İthal bir KDP’nin kurulması etkili olur mu bilinmez ama böylesi bir çalışmanın temel dinamikleri de, BDP içerisinden çıkartılacaktır. Eğer politik zemin uygun olursa, BDP içerisinde Barzani’ye yakın bazı güçlerin bu sürece dahil olması, sürpriz sayılmamalıdır Güney Kürdistan Başkanı Mesut Barzani’nin 21 yıl sonra, Kürtlerin başkenti olarak kabul gören Diyarbakır’a gelmiş olmasının politik yankıları beklenilenden çok […]
İthal bir KDP’nin kurulması etkili olur mu bilinmez ama böylesi bir çalışmanın temel dinamikleri de, BDP içerisinden çıkartılacaktır. Eğer politik zemin uygun olursa, BDP içerisinde Barzani’ye yakın bazı güçlerin bu sürece dahil olması, sürpriz sayılmamalıdır
Güney Kürdistan Başkanı Mesut Barzani’nin 21 yıl sonra, Kürtlerin başkenti olarak kabul gören Diyarbakır’a gelmiş olmasının politik yankıları beklenilenden çok daha yüksek oldu. 37 yıldır ülkesinden uzak olan Şivan Perwer’in de Barzani’ye eşlik etmesi, kamuoyunda gezinin sosyal ve politik önemini arttırdı.
Suriye’de politik kaosun derinleştiği, Kürtlerin politik prestijinin arttığı bir dönemde, Barzani’nin Diyarbakır’a gelişi, sadece iç politikada değil, aynı zamanda bölgesel ve uluslararası güçler tarafından da dikkatle izlendi. Erdoğan’ın Barzani’yi Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı sıfatıyla davet etmiş olması, Türk devletinin varlık nedeni olan ‘kırmızı’ çizgilerin fiilen bittiğini gösterir. Türk devleti, yıllarca yok hükmünde saydığı Güney Kürdistan’ı tanıdığını resmen ilan etti. Aynı şekilde Rojava/Batı Kürdistan’ın statüsünü de fiilen kabullendi. Tartışmaya başlanan bir nokta da şu: Güney ve Batı Kürdistan varsa ve bu artık kabul görüyorsa, bunun Kuzey’i ve Doğu’su ne olacak? Sanırım bölgesel ilişkilerdeki gelişmeler ve özellikle devletle ile PKK arasındaki politik güç dengesi Kuzey Kürdistan’ın statüsünün belirlenmesinde belirleyici faktör olacaktır.
Bunlar sorunun bir yanını oluşturuyor. Ancak Barzani’nin ziyareti bunların çok ötesinde önemli mesajlar içeriyor. Hewler-Ankara ilişkilerinin geleceği bakımından oldukça önemsenen bu ziyaret, bölgesel güç ilişkileri bakımından önemli ipuçları veriyor. Ayrıca KDP ve AKP gibi iki farklı iktidar gücünün geleceği bakımından da önemseniyor. Bölgesel ilişkilerde bir kısım farklılıklar olmasına rağmen, esasen ortak çıkarların ön plana çıkartılması politikasının benimsendiği görüldü. İki iktidar gücünün üzerinde anlaştıkları önemli bazı noktaların ön plana çıkması ile ziyaretin görünen yansımalarından çok, görünmeyen arka plan politikalar daha fazla tartışılacaktır.
Barzani’nin gelişini, hem Türkiye ile Güney Kürdistan arasındaki stratejik ilişkiler, hem de Ortadoğu denklemi bakımından birkaç önemli noktada değerlendirmek mümkün.
Kürdistan Türkiye’yi kurtarır mı?
Birincisi, ABD ile Rusya Suriye’nin geleceği konusunda anlaşmış durumdalar. Türkiye’nin Suriye politikası çöktü ve esasen bugünkü sürecin dışında tutuldu. Yeni süreç, Türkiye’nin Ortadoğu denkleminde beklenilen düzeyde söz sahibi olamayacağını gösteriyor. İran-ABD yakınlaşması, aynı zamanda İran’ın Ortadoğu politikasında artan gücünü, Türkiye’nin ise hızla gerileyen pozisyonunu ortaya koyuyor. Devlet, jeopolitik gücü zayıflayan bir Türkiye’yi çok daha büyük sorunlar beklediğini de görüyor. Bu bakımdan Ortadoğu’da oynanan oyunun bir parçası olmaya devam etmek için zorunlu bazı yeni politikalar devreye koymaya başladı. Bunun en önemli halkası ise yıldızı yükselen Kürdistan’dır. Bunun somutlaşmış ifadesi ise bugün için Güney Kürdistan’dır. Ortadoğu dengelerinde söz sahibi olan Kürtlerle ortak politikalar oluşturmak, bölgede kendine yeni bir alan açmak bakımından önemli görülüyor. İran, Irak ve Suriye ile sıfırlanan komşuluk eksenli bölgesel politikasını aşmak için Hewler (Erbil) üzerinden kendisine yeni bir alan açmaya çalışıyor.
Bu bakımdan ABD ve Rusya ile ilişkileri güçlü olan, bölge ülkeleri tarafından dikkate alınan Barzani’yi çok daha fazla etkilemeye yönelik bir politika devreye konuldu. Ancak Kürdistan’daki politik dengeleri belirleyen temel stratejik güçler yok sayılarak bu politikanın başarılı olma şansı da son derece azdır. Bu bakımdan Türk devletinin politik hamlesi, kendi geleceği bakımdan önemli ama gerçekçi değil. Ayrıca, Kürdistan’ın tarihsel, toplumsal ve siyasal varlığını bütünlüklü olarak kabul etmeden attığı her adım, statükocu çizgilerin kırılması olarak kendisine geri dönüyor.
Türkiye, Kürdistan’ı kurtarır mı?
İkincisi, Güney Kürdistan’ın komşularıyla olan politik ilişkilerin boyutudur. Merkezi olarak bağlı bulunduğu Bağdat yönetimi ile ilişkileri oldukça sorunludur. Kerkük başta olmak üzere, Kürdistan topraklarının yüzde 42’si halen Bağdat’ın denetiminde bulunuyor. Bağdat ile kriz oluşturan Kürdistan topraklarının önemli enerji kaynaklarına sahip olması, mevcut rekabet ve çatışmayı çok daha fazla derinleştiriyor. Zorlamaya ve bölgesel dengelere dayanan bir birlik çok uzun ömürlü olmayacağı gibi, her an bir çatışmaya ve yeni bir savaşa dönüşme olasılığı bulunuyor.
Güney Kürdistan’ın diğer komşusu İran ile olan ilişkilerinde de ciddi sorunlar bulunuyor. İran Şii yönetimi, Güney Kürdistan Yönetimi’nin varlığını içselleştirmiş değil. Öyle ki, İran, Kandil Bölgesi gibi Güney Kürdistan topraklarının bir kısmını kendi toprakları olarak görmekte ve hak iddia etmektedir. Bugün çok yüksek bir sesle dillendirilmeyen bu sorunun, politik dengelerin gelişmesine paralel olarak gündeme geleceği biliniyor. Üçüncü komşusu Suriye’nin geleceği bakımından önemli sorunlar bulunuyor. Özellikle El Nusra gibi politik İslamcı hareketlerin, Güney Kürdistan’a yönelik saldırılara girişmesi, istikrarsızlaştırma politikasının bir başka yansımasıdır.
Böylesi karmaşık ilişkiler içerisinde, Türkiye ile oluşan bağlar çok daha stratejik olarak ön plana çıkıyor. Bir bakıma, Türkiye ile olan ilişkiler, uluslararası alana açılan bir kapı olarak görülüyor. Tahran, Bağdat ve hatta Şam ile olan olumsuzluklar dikkate alındığında, Ankara ile çok daha zorunlu olarak ön plana çıkan politik ilişkiler, stratejik bir evreye doğru ilerliyor. Bu zorunlu ilişki durumu, aynı zamanda Türkiye için de geçerlidir.
Karşılıklı ekonomik çıkarlar
Üçüncüsü, ekonomik ilişkilerin düzeyi ve geleceğidir. Güney Kürdistan’ın komşularıyla yaşadığı sorunların en önemli etkenlerden biri de ekonomik ve ticari ilişkilerdir. Güney’in sahip olduğu enerji kaynakları onun bölgesel gücünü arttıran çok önemli bir faktördür. Küresel şirketlerin dikkati Güney’in zengin petrol yataklarındadır. ABD’nin uyarılarına rağmen, çok sayıda küresel şirket Hewler yönetimiyle ikili anlaşmalar yapmaya başladı. Güney Kürdistan Yönetimi de, Türkiye ile olan ilişkilerini kullanarak, şu an için tek gelir kaynağı petrolü uluslararası alana pazarlamak istiyor. Türk devletiyle yakın ilişki içerisine girmesinin belki de en önemli unsuru, petrol boru hatlarının stratejik önemidir. Bu bir bakıma, bugünkü dengeler içerisinde Türkiye ile zorunlu-bağımlılık ilişkisinin bir başka biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca, bugünkü mevcut bölgesel ilişkiler dikkate alındığında, ticari ilişkiler bakımından da durum aynıdır.
Türkiye’nin bölgesel dış politikasının merkezine oturan Güney Kürdistan, tam bir pazar alanı olarak görülüyor. Belki petrol boru hatlarından çok daha önemli olan Güney’in iç pazarına hakim olmasıdır. Türkiye’nin Güney ile ekonomik ilişkileri yıllık 20 milyar dolar civarında olup, bu miktar her yıl artarak devam ediyor. Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkenin ekonomisi bakımından önemli bir dinamik olarak görülüyor.
Ayrıca Güney Kürdistan-Türkiye ilişkisinin bir başka önemli noktası da, Güneyli iş adamlarının kişisel yatırımlarının çok önemli bir kısmını Türkiye’ye yapmış olmalarıdır. Borsa yatırımları, turizm, gemicilik, liman işletmeleri, tekstil, menkul satın alma gibi birçok alanda Türkiye’de çok kapsamlı yatırımları bulunuyor. Özellikle Barzani ailesinden birçok iş adamı veya siyasetçinin AKP’ye yakın iş adamlarıyla yapmış oldukları ticari ortaklıklar, arka plan ilişkilerini etkileyen faktörlerdir.
Rojava’ya karşı birleşmek
Dördüncüsü, Hewler ile Ankara’nın ortak buluşma noktası; Rojava devriminin yarattığı sarsıcı etkilerdir. Türkiye’yi politika değişikliğine ve Barzani’yi doğrudan Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı olarak tanıtmaya iten temel neden, PYD’nin Rojava’da sağladığı başarılar ve Suriye’deki politik ve askeri güç ilişkilerini belirleyecek bir düzeye gelmiş olmasıdır. Bu gelişme hem Ankara’yı, hem de Hewler’i çok ciddi oranda tedirgin etti.
Rojava’da KCK eksenli bir politik sistemin kurulma olasılığı, tahmin edilenden çok daha güçlü bir şekilde ortaya çıktı. Bu durum, Kürtler açısından yeni bir politik gelişmeyi ifade ediyor. Barzani başından beri Rojava’ya yönelik kararsız, istikrarsız ve çekinceli bir politika izliyor. Batı Kürdistan’daki politik gelişmeleri, hiçbir kaygı gütmeden, çıkarsız bir tarzda desteklemedi. Özellikle kendi politik çizgisine yakın olan partileri birleştirip bir güç haline getirerek Rojava’daki politik sürece doğrudan müdahil olmak istedi. Hewler-Ankara ortak politikası, PYD’siz bir Rojava yaratmaktı. Ancak bu politika tutmadı. Tersine halkın tam desteğini alan PYD, politik bir güç olarak Rojava devrimini örgütledi ve bugünkü başarıyı yakaladı.
Türkiye, bölgesel ilişkiler nedeniyle bu sürece doğrudan müdahale edemedi, ama El Nusra gibi politik İslamcı güçleri çok aktif olarak destekleyerek Rojava devriminin iradesini kırmak istedi ancak başarılı olamadı. Hewler’in ve Ankara’nın ekonomik ve politik baskılarına rağmen, oluşturulan Kürt Yüksek Konseyi, Rojava halkının iradesiyle özerkliğini de fiilen ilan etti. Şimdi Rojava’daki toplumsal ve politik gelişmeler hem Türkiye, hem de Hewler bakımından çok önemli bir sorun haline gelmiş bulunuyor. Ankara, 800 km’lik bir alanda, KCK ile sınır komşusu olacak. Kürtler için yeni alternatif bir model ortaya çıkmış olması, Güney’in bugünkü yönetimini çok ciddi ölçüde kaygılandırmaktadır. Bir başka ifadeyle Rojava devrimi, Barzani ve Erdoğan şahsında Ankara ve Hewler’i buluşturdu. Bu iki iktidar gücü, Rojava’daki gelişmelere karşı, ‘yeni’ ortak politik kararlar aldılar.
Uluslararası ilişkilerde, bir ülkeyi ziyaret eden devlet başkanı, başbakan veya bir bakanın, o ülkeye gitmeden birkaç gün önce yaptığı açıklamalar, söz konusu ülke ile olan ilişkilerin önemini ortaya koyar veya görüşmede hangi noktaların ön plana çıkacağına dair ip uçlarını verir. Barzani de, Diyarbakır’a gelmeden önce, PYD’ye yönelik açıklamalar yaparak, bu ziyarette nelerin konuşulacağına dair önemli ipuçları verdi: “PYD, devrim yaptığını iddia ediyor. Kime karşı kazanılmış bir devrim? Tek yaptıkları şey rejimin teslim ettiği yerlerde söz sahibi olmak. PYD, anlaşmaya bağlı kalmadı. Silah zoru ve rejimle gizli anlaşmalarla emrivaki yaparak kendisini askeri güç ilan etti.”
Bu cümlelerle Türkiye’nin Rojava politikasını desteklediği mesajını veren Barzani’yi yalanlayan ise ABD Dışişleri Sözcüsü Jen Psaki oldu: “Bağımsız bir Kürt bölgesi ilan etme çabalarından kaygı duymaktayız. Bölge oluşturmak, Suriye’nin bu bölgesindeki birçok topluluğu kapsayacak daha geniş bir kararın parçası olmalı.”
Çok açık ki, bu ziyaretin politik arka planı Rojava’dır. Erdoğan-Barzani görüşmesinin merkezinde, PYD’nin bölgede askeri ve politik bir güç olarak dengelerde belirleyici bir konuma gelmiş olması bulunuyor. Rojava’da politik gelişmelere karşı oluşan Hewler-Ankara ittifakı, Kürtler arasında çok ciddi sonuçlara yol açma tehlikesini bağrında taşıyor.
Anlık söylemlerle barış gelmez
Beşincisi, barış ve demokratikleşme sürecine ilişkin yapılan değerlendirmelerdir. Hiç şüphesiz ki, Barzani’nin Güney Kürdistan Başkanı olarak ‘barış’ sürecini desteklemesi önemlidir. Başbakan Erdoğan’ın da buna vurgu yapması ciddiye alınır. Hatta bütün politik tutsakların kısa sürede dışarıda olacağına dair dolaylı bir mesaj vermiş olmasını, gerilimli ortamı yumuşatmaya yönelik bir adım olarak değerlendirmek mümkün. Ancak, bunların pratik bir değerinin olmadığını görmek ve anlamak gerek. Barış süreci bu tarz anlık söylemlerle yürümez. Demokratikleşmenin sağlanması, Kürtlerin ileri sürdüğü politik taleplerinin doğrudan kabul edilmesinden geçer. Şivan’ın gelişi de, demokratikleşmenin kendisi olmaz, sadece biçimsel bir adım olup sembolik bir değeri olur.
İlginç olan demokratikleşmeden söz edilirken, hem BDP’nin hem de PYD’nin kendisini Kürtlerin temsilcisi görmesi eleştirilmektedir. Kürtler arasında demokratik ilişkiler tabii ki çok önemli. Bütün Kürt politik güçleri görüşlerini çok açık olarak belirtmeli, kendi örgütlerini ve kurumsal yapılarını oluşturmalıdırlar. Bunun önüne kimse engel olmamalıdır. Kürtler arasındaki ilişkiler bakımından bunun önemsenmesi gerekir.
Başka birkaç önemli noktaya dikkat çekmek gerek. Erdoğan, Kürt coğrafyasında başka partilerin oluşmasını, siyaset yapmasını istiyor. Kürt bölgesinde demokratikleşmeye bu kadar önem veren Başbakan ilginçtir, Kürtlerin hiçbir stratejik talebini kabul etmiyor. Barzani’ye bölge başkanı diyor ama 6 Kürt milletvekilini ve onlarca belediye başkanını cezaevinde tutuyor. Batı’da bütün anti-demokratik uygulamaları devreye sokuyor, polis devleti haline gelmiş bir iktidarla ülkeyi yönetiyor.
Peki, Erdoğan şahsında devlet, Kürt bölgesinde ne yapmak istiyor? Kürtlerin ana gövdesini oluşturan ve pratik bakımdan Kürt toplumunun stratejik gücü olan BDP’yi çok yönlü bölmek. Bölünen bir BDP, güç olmaktan çıkarsa yeni alternatifler ortaya çıkabilir. Bugünkü Kürt partilerinin pek etkili olmayacağı biliniyor, bu bakımdan Barzani KDP’sinin Kuzey Kürdistan kolunun yaratılması hedefleniyor. Tutar mı bilinmez ama uygulanmak istenen ciddi bir plandır. Barzani’nin bu sürece bu kadar aktif katılmış olması, Şivan’ı da birlikte getirmesi, bu projenin bir parçasıdır. İthal bir KDP’nin kurulması etkili olur mu bilinmez ama böylesi bir çalışmanın temel dinamikleri de, BDP içerisinden çıkartılacaktır. Eğer politik zemin uygun olursa, BDP içerisinde Barzani’ye yakın bazı güçlerin bu sürece dahil olması, sürpriz sayılmamalıdır.
Kürtler arası gerilimler
Ayrıca Barzani’nin, kendi iktidar gücüne karşı kimseyi konuşturmazken, PYD ve BDP’ye yönelik eleştiriler yapmasının pek içten bir politika olmadığı açık. Güney’de PKK’ye yakınlığı ile bilinen Demokratik Çözüm Partisi’ne yönelik baskılar, tutuklamalar biliniyor. Örneğin Demokratik Çözüm Partisi’nin Hewler’de büro açmasına neden izin verilmez? Ya da PYD Eş Başkanı Salih Müslim’in girişine izin verilmemesi, hangi demokratik ölçülere göre alınan bir karar? Kürt coğrafyasının çok önemli bir kısmını halen hegemonyası altında tutan bir devletin Başbakanı’nın her çağrısına uyup gelen Barzani, Türkiye için bütün ekonomik ve politik olanaklarını kullanıyor. Ama Rojava savaşında oğlunu kaybetmiş Müslim’in Güney’e girişine izin verilmedi. Bunlar hangi gerekçelerle açıklanabilir? Tek bir açıklaması var; kişisel çıkar ilişkileridir.
Hiç şüphesiz ki, PYD’nin ve BDP’nin yanlışlıklarını, hatalarını ve hatta varsa anti demokratik uygulamalarını eleştirmek bir sorumluluktur. Ancak mesele bunun çok ötesinde. Politik çıkarlar sürece yön veriyor. Kürt Ulusal Konferansı’nın sürekli ertelenmiş olmasının politik arka planında, Türkiye ile Güney Kürdistan arasında oluşan ve bugün giderek daha da belirginleşen stratejik ittifak yer alıyor.
Bu bakımdan Barzani’nin Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı sıfatıyla Diyarbakır’a davet edilmesi, 400 gencin evlilik törenine katılmasının çok ötesinde, politik hesapların yapıldığı bir ziyarettir. Umarım bu ziyaret, Kürtler arasında yeni sorunlara yol açmaz. Kürtler, 21.yüzyılın politik dengeleri içerisinde önemli bir stratejik güç olma fırsatını yakaladılar. Bu fırsat, kişisel ekonomik ve politik çıkarlara heba edilmemelidir.
Bölgesel güçlerle zorunlu politik ve ekonomik ilişkiler olur, bu bir bakıma kaçınılmazdır. Fakat egemenlerin politik dümen suyuna girilmeden stratejik çıkarlar esas alınarak ilişkiler geliştirilmelidir.
Barzani de ‘Yaşasın Kürt ve Türk Halkının Kardeşliği’ dedi. Olması gereken budur. Ancak ‘Halkların Kardeşliği’nin yani politik kardeşliğin eşit koşullarda sağlandığını da unutmamalıyız. Umarım Barzani de unutmaz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.