Türkiye de siyasi iklimin giderek ağırlaştığı, bir dönemden geçiyoruz. Yerel seçimler yaklaşıyor, İmralı da görüşmeler kesildi, kesilecek, anlayacağınız işler hiçte iyi gitmiyor. Hava ağırlaştıkça da, siyasal iktidar çözüm sürecini ve Kürt sorununu siyasi ikbaline ve seçim hesaplarına, tekçi devlet zihniyetine kurban ediyor. Oysa Öcalan’ın Newroz çağırısıyla, Kürt hareketi oynaması gereken rolü oynadı diye biliriz. Her […]
Türkiye de siyasi iklimin giderek ağırlaştığı, bir dönemden geçiyoruz.
Yerel seçimler yaklaşıyor, İmralı da görüşmeler kesildi, kesilecek, anlayacağınız işler hiçte iyi gitmiyor.
Hava ağırlaştıkça da, siyasal iktidar çözüm sürecini ve Kürt sorununu siyasi ikbaline ve seçim hesaplarına, tekçi devlet zihniyetine kurban ediyor.
Oysa Öcalan’ın Newroz çağırısıyla, Kürt hareketi oynaması gereken rolü oynadı diye biliriz.
Her şeyden önce bir yıldır süren ateşkes boyunca, ölümlerin olmaması, Kürt sorunun daha olgun bir tartışma zeminine taşınması, önemli bir kazanımdır.
Ancak AKP hükümetinin, bu süreci yeterince kavradığını söylemek güç…
Çünkü bu güne kadar AKP hep ben yaptım, oldu mantığıyla hareket etti.
Aslında sözüm ona müzakere yapıyor gibi davrandı, fakat pratikte tek taraflı bir monolog geliştirdi.
Karşı tarafın taleplerini görmezden geldi.
Dolayısıyla da süreç ve zemin kaydı.
Son bir yıldır yapılanlara bakıldığında, devlet ve hükümetin, İmralı da görüşme hukukuna uymadığı ve Kürt hareketinin samimiyetini suiistimal etmeye çalıştığı gözleniyor.
Peki, burada nasıl bir müzakere hukuku oluşturulmuştu, şöyle bir hatırlayalım.
Üç aşamalı bir plandan söz ediliyordu.
Birinci aşamada; ateşkes ilan edilecek, gerilla tutukladığı devlet görevlilerini serbest bırakıp, geri çekilme iradesini ortaya koyarak, çekilmeye başlayacaktı…
İkinci aşamada ise buna paralel olarak devlet, AKP hükümeti Kürt sorununda normalleşmeye dönük yasal, anayasal adımlar atacaktı.
Üçüncü aşamada ise silahların devreden çıkarılması, geçmişle yüzleşme, toplumsal halleşme ve gerillanın toplumsal hayata entegrasyonu ile son aşama tamamlanacaktı.
Kürt Hareketinin birinci aşamaya dair sürecin gereklerini yerine getirdiği, ateşkes ilan ederek, tutuklu devlet görevlilerini serbest bırakıp, geri çekilmeyi sağladığı biliniyor.
Oysa devlet; boşalan alanlara kale kollar yaptı, korucu alımlarını hızlandırdı, cihatçı el-nusra ve el-kaidecileri batı Kürdistan halkının üzerine sürdü.
Yani süreci akamete uğratacak, her tür tahrik yapıldı.
Ancak ikinci aşamaya dair hükümet; başta anadil olmak üzere, demokratik bir anayasanın yapılması, hasta tutsakların, KCK’lilerin serbest bırakılması ve yol temizliği konusunda üzerine düşeni yapmadı.
Yani ‘Dağ fare doğurdu’ AKP beklentileri dikkate almadan, kendi siyasal ihtiyaçları doğrultusunda bir paket hazırladı.
Hazırlanan son paket, öncekiler gibi, Kürtlerin, Alevilerin, toplumun öteki kesimlerinin taleplerini kucaklamaktan uzak olduğu görüldü.
Üstelik ne Alevilerle, ne BDP ile ne de KCK ve Öcalan’la bu paket konuşulmadığı gibi…
Akil insanlar heyetinin, Çözüm Komisyonunun yazdığı raporlar da dikkate alınmadı.
Çıkarılan 4 pakete: Alevilerin, Kürtlerin, emekçilerin taleplerinin yok sayıldığı, seçim barajında eski adaletsizliğin devam ettiği, 12 Eylül darbesi ürünü Ceza Yasaları, Terörle Mücadele Yasası, Toplantı Gösteri Yürüyüşleri Yasası aynen korundu.
AKP Kürtlere sadece klavyedeki yasaklı “X-W-Q” harflerini serbest bıraktığını söyleyerek, Nasrettin Hoca fıkralarında olduğu gibi “önce eşeğini kaybettirip sonra buldurarak” sevindirmek istiyor.
Ve bakın demokratikleşiyoruz diyor.
Ama yalan söylüyor.
Bu gün nasıl ki, Aleviler; kimlik ve inancı yok sayılarak, cami-cemevi yerleşkesinde asimile edilmek isteniyorlarsa…
Benzer biçimde Kürtlere de kamusal alan kapatılıp, anadilde eğitim hakkı özel alana, neo liberal piyasanın insafına bırakılmak suretiyle, asimilasyoncu politika derinleştirilmek isteniyor.
Oysa biliyoruz ki, Kürtler yıllarca bu harfler yüzünden, büyük bedeller ödediler.
‘W’ harfi yüzünden, newrozlar yasaklandı.
Belediye başkanları park, bahçelere, astıkları Kürtçe tabelalar yüzünden cezalandırıldılar.
Ama inkara rağmen, anadil hakkı doğal insani bir haktır.
Bir halkın varlığını, kolektif haklarını ifade eder.
AKP 4. Pakette Kürtlere, özel dershanelerde anadilde eğitim hakkını verdiğini söylese de, pratikte Kürtçe eğitimin özel ve devlet okullarında mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.
Yani Kürtlere statüsüzlük, kimliksizlik dayatılmaktadır.
Öğleyse yerel seçimlerin yaklaştığı bir süreçte, yerelde anadil üzerindeki sömürgeci tahakküm kırılmak zorundadır.
Çünkü yerel yönetimler aynı zamanda, yerel iktidarlardır. O kentin toplam örgütlü iradesini ifade ederler.
Fakat burada ki kritik konu, belediyeciliği sadece yol, su, kanal, çöp gibi klasik hizmetler olarak algılamamak gerekiyor.
Kürdistan belediyeciliği, bu bakış açısının ötesine taşınmalıdır.
Her şeyden önce kırdan, kente (bir bütün yerelin) dil, kültür, ekonomi, istihdam, çevre, kadın gibi birçok sorunu, yerel yönetimlerin, çalışma alanı içerisinde olmak zorundadır.
Devlet Kürt belediyeciliğinin yukarıda sayılan alanlara yönelik hizmet üretmesini istememektedir.
Bu nedenle de, Avrupa Yerel Yönetimler Şartından çekincesini kaldırmamaktadır.
Çünkü Kürtlerin öz yönetimle, kendisini yönetme gücüne ulaşmasını istememektedir.
Ancak devletten beklemeden, başta anadil olmak üzere, yerelde toplumun ihmal edilmiş sorunlarına çözüm üretme olanakları vardır.
Örneğin kreşlerden başlayarak, çocuklara anadil eğitiminin verilmesinden…
Alternatif eğitim modelleri oluşturulmasına…
Kooperatifler, Vakıflar, Eğitim Destek Evleri kurulmasına kadar zengin çalışmalar yapılabileceğini düşünüyorum.
Ayrıca ekonomi, istihdam, işsizlik, ekoloji, kentleşme kadın sorununa, belediyeler projeksiyon tutabilir, verilen hizmetlerin tümünü ‘ana dilde’ yapabilirler.
Yazışmalar, tabelalar, belediye hizmetleri, esnafın fiyat etiketleri, çarşıda pazarda alış, veriş dili, yerleşim yeri isimleri, belediye ve il genel meclis toplantıları ve daha da sıralanabilecek diğer hizmetlerin, ‘anadilde’ yapılma olanağı vardır.
Sadece halkı; söz, karar, irade sahibi yapmak yeterlidir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.