Ne zaman Galilei Galileo ismini duysam ilk aklıma gelen Kilise ve Bilim arasındaki çatışmadır. Kopernikus teorisini geliştiren Rönesans’ın o ünlü Floransalı matematikçi ve uzay bilimcisi Galileo kilisenin aksine “dünya dönüyor” demişti. Bu sözlerin bedelini Engizisyon mahkemesinde ömür boyu hapse mahkûm olarak ödedi. Ama bugün insanlık Galileo’yu bilime yaptığı katkılarla dinin emirlerine başkaldırışıyla biliyor. İnsanlık, Vatikan’ın […]
Ne zaman Galilei Galileo ismini duysam ilk aklıma gelen Kilise ve Bilim arasındaki çatışmadır. Kopernikus teorisini geliştiren Rönesans’ın o ünlü Floransalı matematikçi ve uzay bilimcisi Galileo kilisenin aksine “dünya dönüyor” demişti. Bu sözlerin bedelini Engizisyon mahkemesinde ömür boyu hapse mahkûm olarak ödedi.
Ama bugün insanlık Galileo’yu bilime yaptığı katkılarla dinin emirlerine başkaldırışıyla biliyor. İnsanlık, Vatikan’ın Galileo’dan 359 yıl sonra özür dilemesine şahit oluyor. Aynı insanlık benzeri özrü İngiltere Kilisesi’nden Charles Darwin için duyuyor.
“Charles Darwin, doğumundan 200 yıl sonra, İngiliz Kilisesi sana bir özür borçlu, seni yanlış anladığı, sana yanlış tepki verdiği ve başkalarının da seni hala yanlış anlamasına sebep olduğu için.”.
Ne zaman İngiliz filozof Roger Bacon’dan bahsetsek, zindanlarda geçen 28 yıl ve o meşhur sözleri kulaklarımızda çınlar.
“Gerçeklere din kitaplarıyla gidilmez, akıl yoluyla gidilir, tanrı ve peygamber kitaplarıyla ilim yapılamaz.”
Giordano Bruno (1548-1600) canlı canlı yakılmış, Antoine Laurent Lavoisier (1743-1794) giyotinde idam edilmiş. Yani tarihin bütün dönemleri bir bilim adamının dindarı öldürdüğünü görmemiş ama tersi için sayısız örnekler verebiliriz.
Din ile bilim ortaçağ boyunca şiddetli kavgalar yapmış, kilise bilime karşı üstünlük uğruna dünyanın yuvarlak olduğunu bile reddetmiş. Ortaçağ rezilliği ve Papalık suç tarihi üzerine Avrupa’da sayısız ciltler yazılmıştır.
Bilimin önü alınmaz ilerleyişi ve güçlenmesi din alemini bilimle uzlaşmaya zorlamış. Kilise siyasal ve toplumsal nüfusunu bilimin önünde engel yapmayacağını, bilimsel alana girmeyeceğini beyan etmiş, böylece Hıristiyan âleminde sular durulmuş.
Çünkü bilmek öncelikle kuşku duymayı, sorgulamayı, soru sormayı gerektirir. Bilimsel ilerlemenin ve bilimsel bilginin temelinde hemen her şeyden kuşku duymak yatar. İnanç ise bunların reddi üzerine oturur, tartışılmaz.
Çünkü bir toplum efsanelere, hurafelere inandığı oranda düşünemez, sorgulayamaz, üretemez hale gelir. Tanrı mucizeleri ile İncil’de, hastalıklar iyileşir, açlar doyar, körler görür, topallar yürür. Kurtuluşu göklere bakarak, mucizelerde aramaya başlarsınız.
Evet, dostlar Fransız Devrimi, Kilisenin dallarını kırdı.
Bugün kiliseler oldukça demokratikleşti cennet herkese açıldı. Günahları dolayısıyla bu dünyanın zenginleri artık korkunç cezalarla korkutulmuyor. Avrupa’nın kiliseleri öyle İncil’de geçtiği gibi “devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin Allah’ın katına girmesinden daha kolaydır” gibi söylemlere inanmıyor. Aksine servetinin tadını çıkarıp cehennem ateşi ihtimaline gülümsüyor.
Sadece yoksullar için durum farklı, bu dünya onlar için fani, ölümden sonra geleceği addedilen mutluluğun bedelini yaşarken ödemek elbette ki çok ağır oluyor.
Avrupa’da bugünkü kiliselerin hali, kendi ilk fikirlerinin, inançlarının ve geleneklerinin tam ve mutlak bir inkârıdır. Mimarisi bozulmadan bar, birahane, restoran şekline çevrilen kiliselerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktur.
Artık günlük hayatınızın her dakikası da İncil teorisini yalanlıyor. Sol yanağınıza tokat atıldığında sağ yanağınızı uzatmıyorsunuz. Bilimin dine karşı mücadelesinde yani akılcı düşüncenin akıldışılığa karşı mücadelesinde kazanan taraf bilim olmuştur.
İşte burada aklıma şöyle bir soru geliyor. Bütün bunlar Avrupa’nın kiliselerinde böyle cereyan ederken aynı temel düşünceler İslam ve diğer dinler için de geçerli olamaz mı?
Belki de sorunun yanıtı Başbakanın 30 Ekim 2013 tarihli televizyon konuşmasının içinde yatıyor.
“Başörtüsü simge değil dinin emridir” derken eleştiricileri de cahillikle suçluyor.
Bu sözleri bir hoca camide, bir rahip kilisede söylemiş olsaydı anlamakta güçlük çekmezdim. Bu sözler ekonominin, siyasetin, sosyolojinin, insan haklarının, özgürlüğün konuşulduğu devletin yönetildiği bir mecliste konuşuluyor. Bu sözler tıpkı yargıya, polise verilen emirler gibi mecliste başı açık kadın milletvekillerine dinin emri anımsatılıyor. Bu sözlerle insanların yaşam şekli dini kurallarla belirlenmeye çalışılıyor. Bu sözlerle din ideoloji oluyor ülke bu ideoloji ile yönetilmeye çalışılıyor.
Amin Maalouf, Ölümcül Kimlikler kitabında ateist bir yazar olmasına rağmen insanların dine ihtiyacı olduğunu, dine yer olmayan bir dünya düşünmediğini söylüyor.
Tamamıyla katılıyorum; din, bu zalim düzende çaresizlik altında ezilen insanlara bir çare rolü oynuyor. Ateistlerin bile bu hakkı seve seve savunduğu bir dünyada bırakın insanlar inançlarını özgürce yaşasın.
Devletin görevi başı açık kadınları kontrol edip halkın dini geleceğine rehberlik etmek değildir. Hükümetin görevi din üzerinden siyaset yapıp halkı birbirine düşman etmek hiç değildir.
Yalan, yanlış, hurafe, özünde bilimsel temeli olmayan her düşünceyi savunmak çok zordur. Savunsanız, bilim adamlarını sustursanız bile, susturamadığınız kesimlerden mutlaka yanıt alacaksınız.
Peki, siz başörtüsünü dinin emri diyerek dayatırken, dinin şu anda çağımıza hiç uymayan diğer emirlerini yerine getiriyor musunuz? Evlilik, boşanma, kadın hakları, şahitlik, zina, hırsız erkek ile hırsız kadının ellerinin kesilmesi gibi yüzlerce örnekler var.
Dinler bugün 21. yüzyıl dünyasında olan hiçbir şeyi açıklayamaz. Aslında onların rolü de açıklamak araştırmak, sorgulamak değildir. Siz inanca dayalı bir meclis istiyorsanız, zaten orada konuşulacak tartışılacak, araştırılacak bir şey de yok demektir.
Batının şimdisi, batının geçmişinin bir ürünüdür. Kiliselerin bilimsel olmayan düşüncelerle bilimsel alana girmesi, devlet işlerine insan yaşamına karışması, batıda aydınlanma devrimini getirmiştir.
Türkiye’nin bugünü batının geçmişini oynuyor. Mağdur edebiyatı ile kadınların kapalı açık ayırımı tamamlandı. İnsanların yeme içme yaşam şeklinden tutun kaç doğuracak, nasıl doğuracak dini balans ayarı yapıldı. Nesil tinerci mi olsun benzetmesiyle (milyonlarca dindar olmayanı tinerci yaparak) dindar, dindar olmayanlar ayrıldı. Şükreden, itaat eden otorite karşısında boyun eğen dindar kuşak eğitecek teokratik eğitim sistemine adım atıldı.
Ben devletim, her şeyin doğrusunu ben bilirim, her konuya dini açıklama getiririm, açılışları bile müftüler vaazlar eşliğinde yaparım anlayışı, Türkiye’de dinin kendi elleri ile yıpratılmasını, sorgulanmasını gündeme getirecektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.