Ulusal bir kanalda yayınlanan yarışma programının sunucusu Gözde Kansu’nun giydiği kıyafeti, katıldığı bir televizyon programında “Dün bir kanaldaki, yarışma programında sunucu öyle bir kıyafet giymiş ki olmaz bu yani. Kimseye karıştığımız yok ama çok aşırı. Dünyada da kabul edilemez” şeklindeki sözlerle eleştiren AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, bütün dünyaya ahlak dersi vererek gönülleri tekrar […]
Ulusal bir kanalda yayınlanan yarışma programının sunucusu Gözde Kansu’nun giydiği kıyafeti, katıldığı bir televizyon programında “Dün bir kanaldaki, yarışma programında sunucu öyle bir kıyafet giymiş ki olmaz bu yani. Kimseye karıştığımız yok ama çok aşırı. Dünyada da kabul edilemez” şeklindeki sözlerle eleştiren AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, bütün dünyaya ahlak dersi vererek gönülleri tekrar fethetti(!)
Hüseyin Çelik’in açıklamalarının ardından Gözde Kansu’nun işine son verildi.
Yayıncı kuruluş aldıkları bu kararın, Çelik’in açıklamaları ile bir ilgisinin olmadığını, Kansu’nun üslup ve sunum tavrının projeyle örtüşmediğini düşündüklerinden kaynaklandığını belirtti.
Tabi yersek…
Açık bir şekilde, alınan bu kararın, Çelik’in açıklamaları ile bir ilgisinin olduğunu deklare edecek halleri yoktu ya…
Kansu, kötü performansı nedeni ile işten çıkarılsa, gam yemem ama bu yaptırımın sunucunun performans ile bir ilgisinin olmadığı ortada.
Hiçbir bilgisi, birikimi olmayan, iki kelimeyi anlamlı bir şekilde bir araya dahi getiremeyen, şöhretinden kaynaklı bir izleyici kitlesi olan sanatçı(!) sıfatındaki insanların, bol sıfırlı maaşlarla TV’lerde köşe başlarını tutmaları gerçeğini göz önünde bulundurursak; zannımca, Gözde Kansu’nun sunuculuk performansının bu ülkenin standardının altında olduğunu kimse iddia edemez.
Burada söz konusu olan 11 yıldır ülkeyi tek başına yöneten bir zihniyetin, kadınlara hangi gözle baktığıdır.
Kadınları ikinci sınıf bir varlık olarak gören, iş yaşamında ve sosyal hayatta kadınların erkeklerle eş değer bir konumda yer almasını, gerici saiklerle sakıncalı bulan, Ortaçağ kalıntısı bir zihniyet var ortada. Kadınlar bu zihniyet için, işgücüne aktif olarak katılan, kendi ayaklarının üstünde durabilen, sosyal, siyasal, kültürel, sanatsal ve sportif açıdan üretken bir konumda yer alan bir varlık değildir. Kadınlar onlar için, erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmış, sadece anne sıfatı ile toplumda kutsal bir yer edinebilecek varlıklardır. En fazla doğurganlıkları ölçüsünde üretken olabilirler. Üç çocuk doğurmaları makbuldür(!) Özetle Türkiye’de kadınlar; Başbakan’ın da ifade ettiği gibi erkeklerle eşit olmayan, edilgen bir statüye sahiptir. Ayrıca kadınlarla ilgili sorunlar, kadınlara bırakılamayacak kadar ciddi olduğu için, aklı baliğ(!) olan erkekler bu konuda tek söz sahibidirler.
Hikmet Kıvılcımlı, ‘Kadın Sosyal Sınıfımız’ adlı çalışmasında, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine yönelik hâkim paradigmanın kökenini şu şekilde özetlemiştir:
“Kadın altlığının, sömürülüşünün, ezilişinin kökü; toplumumuzun üretim geriliğinden kaynak alır. En karanlık ‘ayaktakımı’, her gün, ağasından, efendisinden, beyinden, 24 saat çalışmasına karşılık yalnız hak yiyicilik, hakaret ve işkence görür. O durumun yarattığı aşağılık kompleksi ile patlayacak kertede dolar, şişer. Çatlamadan yaşayabilmek için evindeki cariyeye, parayla satın aldığı (başlık parası) dişi köleye işkence yapabilmenin boşalışlarına sık sık başvurur. En mazlum erkeğimiz, hiç değilse eline geçmiş savunmasız kadına zulüm yapmakla kendi yürekler acısı sancılarını bastırmaya özenir. Bir dişi insana ‘saldırı hürriyeti’, ‘saldırı hakkı’ elinden alınırsa, başka bütün insanlık hakları ve hürriyetleri yok oluvermiş gibi gelir ona. Çünkü doğuştan tadabildiği tek ‘hak’, ‘hürriyet’; karısına hükmetmektir. En erkekliğini yitirmiş modern kapitalistimize dek; en kara cahil kızık züğürt köylüden, en yüksek kültürlü aydına dek, HERKES, toplumumuzun o önlenemez eğilimi ve ağır baskısı altında yamyassıdır.”[1]
Neo-liberal sömürüyü, bezirgan politikalarla yürüten iktidarın, söz konusu kadınların sosyal hakları olunca, benzer hassasiyeti, bu konuda göstermediğini görüyoruz…
Sünni-muhafazakârlığa dayalı bir toplum yapısı oluşturmaya çalışan iktidarın; kadınların, var olan güdük sosyal haklarını azami ölçüde gasp ederek, 4+4+4 eğitim sistemi ile erken yaşta evliliklerin önünü açarak vb. politikalarla, hem vahşi sömürüyü azgınlaştırmak hem de kadınların toplumda söz sahibi bir konumda yer almasının önünü keserek, Ilımlı İslam’a dayalı, Neo-liberalizme iman etmiş bir toplumsal formasyonun gereklerini başarıyla yerine getirdiğine şahitlik ediyoruz. Mustafa Sönmez’in belirttiği şekilde, AKP iktidarında kadının yeri öncelikle ev ve işbölümünde görevi ise en az 3 çocuk doğurmak olsa da, iktidar, “Muhafazakar olsun olmasın, tüm neo-liberaller gibi, kadınla, yedek işçi ordusunu büyütüyor, onları, erkeklere karşı, ücretleri aşağı çeken bir parametre olarak kullanıyor. Kadının “üretici, sabırlı, uyumlu” doğasının, geneldeki sömürü oranlarını artırmada nasıl kullanılacağını iyi biliyor.”[2]
İstatistiklere bakarak kadınların iş yaşamındaki yerini görmeye çalışalım…
TUİK Haziran 2013 verilerine göre kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 31,9’dur. OECD ortalaması yüzde 58’dir. Bu oran AB’de ise yüzde 65 civarındadır. Kadınların yüzde 53,5’i ise hiçbir sosyal güvenceye tabi olmadan, kayıt dışı çalıştırılmaktadır.
Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü’nün (DİSK-AR) TÜİK tarafından açıklanan Hanehalkı İşgücü Anketi Haziran 2013 dönem sonuçlarını değerlendirdiği araştırmasına göre;
-Çalışma çağındaki her üç kadından yaklaşık olarak sadece biri ekonomik bir faaliyette çalışmaktadır.
-Resmi işsizlik oranı kadınlar için % 10,8 olarak görülmektedir.
-Geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre işgücüne katılan kadın sayısı 509 bin kişi artarken, bunların 179 bini yani %35’i işsizlik gerçeği ile yüzleşmiştir. Yeni işsizlerin % 60’ı kadınlardır.
-Yüksekokul mezunu kadınlarda işsizlik Haziran 2013 dönemi için yüzde 14,1 ile yüksekokul mezunu erkeklerin yüzde 6,5’lik oranının iki katıdan fazladır.
-Umutsuzluk ve diğer nedenlerle iş aramayan yüksek okul mezunu kadın sayısı da 126 bine ulaşmaktadır.
-Lise ve üzeri eğitime sahip olan kadınlarda resmi işsizlik % 16,4 ile resmi kadın işsizliğinin 5,6 puan üzerinde gerçekleşti.
Kadına yönelik şiddette ise rakamlar ürkütücüdür. Adalet Bakanlığı’nın 2009 yılında açıkladığı verilere göre, 2002-2009 yıllarını kapsayan dönemde kadın cinayetlerinin sayısı yüzde 1400’lük bir oranda arttı. Kadın Adayları Destekleme Derneği’nin verilerine göre, 2009 yılında 108, 2010 yılında 106, 2011 yılında 99, 2012 yılında 102 kadın, aile içi şiddet, töre, namus vs. gibi gerekçelerin kurbanı olarak hayatlarını kaybetti. Bianet’in çetelesine göre ise 2013’ün ilk yedi ayında erkekler 97 kadın öldürdü, 97 kadına tecavüz etti, 127 kadını yaraladı, 110 kadına cinsel tacizde bulundu.
Bu iç karartıcı istatistikler daha da çoğaltılabilir.
Teşhirciliğin üzerinde bu kadar duran Hüseyin Çelik, acaba kadın bedeninin, insafsızca sömürülmesine karşı niçin aynı duyarlılığı göstermiyor?
Benimsemiş olduğu değer yargıları, kadınların yargısız infazlara kurban gitmesini meşru mu görüyor?
Tekrar gündeme dönersek; Gözde Kansu’nun Hürriyet Gazetesi’nden Ayşe Arman’a konuya ilişkin söylediği aşağıdaki söz, olayı net bir şekilde özetliyor:
“…kimse dekolteme laf eden siyasi iradenin aksine davranmak istemedi. Çok açık bu. En kolayı da beni kurban ettiler. Yine bir kadını…”[3]
[1] Türkiye Devrimci Hareketi’nin en üretken teorisyenlerinden birisi olan Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın, bir üretici güç olarak kadın sosyal sınıfımızın tarihsel, sosyal ve siyasal köklerini, toplum ve üretim süreci içindeki yerini, diyalektik maddeciliğe uygun bir şekilde ele aldığı “Kadın Sosyal Sınıfımız” (Sosyal İnsan Yayınları, 20009) adlı çalışması, konuyla ilgili araştırma yapacak kişilere önemli bir referans kaynağı oluşturuyor.
[2] Mustafa Sönmez – Kadın çalışan artıyor; Ya örgütlenme? Yurt Gazetesi, 28 Mayıs 2013
[3] Ayşe Arman – Kurban olarak beni seçtiler… Yine bir kadını! (Gözde Kansu ile yapılan mülakat) Hürriyet Gazetesi, 10 Ekim 2013
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.