gündelik hayatın birçok noktasında rastlamak mümkün. Evde, işyerinde, okulda, yurtta, durakta, yolculukta, hastanede, yemekte… Yani öyle ya da böyle bulunmak durumunda olduğumuz her yerde birileri ve o birilerin düşünceleri, konuşmaları, davranışları, bakışları canımızı sıkabiliyor.
Bununla birlikte, içinde bulunulan dönemin özelliklerine uyacak biçimde (yani teknoloji çağında), konuyla ilgili pek de incelikli sayılmayacak, basit bir analiz yapabilmek için bakılması gereken noktalardan birinin toplumun somut bir varlık olarak insanın karşısına dikilmediği ve asgari eğitim ve gelir düzeyine sahip çoğu insanın gün içinde sık sık ziyaret ettiği “sanal alem” olduğu söylenebilir. Öyle ki; sanal hayatın bazı durumlarda insanların gerçek fikirleri/hisleri hakkında “daha sahici” ipuçları verdiği bile iddia edilebilir. Nitekim, son zamanlarda sayıları hızla artan “sanal alem delikanlıları” dikkatlerden kaçacak gibi değil. Azgın arzuların fütursuzca aktığı bir mecra olarak internet ve sosyal medya, tüm yararlı fonksiyonlarına rağmen, her türlü denetimsizliği meşru kılan bir araç olarak insanoğlunun en doğal hallerini gözler önüne seriyor. Örneğin; “Bir milletvekilinin yaptığı konuşmayı politik düzlemde eleştirmenin yolları varken, kişisel olanın en kırılgan noktasına dokunmak”[1] suretiyle hıncını ifa eden kişi, klavye delikanlılığı yapmadan, bu tavrı o güzel kadının yüzüne bakarak da ortaya koyabilir miydi?
Demek ki; bazı insanlar (ve belki de birçok insan) kendi dünyasının merkeziyken (bunda bir gariplik olmayabilir, hepimiz kendi dünyalarımızın kraliçeleriyiz, krallarıyız), teknolojinin sunduğu imkanlar dahilinde, (ama) yargılayıcısına, aşağılayıcısına, “ben her şeyi yaparım/söylerim”cisine dönüşebiliyor. İçlerine attıkları ve o karanlık yerde biriktirdikleri nefreti, kini, öfkeyi ölçüsüzce savurabiliyor ve bunda hiçbir sakınca görmeyebiliyor. Bu savurganlığın nedenleri ayrı bir tartışmanın konusu olabilir ancak, sonuç itibariyle, bizi insan doğası üzerine kara kara düşündürüyor.
Bu kara kara düşünme halleri karşılığını, sanal alemde/sosyal medyada farklı başlıklar altında bulabilir. Örneğin; bir süreden beridir, hiç kuşkusuz bir çok internet kullanıcısının dikkatini çektiği üzere, sosyal medyada ilginç bir eğlence tarzı ortaya çıktı. Bazı internet kullanıcıları, muhtelif nedenlerden dolayı kendilerinden aşağı gördüğü diğer başka internet kullanıcılarının sosyal medyada paylaştığı fotoğrafları derleyip toplayıp albüm haline getiriyor ve o başkalarının yaşamlarına/yaşanmışlıklarına tecavüz etme hakkını kendinde bulmak suretiyle yüz binlerce üyesi olan birtakım sanal gruplarda paylaşıyor. Amaç açık ve net: dalga geçmek, aşağılamak, ötekileştirmek..
Örneğin; kim olduğunu bilmediğimiz genç bir arkadaş bilgisayarının kamerasından kendi fotoğrafını çekmiş ve bu fotoğrafı büyük ihtimalle facebooktaki profilinde paylaşmış. Fotoğrafta yaptığı tek şey ellerini ve parmaklarını kalp şeklinde görünecek biçimde bir araya getirmek. Bu fotoğraf, birilerine çok garip gelmiş olmalı ki, diğer başka yüzlerce kişinin de başına geldiği gibi, genç arkadaşımızın facebook profilinden indirilerek kaydedilmiş ve 500 bine yakın üyesi olan sanal bir grupta paylaşılmış, üyelerin beğenisine (!) sunulmuş (biz de bu fotoğrafı o sanal gruptaki binlerce fotoğraf arasından rastgele seçtik). Sıradan sayılan bu fotoğraf hakkında yapılan birkaç yorumdan da görüleceği üzere (bu arada yorumlar özellikle seçilmedi, çoğu yorum benzer vurguları taşıyordu zaten) adına “yorum” denilen şey aslında “hakaret etme”, “aşağılama”, “küçümseme” ve “ayrımcılık yapma”:
“Bunlar hayvanat bahçesine, rehabilitasyon merkezine falan kapatılmalı, kesinlikle insanlardan uzak tutulmalı bu ne yaa”
“kafatasının içinde bulunan şey beyin yerine yeşil mercimek heralde”
“şopar lan bu orginal”
“Bülent abla mı o”
“şunların bi kökü kurumadı gitti”
“biri imha etsin şunu”
…
Çok ilginç ama bazıları bu garip eğlenceyi bir tür alışkanlık haline dönüştürmüş durumda ve bu işe ciddi mesai harcamakta. Hani mevzu basit bir eğlence ya da zararsız şakalaşmalar olarak kalsa belki de “büyütülecek bir şey yok” demek mümkün olabilirdi. Ancak; görüyoruz ki sanal alemde vuku bulan bu tarz bir tecavüz hali bünyesinde bin bir türlü cinsiyetçi, ırkçı, homofobik öğeyi de barındırabiliyor. Ve her nedense; “zalımlar”, “apaçiler”, “döl israfları”, “son mohikanlar”, “kürtaj gazisi”, “gundi”, “barzo”, “keko-keke-kekostar”, “kezban”, “ultragay”, “kimyasal atık”, “üretim hatası”, “sperm sapması” olarak nitelendirilenler hep de alt gelir düzeyinde ve özellikle doğu ve güneydoğu kökenli “tarz sahibi olmayan” (!), “kent havası yaşamına nüfuz etmemiş” (!) genç insanlardan oluşuyor (belki daha genel bir ifadeyle Anadolulu gençlerden). Bunu anlamak çok da zor değil. Tam bir gününü ayırıp internet ortamında “sörfe çıkan” herkes bu yaratıcı (!) eğlencenin muazzam örnekleriyle karşılaşabilir. (Doğrusu böylesi bir denetimsiz arzular kalabalığının ne türden bir ölçüsüzlüğün hülyasını yaşadığını anlamak güç.)
Irkçılığın, cinsiyetçiliğin, homofobinin nerede, ne zaman ve hangi biçimlerde kendini göstereceği belli olmaz. Hatta bazı durumlarda bu olguların analizi oldukça da zordur. Örneğin; yoksula duyulan nefret cinsiyetçiliğe karışır, homofobik duygular ırkçılıkla beslenir vs.
O değil de “mevcut refah düzeyi”nden (!) tüm bölgelerin eşit derecede faydalanmadığı, Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Endeksi’nde kendisine 90. sırada ancak yer bulabilen bir ülkede, sosyo-ekonomik, politik, kültürel unsurların önemli oranda belirleyici olduğu bir tablo içinde pek de mutlu sayılmayan bir halkın; sosyal medyada yüz binlerce üyesi olan gruplar kurarak kendinden saymadığı kitlelerin kılığını kıyafetini, duruşunu, şiirlerini, sözlerini kısaca tüm yaşam tercihlerini küçümseyerek eğlenmesi ve bu yolla ürettiği tüm ötekileştirme biçimleri gerçek bir akıl tutulması değil de nedir? Bunu yaparak ne türden bir tatmin duygusu yaşıyorlar acaba. Kendilerinin ne tam olarak kentli, ne tam olarak modern, ne tam olarak batılı olan yaşam tarzlarını, ironik bir biçimde, idealize ederken neyin kafasını yaşıyorlar? Hani, benzer bir jargonu kullanarak ve aynı ölçüde kabalaşarak “burası Türkiye, hangi aristokrasinin sperm artıklarını taşıyorsun sen?” diyesi geliyor insanın.
“The original” kentli çocuk varoşun ve Anadolu’nun çakma prenslerine ve prenseslerine karşı! İnternet ortamında, sosyal medyada 400 bin, 500 bin üyeli gruplar kurarak kapitalizmin üstlerine ölü toprağı gibi serpildiği alt gelir gruplarını ırkçılıkla, cinsiyetçilikle, homofobiyle deşifre ediyor… kendilerine biçtikleri karizmatik kentli kimliği sözümona “ayrıcalıklı” bir mizah anlayışından besleniyor. Sizin mizah anlayışınız batsın!
* Mihrican Zorlu
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Van.
[email protected]
[1] Pınar Öğünç, (Çevrimiçi), http://www.radikal.com.tr/yazarlar/pinar_ogunc/cunku_sizden_tiksiniyoruz-1158812, 03.11.2013.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.