Dünyanın her yerinde kadınların muhafazakarlaşma dalgası altında olduklarına dikkat çeken kadın aktivistleri, kadınların esnek çalışma modelleri ile ucuz iş gücü haline getirildiklerini kaydetti Yazılı tarih, kadınların ezilmesinin, aşağılanmasının ve yok sayılmasının tarihi olmuştur. Kadınlar, sınıflı toplumlarda her zaman arka plana itilmiş, yok sayılmış, kölelik kadının değişmez kimliklerinden birisi haline gelmiştir. Tüm dünyada kadınların ortak ve […]
Dünyanın her yerinde kadınların muhafazakarlaşma dalgası altında olduklarına dikkat çeken kadın aktivistleri, kadınların esnek çalışma modelleri ile ucuz iş gücü haline getirildiklerini kaydetti
Yazılı tarih, kadınların ezilmesinin, aşağılanmasının ve yok sayılmasının tarihi olmuştur. Kadınlar, sınıflı toplumlarda her zaman arka plana itilmiş, yok sayılmış, kölelik kadının değişmez kimliklerinden birisi haline gelmiştir. Tüm dünyada kadınların ortak ve tek sorunu; erkek egemenliğinin meşru ve kabul edilebilir bir zihniyetmiş gibi kendilerine dayatılmasıdır. Tarihin her döneminde, kadınlar üzerinde türlü politikalar uygulanmış, devletler yürüttükleri gerek savaş, gerekse ekonomik politikaların bedelini kadınlara ödetmiştir. Günümüzün neoliberal politikaları, sermayenin tüm dünyada kadınları işsizliğe mahkum ederek, iş piyasasının dışına itmesine neden olmaktadır. Kadını çocuk doğurma makinesi olarak görmesi ve bol bol çocuk doğurmaya teşvik etmesi, sadece Türkiye’de değil neoliberal politikaların uygulandığı gelişmiş ve gelişmekte olan bütün kapitalist ülkelerde kendine sağlam bir zemin bulmaktadır. Sermaye kadını güvencesiz, esnek ve ucuza çalışma sistemine dayalı bir yapı içerisinde çalışmak zorunda bırakmakta ve kadınların bilincini teslim alarak, onları düşünmeyen, sorgulamayan, karşı çıkmayan, sömürü düzeninin bir parçası haline getirmeye çalışmaktadır.
Sosyalist Feminist Kolektif Üyeleri Banu Paker ve Öznur Subaşı, Heinrich Böll Stiftung Derneği Üyesi Ulrike Dufner, kadına yönelik şiddeti üreten neoliberal politikaları değerlendirdi.
Sorun sadece ideolojik ya da kültürel değil
Kadınların dünyanın her yerinde aynı sömürüye maruz kaldığına dikkat çeken Sosyalist Feminist Kolektif üyesi Banu Paker, sömürünün varoluş tarihinin değil, aslık sömürüye karşı nasıl bir mücadele verileceğinin tartışılması gerektiğini kaydetti.
Kadınların ezilmesinin sadece kapitalizmin ürünü olmadığını ifade eden Paker, “Kapitalizme eşlik eden ve onu güçlendiren erkek egemen sistemin varlığı söz konusudur. Biz buna patriyarka diyoruz. Patriyarka ve kapitalizm birbirini güçlendiren ve besleyen sistemler bütünüdür” dedi. Ev içindeki kadından, çalışan kadınlara kadar tüm kadınların bu sistem tarafından sömürüldüğüne işaret eden Paker, kadınların bir dizi politikayla baskıya maruz kaldığını vurguladı. Paker, bu sorunların sadece ideolojik ya da kültürel sorunlar olmadığını, aksine doğrudan devletlerin, hükümetlerin ve sermayenin politikaları olduğunu öne sürerek, kadınların hem bedeninin hem de kimliğinin tahakküm altına alındığını belirtti.
Zulüm her yerde aynı
“Dünyanın neresinde olursa olsun, kadınların yaşadığı zulüm aynı” diyen Paker, neoliberalizmin hakim olduğu ülkelerde de sosyalizme en yakın olan ülkelerde de kadın emeğinin aynı şekilde sömürüldüğünü ifade etti. Paker, “Esnek çalışma modelleri ile birlikte kadınlar güvencesiz çalıştırılarak ucuz iş gücü haline getiriliyor. İngiltere gibi gelişmiş ülkelerde dahi kadınlar aile içerisine sıkıştırılıyor, yaşamlarına, emeklerine müdahale ediliyor. Sorunlar aynı, sadece sömürü araçları farklı” dedi.
Yoksullaşmanın kadınlaşması
Güvencesiz esnek çalışmaya ilişkin Hollanda’yı örnek veren Paker, “Burada kadın emeğinin en fazla sömürüldüğü ve “yoksullaşmanın kadınlaşması”nın önünü açan politikalar uygulanıyor. Part-Time cenneti olarak bilinen Hollanda’da kadınlar daha güvencesiz ve daha düşük ücretlerle çalıştırılıyor. Gelişigüzel işlerde çalıştırılarak, tek bir alanda uzmanlaşmalarının önüne geçiliyor. Bu tarz çalışma modelleri ile aile kurumunun sarsılmaması amaçlanıyor. Böylelikle toplum tarafından kadına biçilmiş roller de eksiksiz yerine getirilmiş oluyor” şeklinde konuştu.
Bu eski bir oyun
Türkiye’de de tam da bu modelin uygulanmaya çalışıldığına dikkat çeken Sosyalist Feminist üyesi Öznur Subaşı ise, bu uygulamanın sadece AKP Hükümeti’nin politikası olmadığını, 1995’de Fransa ile başlayıp birçok ülkede uygulanmaya geçtiğini aktardı. Fransa’da çalışma saatlerinin 35 saate düşürülmeye başlanmasıyla insanların düşük ücretlerle güvencesiz olarak çalıştırıldığına işaret eden Subaşı, “Haftanın belirli günleri çalışmak daha kolay ve iyi gibi görünse de bu çalışma şekli insanların kıdemlerini, ücretlerini ve daha da önemlisi herhangi bir alanda gelişmelerini ve uzmanlaşmalarını ortadan kaldıran bir çalışma şeklidir” sözlerine yer verdi.
‘Gelişmiş’ olmak yetmiyor
Cinsel açıdan en geniş hakların verildiği İsveç’te dahi, kadınların Türkiye’deki gibi her türlü şiddete, tacize, tecavüze uğradığını belirten Subaşı şöyle konuştu: “Kadınlara verilen bu kazanımlar aslında kadınlara silah olarak geri dönüyor. Çünkü kadın tecavüze uğradığı zaman kendi özgür tercihini yapmış olduğundan yola çıkarak mahkemeler, erkek tecavüzcüleri cezalandırmıyor. Diğer yandan “gelişmiş ülkelerden biri olan Almanya” gibi bir ülkede 360 sığınmaevi var. Şiddet oranına göre kadınlar sığınağa ihtiyaç duyarlar” şeklinde konuştu.
Engeller oldukça yasalar bir anlam içermez
Amerika ve Fransa’ da çok ciddi kürtaj karşıtlığı kampanyalarının yürütüldüğünü hatırlatan Subaşı, “Kürtajın yasal olup olmaması çok da önemli değil; fiili uygulamalarda yasak getirildiği ve kadınların önüne bir çok engel koyulduğu sürece yasal olması bir anlam ifade etmiyor. Kürtaj, şiddet, taciz, tecavüz, çocuk gelin ve esnek istihdam, dünya kadınlarının hepsine farklı araçlarla uygulanan politikaların bütünüdür“ diyerek, dayatılan politikalara karşı kadınların birbirlerine dokunarak, mücadele etmeleri gerektiğini belirtti.
Kadınlar muhafazakarlaşma dalgası altında
Heinrich Böll Stiftung Derneği üyesi Ulrike Dufner de, dünyada kadınların muhafazakarlaşma dalgasında olduklarına dikkat çekerek, bunun yansımasının her ülkede farklı olduğunu belirtti. Dufner, Avrupa Birliği ülkelerinden Almanya’nın, kadın erkek eşitliği bakımından en aşağılarda bulunduğunu dile getirdi.
Şiddetin dünya çapında büyük bir sorun olduğunun altını çizen Dufner, kadına yönelik şiddetin ne etnik kimlik, ne de kültür farklılığı tanıdığını ifade etti. Dufner, aile sözkonusu olduğunda, erkeklerin kendisini bunun dışında tutmayı tercih ettiklerini belirterek, “Bunu erkeklerin de sorunu haline getirmeliyiz” dedi.
Dufner, Kürt Kadın Hareketi’nin şiddete karşı mücadelede bir duruşu açığa çıkardığını kaydederek; “Kadınlar, sırf kadın sorunlarıyla uğraşmıyorlar, siyaset de yapıyorlar. Bu önemlidir” diye konuştu. Dufner, erkeklerin kendilerine atfedilen cinsiyet rollerini kabul etmemeleri çağrısında bulunarak, kadına yönelik şiddete karşı bir erkek hareketinin de ortaya çıkmasını beklediğini söyledi.
EYLEM DAŞ/DERYA CEYLAN/JINHA/İSTANBUL
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.