Kürt halkı ön seçimlerle, “seçkin” temsilcilerine sıkı bir ders verdi. Ancak yerel yönetim elitine yönelik tepkilerin önünün açılması, yerel yönetim alanında siyasi bir sıçramanın gerçekleştirilebilmesi, “demokratik özerklik” kavramına uygun yeni bir yerel yönetim modelinin ortaya çıkarılabilmesi için yeterli değil. BDP bir ilki gerçekleştirdi ve tüm belediye başkan adaylarını ön seçimle belirledi. Gerçek bir ön seçim […]
Kürt halkı ön seçimlerle, “seçkin” temsilcilerine sıkı bir ders verdi. Ancak yerel yönetim elitine yönelik tepkilerin önünün açılması, yerel yönetim alanında siyasi bir sıçramanın gerçekleştirilebilmesi, “demokratik özerklik” kavramına uygun yeni bir yerel yönetim modelinin ortaya çıkarılabilmesi için yeterli değil.
BDP bir ilki gerçekleştirdi ve tüm belediye başkan adaylarını ön seçimle belirledi. Gerçek bir ön seçim yaşandı; başka partilerde gördüğümüz gibi “delege ağalığıyla”, “satın almayla” kirletilmesi zor bir ön seçim. Örneğin Diyarbakır’daki ön seçimin 12 bin delegesi vardı. Delegeler, demokratik Kürt hareketinin bütün sektörlerinden ve sürekli faaliyet içindeki unsurlardan saptanmıştı. En küçük beldede dahi çok sayıda aday adayı vardı.
Ön seçimler yerel Kürt siyasetinde küçük çaplı fırtınalar kopardı. Birçok seçim çevresinde Kürt siyasi elitinin tanınmış simaları sandıktan çıkamadı. Ön seçim sandıklarını “şehit aileleri”nin iradesi belirledi. Delegelerin iradesini belirleyen, “bedel ödeme” ve “bağlılığa” ilişkin değerlendirmeleri oldu. Delegeler, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve parmakla sayılabilecek birkaç belediye dışında, “siyasi temsil yeteneği”ni temel bir referans olarak kabul etmediler. Bireyler değil “değerler” öne çıktı.
Kürt kentlerinin siyasi seçkinleri ön seçim sonuçlarını beğenmedi. Hoşnutsuzluğu ifade etmekte en çok başvurulan kavram da “manipülasyon” oldu.
Önseçimlerde “manipülasyon” oldu mu, olmadı mı bilmiyorum. Ama iradesine müdahale edildiğini söyleyen bir delegeye de rastlamadım. Dolayısıyla, ön seçimlere müdahale eden bir siyasi irade var idiyse, bu iradenin delege çoğunluğunun duyarlılıklarıyla örtüşmeyi başardığını kabul etmek gerekir. Ön seçim sonuçlarından memnun olsun ya da olmasın Kürt siyasi kadrolarının, delege tabanının veya (hemen hemen aynı anlama gelmek üzere) “hareketin” Kürt siyasi seçkinlerine yönelik birikmiş tepkisini soğukkanlılık ve sağduyuyla değerlendirmesinde sonsuz yarar var. Kürt demokratik siyasi hareketi üç dönemdir bölgenin belli başlı yerel yönetimlerinde iktidarda; iki dönemdir de TBMM’de temsil ediliyor. Kürt siyasi hareketinin temsili ,belediyelerle ve TBMM ile de sınırlı değil; başta Demokratik Toplum Kongresi olmak üzere, hareket, demokratik toplumsal muhalefetin hemen bütün mecralarında, kamu çalışanları ve işçi sendikalarında, insan hakları hareketinde, barolarda uzun bir süredir “temsilciler”e sahip.
Hareketin tabanı için başlangıçta yalnızca “siyaseten temsil ediliyor olmak” önemliydi; temsil edenle temsil edilen arasındaki ilişkinin mahiyeti ikinci planda kalıyordu. Ancak 15 yıllık pratiğin sonrasında tabanda, temsil alanına ilişkin soru işaretleri çoğaldı. 2009’da başlatılan KCK operasyonlarının hareketin taban örgütlenmeleri olan “Halk İnisiyatifleri”ni önemli ölçüde tasfiye etmesiyle birlikte taban demokrasisinin ve denetiminin kanalları da zayıfladı. Temsilciler ile temsil edilenler arasındaki bağ tek taraflı hale gelmeye, seçilmişler arasında “seçkin” davranışları gözlenmeye, temsil alanında bir elit oluşmaya başladı. Milletvekilleri, belediye başkanları, parti yöneticileri kısacası “koltuk sahipleri” arasında ikbal peşinde oldukları izlenimini uyandıran kişilere yönelik bir hoşnutsuzluk alttan alta gelişti.
Belediye yönetimleri bu hoşnutsuzluktan en büyük payı aldı. 15 yıllık yerel yönetim iktidarı boyunca neoliberal belediyecilik sınırlarının dışına çıkılamamasının, hareketin yoksul tabanının enerjisine dayanan halkçı, “komüncü” bir belediyecilik modelinin geliştirilememesinin sorumluluğu yerel yönetim kadrolarına fatura edildi.
Ön seçimlerde “değer ailelerinin”, yani şehit ve tutuklu yakınlarının kazandığı ağırlık, bu hoşnutsuzluğun ve temsilciler ile temsil edilenler arasındaki mesafe artışına karşı tepkinin dolaysız bir dışavurumu olarak kavranmalı.
Kürt halkı ön seçimlerle, “seçkin” temsilcilerine sıkı bir ders verdi. Ancak yerel yönetim elitine yönelik tepkilerin önünün açılması, yerel yönetim alanında siyasi bir sıçramanın gerçekleştirilebilmesi, “demokratik özerklik” kavramına uygun yeni bir yerel yönetim modelinin ortaya çıkarılabilmesi için yeterli değil. Bununla birlikte, doğrudan demokrasiye dayanan, halkçı, devrimci bir yerel yönetim modelinin dayanakları da yok değil. Ön seçim sürecine damgalarını vuran Şehit Aileleri, Kadın Hareketi ve Gençlik Hareketi, Kürt halk hareketi içerisindeki “taban (halk) demokrasisinin” en güçlü kaleleri olarak öne çıktılar. Şehit aileleri, kadınlar ve gençler, Halk İnisiyatiflerinin tasfiye edilmesiyle ortaya çıkan boşluğu doldurmaya yöneldiler. Bu inisiyatif gruplarının Halk İnisiyatifleri’nin temsil ettiği taban örgütlenmelerini ikame edemeyeceği açık. Ancak yine de halk demokrasisinin bu etkili çekirdeklerinin yerel yönetim cihazının kolektif yönetim ve komünal yaşam ilkeleri etrafında yeniden şekillendirilmesinde de rol üstlenebilmesi mümkün.
Ön seçimler önemli ölçüde geride kaldı. Halk adaylarını belirledi. Şimdi sıra halkla birlikte demokratik, halkçı ve komüncü bir yerel yönetim modelinin geliştirilmesinde. Halk hareketi, Rojava’da sürgün veren çiçeğini hayranlıkla seyretmeyi artık bırakmalı, çiçeği asıl toprağında da açabilmeli.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.