Seyid Rıza hatırasına… “Olmasaydı olmazdık”, “olmasa da olurduk”… Geçtiğimiz 10 Kasım’da 1 milyonun üzerinde insanın Anıtkabir’e akın etmesi de güçlü bir görselle göstermiş oldu ki Mustafa Kemal son dönemde belki de hiç olmadığı kadar popüler. Burada, bir, AKP’nin “asıl devlet partisi” kimliğini kesin olarak edinmesinin ve iki, laisist-cumhuriyetçi kesimin muhalefetteki yerinin kanıksanmış/yerleşik hâle gelmesi ile bunun da yeni, az çok […]
Seyid Rıza hatırasına…
“Olmasaydı olmazdık”, “olmasa da olurduk”… Geçtiğimiz 10 Kasım’da 1 milyonun üzerinde insanın Anıtkabir’e akın etmesi de güçlü bir görselle göstermiş oldu ki Mustafa Kemal son dönemde belki de hiç olmadığı kadar popüler. Burada, bir, AKP’nin “asıl devlet partisi” kimliğini kesin olarak edinmesinin ve iki, laisist-cumhuriyetçi kesimin muhalefetteki yerinin kanıksanmış/yerleşik hâle gelmesi ile bunun da yeni, az çok radikal/militan bir Kemalizm’in argümanlarının biriktiği bereketli bir deltayı açığa çıkarmasının iki başat etken olduğu tartışmasız.
Başta verdiğimiz iki koddan da anlaşılacak ki Mustafa Kemal üzerine/üzerinden konuşmanın ve eylemenin yeni dönem popülerliği salt pozitif mânâda değil, o kadar kudretli olamasa da negatif yönden de söz konusu. İçinde bulunduğumuz konjonktürde her iki eğilimin de kendini yeni silâhlarla, daha güçlenerek ve sivrilerek sunmasının kendini refere ettiği strüktür de tek: Son on yıllık süreçte Mustafa Kemal’in babalığının -henüz aşılamamış göstermelik göreneklerin devamlılığını gayrı tutup da konuşacak olursak- adım adım devlet dairesinden dışa çıkıp, giderek “sivilleşmesi”, sadece “bazı ailelerin babası” vaziyetine ermesi. Bu durumun doğurduğu tepki ve rahatlama da sevgi ve nefretin hiddetle dışavurumunda münasip zemini sağlıyor.
Bu da bizi bir şiar çatışmasının içine bırakıveriyor: “Olmasaydı olmazdık”, “olmasa da olurduk.”
İhtimaller (!)
“Olmasaydı olmazdık” diyen Koç grubu kendi adına konuşuyorsa eğer büyük ihtimalle haklıdır, zira Kemalizm olmasaydı birikmiş bir Türk sermayesi olamayacak, buna binaen yeni burjuvazi de vücut bulamayacaktı. “Olmasa da olurduk” diyen lümpen gericiler de haklıdır, doğru Mustafa Kemal olmasa da olurduk, neden olmayalım?
Bunlar sadece kendi adlarına konuşuyorlarsa da haklıdırlar, hatta Mustafa Kemal olmasa muhtemel durumlarından dolayı daha bahtiyar da olabilirlerdi belki, kim bilir.
Fakat köşeye sıkışınca “benim de o adları taşıyan arkadaşlarım olabilir” hezeyanına sarılan “Olmasaydı, Yorgo, Dimitri olurduk” demiş Muharrem İnce haksızdır, onca yıl emperyalizmin bayrağı altında yaşamış Kuzey Afrika ve Ortadoğu gerçeği ortadadır, bu coğrafyada yaşayan insanların çoğunun adı bugün de “Muharrem” gibi Arapça Müslüman isimleridir. Üstelik sözünü ettiğimiz alanda dünyanın en tutucu insanlarının yaşadıkları da aşikâr.
Bırakın tamamen Hıristiyanlaşmış nüfusu, var olan gayr-ı Müslim nüfusun pek çok yerde -Türkiye’deki gibi, bazen de daha yumuşak- baskı altında tutulduğu, insanların farklı mezhepten olduğu ya da aynı fikirden olmadığı için kafalarının kesildiği, kadınların araba bile kullanamadığı, recmin olduğu, şeriatın hüküm sürdüğü kocaman bir coğrafya… Üstelik buralardaki insanlar Fransızca ya da İngilizce de konuşmuyorlar.
Neylersiniz bu memleketin entelektüel birikimi ve tartışma kültürü bizi böyle çoluk çocuk muhabbeti kıvamında izansızlıkların seviyesine inip kafa yormaya, söz söylemeye zorluyor.
Mustafa Kemal olmasaydı ne olurdu? Napoleon Rusya’yı fethetseydi, Hitler Stalingrad’daki savunmayı kırsaydı, İspanya İç Savaşı’nı devrimciler kazansaydı ya da Osmanlı Viyana’yı alıp ilerleyebilseydi ne olurdu gibi bir soru bu. Ne olacağını bilemeyiz, ancak tahminler yürütebiliriz, oturup güzel ya da gerilimli vakit geçirebileceğimiz tartışmalar yapabiliriz, geyiğini de çevirebiliriz bunun. Hepsi bu.
Yani bu aynı zamanda “Mahir yaşasaydı ne olurdu? Yasal siyaset yapar mıydı?” gibi de saçma bir sual değil mi? Mahir, genç yaşta devrim için öldü, Cebeci’de karşıdan karşıya geçerken seyir hâlindeki bir aracın altında kalmadı ya da yamaç paraşütü yaparken bir kayaya çarpıp, parçalanmadı. Mahir, savaşarak öldü. Nokta.
İşte bunun gibi Mustafa Kemal de yaşadı, bir hayatı tercih etti, bir mücadelenin birinci adamı oldu ve kazandı, iktidar, “ulu önder” oldu. Bugünümüzü şekillendiren adamdan söz ediyoruz ve mevcut şekil bu.
Olmasaydı da olurduk, fakat içinde bulunduğumuz atmosfer daha farklı olurdu elbet.
O değil de Çerkes Ethem olsa, Enver Paşa olsa, yine olurduk, hatta yüksek olasılık yine “cumhur” olurduk, ama “cumhuriyetimiz” Mustafa Kemal’in cumhuriyetinden daha farklı olacaktı şüphesiz. Belki daha da baskıcı, belki daha çoğulcu, belki dini renklerin daha ağır bastığı, belki de inancı daha çok baskı altına alan… Belki Batıcı, belki Doğucu, belki orta yolcu yahut kendi yağında kavrulan bir ülke olurduk dünya haritasının orta yerinde…
Ya da Kâzım Karabekir olurdu “halaskâr”, Osmanlı sürerdi, sembolik bir padişahımız, gücü tartışmalı bir hilafetimiz ve yine seçimle iş başına gelen bir parlamentomuz olurdu belki bugün.
Hiçbiri olmasaydı, Vahdettin ya da başka bir padişah kalsaydı da olacaktık. Ermeniler, Rumlar yerine, olduğu gibi Müslümanların katledilmesi ya da Türklerin Orta Asya’ya geri sürülebileceği pek ihtimal dâhili değil. Var olan bir devletten, yerleşmiş bir gelenekten bahsediyoruz zira, bir şekilde yine devam edecekti, bugün de başka bir biçimiyle sürdüğü gibi… Bu Osmanlı da herhâlde Gani Müjde’nin “Osmanlı Cumhuriyeti” adlı filmindekine benzer topraklarında yabancı askerlerin dolaştığı tamamen müstemleke bir karikatür olmayacaktı. Yüzölçümü daha büyük mü,daha küçük mü olurdu bilemeyiz ama bir Osmanlı da devam edebilir, biz de onun tebaası olabilirdik. Adımız da yine “Muharrem” olurdu, uzun yıllar başka ulusların hâkimiyeti altında yaşayan Kazakların adının “Abay” olduğunu, kendilerine “Qazaqtar” dediklerini ya da kendilerine Latvieši diyen Letonların hâlen Protestan ya da Katolik olarak yaşayabildiklerini düşünürsek eğer…
Ama olan oldu. Mustafa Kemal yaşadı ve savaştı. Pek istekli olmayan ve kafası karışmış İngilizlerin desteklediği Yunanları ve Ermenileri, içerideki muhaliflerini yenerek ve silâh arkadaşlarını tasfiye ederek yeni bir cumhuriyeti yarattı, İttihat Terakki lânetlenerek ve isim değiştirerek iktidar oldu.
Cumhuriyet ilân edildi, demokrasi yasaklandı, basın sansürlendi, İstiklal Mahkemelerinde çoğu köylü binlerce insan hukuksuzca asıldı [Kaç kişinin idam edildiği konusu tartışmalıdır; e.n], özenti/şekilci bir Batılılaşma hamlesine girişildi, adı “padişah” olmayan bir tek adama kutsiyet atfedildi, bu yeni devletin yeni mefkûresinin motivasyon ögesi oldu.
Dersim yakıldı ve yıkıldı, insanları sürüldü, bir acı var hâlâ kapanmadı, Kürtler ezildi, Anadolu halklar hapishânesine dönüştürüldü, Suphiler-Nejatlar boğduruldu, yurttaşlarımız gayr-ı Müslimler kovuldu, eksildik, değiştirildik, düşmanlaştık, geriledik, paranoyaklaştık…
Cumhuriyetimizin bize kazandırdığı özgürlüklerle ilgili bir kompozisyon yazmamız istense tüm bu veriler ışığında en fazla “susma özgürlüğü”müz üzerine yazabilirdik, “Ne Mutlu Türküm Diyene!” demek zorunda olmak hariç.
Mustafa Kemal olmasa… “Olmasa da olurduk” diyenler o günlerden bugünlere başımızda olsalardı şâyet… Ne olurdu?
“İki aya inşallah Emevi Camii’nde bayram namazı kılacağız!” diyebilen ağız; kin yüklü, kıskanç, kibirli, tahammülsüz, ezilen değil ezik, karanlık zihniyeti dört başı mamur özetlemeye yetmiyor mu?
Mustafa Kemal olmasa da olurduk elbet. Ateş bulunmasa da olurduk, tekerlek dönmese de, ekmek yapılmasa da… Türklere Anadolu kapıları açılmasa da olurduk, İlteriş Kutluğ Kağan Göktürk devletini yeniden kurmasa da ya da Mete düzenli orduyu örgütlemese de. Zaten çoğumuzun oralarla hiçbir bağlantısı da yok, biz zaten buradaydık.
Birileri bir tarih ve kimlik inşa etti, koskoca ülke bir şantiyedir, bir ideoloji bir hafriyattan beslendi, yıktı ve kurdu.
Olan oldu.
Ve emekçiler önündeki maçlara bakacak.
“Yahu Mustafa Kemal’in, Kemalizm’in hiç mi iyi yönü yoktu ‘iyi ki doğdun’ dedirtecek!” diyen arkadaşlar mutlaka olacaktır.
Kemalizm’in belki değil ama bazı Kemalistlerin illa ki iyi, olumlu yönleri vardır tıpkı bazı İslamcıların olduğu gibi.
Bunlar böyle birkaç sayfalık bir yazıyla bir çatı altına konup, tüm odaları mazbut biçimde tahkim edilip, “selamünaleyküm bunlar benim fikirlerim” diye sunulabilecek mevzular değil, girift, hararetli ve uzun uzun tartışılası.
Yine konuşuruz…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.