Taze bir haberle başlayalım. Cemaat-AKP savaşında 23 Aralık 2013 itibariyle AKP hükümeti THY’de Zaman, Zaman Today’s, Bugün ve Ortadoğu gazetelerinin ücretsiz dağıtımını durdurdu. Anlaşılan o ki savaş hücre hücre devam edecek. Emperyalizmde İktidarın Doğası İktidar, kelimenin hissettirdiği güç yoğunlaşmasının aksine, hem egemen sınıflar için hem de ezilen sınıflar için aynı zamanda ittifaklar meselesidir. İttifak doğası […]
Taze bir haberle başlayalım. Cemaat-AKP savaşında 23 Aralık 2013 itibariyle AKP hükümeti THY’de Zaman, Zaman Today’s, Bugün ve Ortadoğu gazetelerinin ücretsiz dağıtımını durdurdu. Anlaşılan o ki savaş hücre hücre devam edecek.
Emperyalizmde İktidarın Doğası
İktidar, kelimenin hissettirdiği güç yoğunlaşmasının aksine, hem egemen sınıflar için hem de ezilen sınıflar için aynı zamanda ittifaklar meselesidir.
İttifak doğası gereği parçalı bir durumdur. Varlığı ve yokluğu her zaman buna bağlıdır. Her türlü ittifakın arka planında ise bazen zıt konumlara doğru hareket etse de tarih ve güncel ilişkilerce belirlenir.
Emperyalizmde, yani kapitalizmin tekelci aşamasında, iktidar sürekli tekelci eğilimine rağmen, tam da tekelciliğin parçalayıcı doğasından dolayı, tekelci aşaması her zaman geçicidir. Ancak emperyalist aşamada iktidarın tekelci anı geçici olsa bile hüküm sürdüğü zaman onun en vahşi dönemidir. Hitler’in 1000 yıllık Reich hayali sadece 12 yıl sürdü. Ama 12 yıl yüz milyona yakın insanın hayatının kaybı, dünya çapında muazzam bir yıkımla sonuçlandı.
Emperyalizmde iktidarın ittifak süreci en tehlikeli düşman üzerinden hızlıca gerçekleşir. Hitler’de somutlaşan faşizm için en tehlikeli fiili düşman sosyalizm, hayali düşman ise Yahudilikti. Hitler faşizmi Alman emperyalist tekellerin, en başta Deutsche Bank’ın, desteği ile I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan yenik çıkmış Alman ulusunun “umudu” olarak güçlü bir ittifaklar ürünü olarak iktidara oturdu.
Ancak emperyalizmde iktidar ittifaklar aracılığı ile gerçekleşse dahi ittifaklar arasında güç dengesi her zaman tekel olma yönünde bozulmak zorundadır. Alman faşizmi örneğinden devam edersek Hitlerin Nasyonal Sosyalist Parti’yi kurması sırasında ve iktidara giden yolda halk desteğini almasında en önemli fiili ve fiziki gücü olan S.A.’ları (Sturmabteilung, Fırtına Bölüklerini), fazla değil iktidara geldikten 1 yıl sonra, “Uzun Bıçaklar Gecesi” denilen günde Hitlere kişisel olarak bağlı SS’ler (Schutzstaffel, Koruma Timleri) lehine ve de acımasızca (85 üst düzey SA’yı öldürerek) tasfiye etti.
Emperyalizmde iktidar ister düşmanına karşı olsun ister ittifakına karşı olsun her zaman tasfiye yöntemini kullanır. Tasfiye sürecinde kimin galip geleceğini tarihe bağlı olarak yoğunlaşmış gündelik konumlar, ilişkiler belirleyicidir.
Ancak emperyalizm tekelci doğası onu sürekli ve en az sayıdaki ilişkilerle iktidar olmaya çalıştırsa da emperyalizmde hiç bir güç odağı tek başına sistemi idare edebilecek güce sahip olamaz. Tek başına en muktedir günlerini yaşarsa dahi eninde sonunda ya düşmanı tarafından (Sovyetler Birliği tarafından Hitler Faşizmi’ne karşı olduğu gibi) ya da dağılan ittifak parçalarının yeni ittifak girişimleri ile (Kenndy’nin öldürülmesi gibi) tasfiye edilir. Bundan sonra kısır döngü yeniden başlar.
ANAP’ın 4 eğiliminden AKP’ye
AKP ikinci ANAP; Erdoğan ikinci Özal’dır.
12 Eylül faşist yönetimi 12 Eylül öncesindeki burjuvazinin siyasal biçimlerinin iktidarı neredeyse kaybettirecek hala getirebileceğinden ciddi bir ders çıkardı. 1980-83 arasında 12 Eylül faşizminin “demokrasiye” geçmek istememesinin nedenlerinin başında burjuva siyasetinin yeni sürece uygun hale getirmeye çalışmasıdır. Ecevit, Demirel, Erbakan, Türkeş’te somutlaşan parçalı burjuva siyasetini Turgut Özal 4 Eğilimi (demokratik sol, liberalizm, Siyasal İslam ve milliyetçiliği) ANAP’ta birleştirmeye girişti ve faşizmin desteği ile bunu başardı da.
Aslında ANAP’ın “4 Eğilim”i Türkiye’de 24 Ocak kararları ile değişime giren kapitalizm olası tek siyasal biçimiydi, ki hala da öyledir. Öyle ki ANAP karşısında 4 Eğilimin 12 Eylül öncesinin bağımsız temsilcileri (DYP, SHP (CHP), MHP, RP) ancak ve ancak ittifaklarla bir araya geldiklerinde hükümet olabildiler: DYP-SHP (Demirel-İnönü) iktidarı; DYP-RP (Çiller-Erbakan) iktidarı, DSP-ANAP-MHP (Ecevit-Yılmaz-Bahçeli) iktidarı.
Özal’ın 4 Eğilimle geçirdiği 8 yıldan sonra kurulan her hükümet en fazla 3 eğilimi birleştirerek koalisyon hükümeti kurabildiler. Ancak bu eğilimler koalisyon olarak birleşse de, bağımsız hareket edebilme yeteneklerine hala sahip oldukları için ilk ciddi krizde bozuldular.
Türkiye’deki kapitalizmin girdiği her bunalım dönemi hükümetlerin koalisyon dönemine denk geldiği için 4 Eğilim arayışı bu defa Erbakan’a ihanet Erdoğan-Gül-Arınç önderliğinde AKP’de vücut buldu. Öyle ki AKP’nin bakanlıktan, meclis başkanlığına kadar (Erkan Mumcu, Abdülkadir Aksu, Cemil Çiçek gibi) ağır toplarının eski ANAP’lı olması basit bir tesadüf değildir. Bununla birlikte AKP liberallerin yoğunluğu dışında başta RP olmak üzere sosyal demokratlardan (Ertuğrul Günay gibi) ve ülkücülerden (Kürşat Tüzmen gibi) kurulu bir parti olarak iktidarı elde etti.
Aslında 4 Eğilim modeli o kadar güçlü ve Türkiye’deki kapitalizmin siyasal modelidir ki bunun en yeni ve somut göstergesini 2014 yerel seçimlerde CHP’de görülecektir. AKP’nin ANAP’tan farkı ANAP’taki 4 Eğilim içinde baskın olan liberallerken AKP’de Siyasal İslamcılardır.
AKP’de Tekelleşme ve Tasfiye Süreci
ANAP’ın “4 Eğilimli” tekelci iktidarı döneminde ittifaklardan herhangi birinin diğerini tasfiyeye girişememesinin en temel nedeni ANAP’ın ekonomik krizler tarafından bizzat tasfiye edilmesidir. Bunun dışında ANAP ve de Özal başta Kürt Ulusal Hareketi ve işçi-emekçi halk mücadelesine karşı her zaman tasfiyeci ve yok edici davranmıştır.
Çıraklık ve kalfalık döneminde emperyalizmin (özellikle ABD’nin) desteği ile ordunun siyasal gücünü tasfiye eden AKP, ustalık döneminde hızlı biçimde tekelciliğin cazibesine kapıldı. Ustalık dönemi başlar başlamaz Erdoğan ünlü “balkon konuşmasına” rahmet okuttu.
AKP’nin ilk tasfiye tokadını ordunun tasfiye sürecinde Erdoğan’ın şirazeni kaybettiğini, “vay efendim hukuk devleti, vay efendim insan hakları” diyerek dillendiren liberaller yedi. Erdoğan referandum sürecinde “taraf olmayan bertaraf olur” tehdidini hızlıca hayata geçirdi.
Öyle ki liberallerin önemli temsilcilerinden AKP Balıkesir milletvekili Turhan Çömez kendisini bir anda Ergenekon sanığı olarak buldu. Bu süreçte liberaller en büyük darbeyi medya alanında yedi. Erdoğan, Aydın Doğan’da somut olarak gösterdiği gibi, vergi sopasıyla zamanında avuçları patlayıncaya kadar alkışlayan liberallerin üzerine kabus gibi çöktü.
AKP’deki milletçi kanat aslında tasfiyeden en etkilenmeyen kesimdi. Bu eğilim AKP’nin Kürt Ulusal Sorunu’nda Öcalan ve BDP ile açık pazarlığa girişmesi sürecinde biraz mırın kırın etmenin ötesine gidemediler. Çünkü AKP içindeki milletçiler çoktan “davadan döndükleri” için AKP’den tasfiye edilirlerse gidecekleri yerleri olmadığından seslerini çok çıkarmayarak kendi kendilerini tasfiye ettiler.
AKP’de esas tasfiye kapışması ise başından beri bir arada olan ancak kendisi de aslında ittifaklar ürünü olan Siyasal İslam içinde gerçekleşti. Bugün bu tasfiyenin kendisine şahit olmaktayız.
Siyasal İslam, Cumhuriyet’in ilanından bu yana devletin değil ama Kemalist modernleşmenin baş rakiplerinden birisi olmuştur. Devletin uzunca bir süre, özellikle ordu eliyle, Kemalistlerin elinde olması nedeniyle Siyasal İslam’ın devletle, hele ki kapitalist devletle ilişkisinin algılanması her zaman sorunlu olmuştur. Siyasal İslam bu nedenle çoğu kez “muhalif” saflarda sanılmıştır.
Ancak sanıldığının aksine Siyasal İslam, Mustafa Kemal zamanında da, İnönü zamanında da kısmı de olsa özellikle sosyalist muhalefete, halk hareketine, Kürt Ulusal mücadelesine karşı her zaman devletin sadık kulu olarak konumlanmıştır.
Menderes dönemi ile bu sadık güç fiili kuvveye dönüşmüş ve devletin sokaktaki ilk faşist vurucu gücü olmuştur. Komünizmle mücadele derneklerinin kurucuları, Fethullah Gülen gibi, Siyasal İslamcılardan oluşmuş; 6. Filo protestosunu yapan devrimci gençleri katletmişlerdir.
Ancak Türkiye’deki gelişen halk hareketine karşı 1970-80 arasında Siyasal İslam’ın sivil faşist rolünü devam ettiren ve geliştiren, devletin emrine amade olan milliyetçiler olmuştur. Sivil faşizmin milliyetçilerce ele alınması ile sokaktan uzak kalabilen Siyasal İslam daha çok devlet içinde yapılanma eğilimine girmiştir.
Bu nedenledir ki 12 Eylül faşist darbesini en hafif hasarla atlatan da bu kesim olmuştur. Öyle ki 12 Eylül’de “bize de uf oldu” diyen Abdullah Gül’ün 1 günlük bir göz altısı; Fethullah Gülen’in ise 6 yıllık kaçak hayatı vardır. Erdoğan ise o sırada top koşturmakla, belediye de işçisi olmak arasında kararsız kalmıştır.
12 Eylül faşizminin Türk-İslam sentezinde, Türklük devlet eliyle, İslam ise Siyasal İslam aktörleri tarafından yürütülmüştür. Bu aktörler içinde cemaatlerin belirleyiciliği baskındır. Öyle ki Özal’ın kendisi Nakşi’ydi.
Ancak Fethullah Gülen gibi Kenan Evren aşığı dinci gericilik yanında Erbakan gibi 12 Eylül öncesinin siyasal figürü özellikle ordu için hala bir tehlike durumundaydı. Erbakan’da temsil olan Siyasal İslam’ı bir türlü tasfiye edemeyen devletin Kemalist kanadı, yerel seçimlerle güçlenen ve en sonu DYP ile iktidar kuran Erbakan’ı 28 Şubat ile tasfiye etmeyi başardı.
İşin ilginci özellikle 90’lı yıllarda Kürt illerindeki kirli savaşın en önemli aracı olan Hizbullah’ı; Sivas’ta 33 kişi yakan dinci gericilik, Erbakan döneminde pisliklerine hız vermişken, devlet ülkücülere yaptığını bu defa dinci gericiliğe karşı gerçekleştirdi. Devlet 12 Eylül’de milliyetçilere yaptığı gibi dinci gericileri şiddetle tasfiye etti.
En sonu Erdoğan-Gül-Arınç üçlüsü etrafında toplanan “Ilımlı İslam” ABD’nin de desteği ile artık yıpranan ordunun tasfiyesine maşa olmak için iktidarı aldı. Bu dönemde de en büyük müttefiki Cemaat oldu.
Ustalık dönemi ile liberallerin tasfiyesine başlayan AKP tekelleşmenin doğası gereği kendisi dışındaki herkesin tasfiyesine doğru evrilmiştir. Bu noktada AKP hem en büyük destekçisi hem de devlet içindeki en büyük rakibi ile kafa kafaya geldiği günlere tanık olmaktayız.
Şu an için bu tasfiye kapışmasında kimin kazanacağı belli değildir. Ancak önceki yıllara bakacak olursak oportünizm kelimesine rahmet okutan ve herhangi bir kelime ile tarif edilmesi imkansız bir esnekliğe sahip olan Cemaatin büyük yaralarına rağmen galip çıkma olasılığı da yüksektir. Pirüs zaferi AKP için geçerli olacak gibidir.
Ancak şunu akıllara iyice kazımak gerekir. 12 Eylül öncesinden,12 Eylül faşizmine yalakalıktan Gazi Ayaklanması’na; Kürt Serhildanları’ndan Roboski’ye; 19 Aralık Katliamı’ndan Haziran Direnişi’ne kadar Cemaat iflah olmaz bir halk düşmanıdır.
4 eğilimin yeni adı: CHP
AKP’nin rakiplerini tasfiyesi sırasında en büyük darbeyi CHP, Baykal’ın tasfiyesi ile aldı. MHP bile milletvekili adaylarının seks kasetleri ile CHP kadar sarsılmadı. Baykal’ın tasfiyesi ordunun tasfiyesinin parlamenter yönüdür.
Baykal’ın Kemalist ve ordu taraftarı muhalefet biçimin sakıncalarını iyi yakalayan Kılıçdaroğlu, Genel Başkan olduktan sonra şu 4 alanla hiçbir doğrudan tema kurmadı: Ordu, Kürtler, Aleviler ve Sosyal Demokrasi. Kılıçdaroğlu, Erdoğan şahsında AKP’ye karşı, sadece Hegelci bir anti-tez muhalefetliği üstlendi.
Öyle ki Kılıçdaroğlu ordunun tasfiyesine Baykal gibi “avukatlığa” soyunarak değil, ancak mızmızlanarak karşılık verdi. Haziran Direniş’i sırasında politik olarak muazzam bir fırsat ele geçirmesine rağmen Kılıçdaroğlu kendi eliyle CHP’yi direnişten uzak tutmak için her türlü çabayı sarf etti.
Bugün anlaşılıyor ki sezgisel olarak gerçekleşen anti-tez muhalefetliği bugün CHP’ye büyük bir fırsat olarak geri dönmektedir.
AKP’lilerin yolsuzluk meselesinin dış güçlerinin bir oyunu olduğu argümanı kesinlikle doğrudur. ABD emperyalizminin desteği olmadan en başta Cemaat’in böyle bir harekata girişmesinin imkanı varsa bile anlamı yoktur.
Bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyareti, bu ziyaret sırasında Cemaati ile kahvaltı yapması her açıdan anlamlıdır. Öncelikle Suriye meselesinde ABD güdümünden çıkıp kendi borusunu öttürmek istemesiyle Erdoğan, ABD’yi çok ciddi sıkıntılar içine sokmuştur. Emperyalizmin Haziran Direniş’i sırasında (özellikle ABD’nin ve AB’nin) tüm “yumuşa” emrine karşılık efelenen Erdoğan’ın suyunun ısınalı çok olmuştur.
Tam bu noktada emperyalizm yılların getirdiği dünyayı yönetme becerisi şu an sahnededir. CHP 4 Eğilimin yakın gelecekti iktidar adayıdır. Bu eğilimlerde de kesinlikle nüans farkı olacaktır. Ama özellikle kapitalizmle ilişkilerinde öz itibariyle aynıdırlar.
Yerel seçimlerde yolsuzluktan dolayı epey dosyası ve Cemaatle arası oldukça iyi olan Sarıgül’ün İstanbul adayı olması; Ankara’da CHP içindeki tüm itirazlara rağmen MHP’den yüz bulamayan Mansur Yavaş’ın aday olması; yine aynı şekilde AKP’den kapı dışarı edilen Lüftü Savaş’ın aday gösterilmesi 4 Eğilimin ilk somut adımlarıdır.
Bu noktada CHP’de vücut bulacak yeni 4 Eğilimin ilk sınavı yerel seçimlerdir. Eğer yerel seçimlerde AKP hatırı sayılır bir oy kaybına uğrarsa bu yeni 4 Eğilim cumhurbaşkanlığı seçiminde tam bir ittifak yapacak ve Kılıçdaroğlu CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olacaktır. Olası bir cumhurbaşkanlığı zaferinde ise, yakın zamanda ortaya çıkan ve Kılıçdaroğlu’nun yalanlamadığı biçimde Sarıgül de CHP’nin başına geçerek, 2015’te başbakan olma hesaplarına girişecektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.