Bu yazının ele alınmasının amacı, ‘akademik’ bir kaygıdan hareketle bu mevcut sürece (barış, çözüm vs.) bütünsellikli bir yanıt aramak değil bu süreçte bizzat kendini bu sürecin ‘gerçek anlamda destekçisi’ olduğunu söyleyen aktörlere ve onların duruşlarına dair (yapılanın aksine haddimizi aşmayarak) bir iki hatırlatma yapmaktır. Lafı eğip bükmeden, siyasetin zaten sığlaşan alanına bir takla da biz attırmadan net bir […]
Bu yazının ele alınmasının amacı, ‘akademik’ bir kaygıdan hareketle bu mevcut sürece (barış, çözüm vs.) bütünsellikli bir yanıt aramak değil bu süreçte bizzat kendini bu sürecin ‘gerçek anlamda destekçisi’ olduğunu söyleyen aktörlere ve onların duruşlarına dair (yapılanın aksine haddimizi aşmayarak) bir iki hatırlatma yapmaktır.
Lafı eğip bükmeden, siyasetin zaten sığlaşan alanına bir takla da biz attırmadan net bir giriş yapmak gerekirse, eğer Kürd Hareketi mevcut Kürd burjuvazisinin alanında bu şekilde sıkışma yaşar ve bu noktayı derinleştirirse maalesef büyük çoğunluğu oluşturan ezilen Kürdlerin boynuna yeni bir halka takılmış olacaktır. Olacak olan şey, egemenin boşalttığı alana Kürd burjuvazisinin geçişi onların boşalttığı yere ise, topraksızlaştırılmış Kürd yoksul sınıflarının geçmesi olacaktır. Yeni mücadele hattı da bu şekilde şekillenecektir ki bu maalesef ‘statüsüz bir çifte sömürü’nün temel taşlarını oluşturacaktır.
Bu satırları yazanın kendisi de bu burjuvazinin bir parçası olarak tanımlansa bile, tarihe not düşmek ve Kürd Halkına ben de dahil olmak üzere buna yol açanlara karşı kendini koruma hakkına sahip olduğunu haddimi aşarak söylemeyi bir borç bilirim. Türk Halkının büyüme perspektifinin ‘aracı’ konumunda yer almak tarihimizde ‘yeni’ değildir ve artık başka halkların yok oluşuna atılan ‘bir kürek toprak’ olma vasfından kurtulmak gerekmektedir. İlk taşı günahsız olanınız atsın demek kapatılmak istenen yalanın bir üst perdesidir. Bu dünyada en ufak eylemlerimiz de dahil her hareketimiz büyük kırılmaların küçük çakılları, kum taneleridir. Sorun, Türk Halkı ve/ya başka halkların ‘düşman’ olarak görülmesi gerektiği değildir; esası, küresel kapitalizmin işleyişinde insanlığın yok oluşuna direnip direnememe meselesidir. Bu bağlamda, sorun, kendisini her yönden bu sisteme bağlamış bir ülkeden medet ummaktır. Tersinin de bir kurtuluş olmadığı ortadadır: Ulus-devletin küresel kapitalizme alternatif kılınmasıyla bugünkü başkalaşmış tipler, hareketler ortada.
Ulusal devrimden toplumsal devrimlerin hakim olduğu bir yüzyıla girmekteyiz. Toplumsal devrimler tarihin her döneminde vardı lakin bu genel akım hiç olmadı. Sanırım ilk kez bunlara tanık olunacak bir çağa girmekteyiz ve bunu dünyadaki ezilen, dışlanan, yok sayılan, yok edilmeye çalışan halk hareketleriyle ortak mücadele pratikleriyle örgütlenmesini sağlayacak altyapısallıklar belirli bir aşama kazanmış durumda. Devletli olmanın bir Tarihe sahip olunacağının zorunlu önkoşulu kılındığı bir ‘gelenek’in hakim olduğu bir ‘siyasal-toplumsal’ yapıdan ‘bütünselliğin’ ‘tekillikleri’ yok etmediği ‘tekilliklerin’ evrensellik iddiasını öne getirmediği, kim(ler) kendilerini nasıl tanımlıyorsa öyle yer aldığı ve insanın insana tahakkümünün temeli olan doğaya ‘sahiplik’ten çıkılıp varlıklar hiyerarşisinin ortadan kaldırıldığı bir dünya (mümkün). Küresel kapitalizmin kendini yeniden üretmek ve bu anlamda var edebilmek için ihtiyaç duyduğu her anlamda merkezsizlik, otonomluk halinin yeni bir toplumsallığın hilafına görmek ve değerlendirmek de mümkün. Tekrardan Kürd Halkının yararına yapıldığı söylenen şeylere baktığımızda yapılan şeylerin büyük kısmının onu küresel kapitalist sisteme eklemenin küçük parçalarıdır. Belki bundan kaçış yoktur eğer gerçekten bir dünya-sistem olarak varlığından bahsediliyorsa ama en azından zaten dahil olunacak şey adına ‘zafer’ denilip ‘can’ların kıyametine yol açmamak daha onurlu olacaktır. Sanırım burada gerilimi kuran şey şu olmaktadır:
Devlet-toplum ikiliğini verili kabul etmekten kaynaklı olarak, devlete sahip olmamanın halkları büyük baskı, kıyım ve toplamı yok oluşlarla karşı karşıya bırakacağıyla sahip olmanın kendisinin toplum sınıflarının eşit halde var oluşlarını mümkün kılmasa da bir ‘güvenlik’ ve ‘düzen’ sağlayacağı fikri. Eğer dünyada ‘değer’ olmanın yolu, devletli olmaktan geçtiği bir ‘düzen’den bahsediyorsak ve fakat devletli olmanın kendisinin kapitalist düzenin ‘oyun alanı’nın içinde ‘tanıdık’ hareketlerin sürekli yapılışını kolaylaştırdığını gibi örnekleri birlikte düşünürsek ‘gerilim’in ne kadar zor ve derin olduğu daha net görülecektir. Zarlar yeniden atılıyor: Hep yek ile hep düşeş. Lakin ikisi de aynı.
Buraya kadar her şey az da olsa net. Fakat bu türden olasılıkların varlığı hiçbir şekilde Kürdlerin kendi geleceklerine dair ortaya koyacakları iradelerine set çekmenin gerekçesi yapılamaz, yapılmamalı. Baktığımızda, yukarıda çizilen durumun aynı olmasının en temel sebebi belki de, başka nitelemeler olmakla birlikte, Kürd Sorunu’nun Kürdistan Sorunu’nun nedeni değil sonucu olduğunun görülmemesidir. Kürdlerin bunu nasıl, hangi araçlarla, ne zaman, ne türden yol(lar)la sağlayacağı çok önemlidir lakin bu, onların kendi geleceklerine karar verme iradelerinin (ulusların kaderini tayin hakkı vs. buna ne derseniz deyin) üstünde değildir. Kürdler de dahil olmak üzere uluslararası denen bu dünyada hiçbir şekilde dikkate alınmayan halklar adına, kapitalizmin emperyalist aşamalarına her gün yeni boyutların katıldığı bu momentte en azından üç olasılıklı gelecek söz konusudur: Ya bu halklar en azından kendi varlıklarını sürdürmek adına tüm ‘hata’ yapıyorsunuz uyarılarına rağmen ‘devlet’ olmaya noktasında kendilerine bu çerçevede bir ‘statü’ sağlayacaklar ya kapitalizmle sembiyotik bir ilişkiyle anılan ulus-devletlerin yaşadığımız dönemde revaçta olan şekliyle içinin düzeltilerek ‘yeni bir toplumsallık’ olacağı ruletini oynamak isteyecekler ya da kendi örgütlülükleri çok sınırlı olmakla birlikte güvenceye alacak organizasyonlarını kurarak (bugün bunu ancak ulus-devletle sağlandığını görmemek körlük değil başka bir olsa gerek) farklı halkların devletleriyle birleşerek bölgesel ittifaklar kuracaklar.
Geçelim en yaygın atıflardan bir diğeri olan, emperyalistler kimlik üzerinden böl-parçala-yönet yapıyor(?) meselesine. Evet diyelim ki bunu yapıyorlar. Peki sen bu cümleyi kuran her kim ve ne isen, bu emperyalistler bunu yapmadan önce zulme uğrayan, etnik, dilsel, siyasal, kültürel kıyıma uğratılan halklar için (burada Kürd Halkı) ne tür bir mücadele verdin? Bunu oluşturan yapının sınırlarını bir gün olsun pratikte değil teorik düzeyde olumsuzlanışını bir rüya halinde bile düşlendin mi? Sadece düşün, dünyan o içinde bulunduğun yapının sınırları verili kabul eder ve ‘içerisini’ düzeltmeye girer sonra ‘diğer sınırlar’? Belki bu atfım ‘dayatılanı’ kabul eder gibi görünebilir. Fakat amacım, kurulduğu günden bugüne ‘Batı’ denen dünya ile her anlamda göbekten bağlı olan ve artık alt-emperyal bir güç olan bir devletin halen ‘parçalanmak’, ‘bölünmek’ isteniyor hikayesinin bırakılmasıdır. ‘Bölünen’ değil ‘bölen’ bir ülkenin istesen de istemesen de bir parçasısın. Yüzünü başka yöne değil bu noktaya çevirmen gerek: Bu anlatılan senin hikayen!
Kürdler özelinde konuşacak olursak ise, Kürdlerin kendilerine statü elde etme mücadelelerini emperyalizmin oyununa gelmekle itham etmek aymazlıktır, insan hafızası ile dalga geçmektir. Kürdlerin devletli mi devletsiz mi dünya tarihinde yer alacağı sorusu en önce onların sorunudur eğer kendi bulunduğunuz sınıfsal pozisyonunuz ve bundan kaynaklı dünya görüşünüz bu halkla beraber olmayı gerektiriyorsa yanında olursunuz yoksa kendi siyasetinizi sürdürürsünüz. Sürekli ‘uyarı’ yapıp ayar çekme çabanızdan gına geldi yeri gelmişken buna yapanlara bir ‘uyarı’ da bizden olsun nasıl olsa alışkınlardır buna. Ayrıca bu arkadaşlara yakını göremediklerini varsayarak, ‘Balkanlar’ ve ‘Doğu Avrupa’ denen bölge halklarının sınıf mücadelesi-ulusal mücadele ilişkisinde yaptıkları tartışmayı ve bunların enternasyonallerdeki yansımalarını okumayı ve/ya yeniden okumayı öneririm ve belki böylece daha sahih bir tartışma zemini yakalanır.
Bugün bu topraklarda kendini en devrimci noktaya koyan partilerin, hareketlerin bile bir kısmının ‘ayrı devlet olmayacak’ esprisi üzerinden destek verdiğini diğer kısmının ise, ‘ayrı devlete dönecek’ diye mücadeleyi ‘gerici’ diye niteleyerek destek vermediğini görmek maalesef şaşırtıcı değil. Hele bunu yaparken Alevi Kürdleri daha kötü günlerin beklediği kehanetini ve sömürme ilişkisini pas geçerek ‘gelişmemişler kendi başlarına kalırlarsa görürler’ gibi okumaları görmek bile maalesef şaşırtıcı değil.
Evet, dünya halkları kardeştir!
Evet, sermayenin dili, dini, ırkı, mezhebi, ideolojisi olmaz!
Evet, ulusal mücadele sınıfsal mücadelenin önünde değildir!
Evet, üretenlerin, emeğiyle var olup ver edenlerin kendisini nasıl idare edeceğine karar verdiği bir dünya!
Evet, ulus-devlet kapitalizmin kurumsal niteliğinin olmazsa olmazı!
Evet, yönetilenlerin her anlamda sömürülüp gerekirse yok edildiğinin acı gerçek olduğu bir dünya!
Ama yazımı bir soruyla bitirmek isterim: Bilmem ne olmaktan onur, gurur duyan ve bunun küresel alanda temsilinden her şeye rağmen (özellikle de sınıfsal mücadele) haz duyan bir dünyada yakın gelecekte gerçek anlamda (etnik, dilsel soykırımlara karşı neyimiz var sorusuna cevapları içimize akacak verelim: bir hiç bile değil!) olup olamayacağı belli olmayan Kürd halkına ‘büyük oyunu’ kaçırıyorsun uyarısı yaparak devlet üzerinden statü kazanmasının ‘ahmaklık’ olduğunu söylemek yani Kürdsüz, Kürdistansız yolunmuş tavuk misali bir Kürd istemek hadsizlik değilse nedir?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.