Ferit, güzel çocuk, güzel insan gitti…Genç bir fidan daha, insanlığın gözleri önünde katledildi… O da yetmedi, katiller, kanıtları yok etmek için, yine hepimizin gözü önünde, hastanenin yoğun bakım ünitesini, evet İstanbul’un en büyük hastanelerinden Kartal Devlet Hastanesi’nin (adında eğitim ve araştırma ibaresi de olan) yoğun bakım servisini, en az 50 kişilik tam teçhizatlı, kasklı, kalkanlı […]
Ferit, güzel çocuk, güzel insan gitti…Genç bir fidan daha, insanlığın gözleri önünde katledildi…
O da yetmedi, katiller, kanıtları yok etmek için, yine hepimizin gözü önünde, hastanenin yoğun bakım ünitesini, evet İstanbul’un en büyük hastanelerinden Kartal Devlet Hastanesi’nin (adında eğitim ve araştırma ibaresi de olan) yoğun bakım servisini, en az 50 kişilik tam teçhizatlı, kasklı, kalkanlı çevik kuvvet-polisleri ile bastı, yakınlarını, arkadaşlarını döverek sürükleyerek hastane dışına attı..
Yine yetmedi, devlet, her türlü engelleri kullanarak ( TOMA, akrep, çevik kuvvet…), Ferit’in yaşadığı Armutlu mahallesini, çevredeki tüm semtleri de kapsayacak şekilde abluka altına aldı, girişi-çıkışı yasakladı, tam 3 gün boyunca ve Ferit ancak 4.günde toprağa uğurlanabildi…
İçimiz yanıyor, isyanımız katmerleniyor, acımız sonsuz…
Güle güle çocuk, güle güle genç insan, yiğit insan… Seni koruyamadık, ama bil ki tanığız…
Evet, Forumlararası Kentsel Dönüşümle Mücadele Çalışma Grubu katılımcısı olan Hasan Ferit Gedik’i, henüz 20 yaşında iken, 29 Eylul 2013 pazar günü 4’ü kafasından olmak üzere 6 kurşunla Maltepe Gülsuyu mahallesinde katlettiler..
Olan biteni, devlet üç cümleyle açıklayacak ve bu dosyayı kapatacak. Bölgede bir süredir, mahalleli ile uyuşturucu çeteleri arasında sürtüşmeler, zaman zaman silahlı çatışmalar sürüyor, çatışmalara bölgedeki solcu devrimciler de katılıyor. Yine böyle bir çatışmada vurularak hayatını kaybediyor Ferit. Devlet anında gerekeni yapıyor, olayın üzerine tüm ciddiyeti (!) ile gidiyor, çok kısa sürede olayın tanığı, suç aleti silahlar (denizden çıkarılıyor) ve tanığın teşhis ettiği suçlu yani katil zanlısı (ki hemen suçunu itiraf ediyor, cinayeti üstleniyor) bulunuyor, tutuklanıyor, adalete teslim ediliyor. Hikaye böyle diyecekler, dosya tozlu raflara diyecekler.
Ama biz de diyoruz ki, mademki tanığız dedik, bu hikayeyi bir de biz anlatacağız..
Gülsuyu, İstanbul Anadolu yakasında Maltepe’de kente tepeden bakan, Adalar üzerinden Marmara denizine hakim manzarası olan bir mahalle. Tarihi, 50’lili yıllara uzanıyor, ülkemizdeki kentlere göç, gecekondulaşma tarihiyle koşut ilerliyor. Çoğunlukla emekçilerin yaşadığı bir semt. Dolayısı ile bilinçli bir halk, bilinçli bir ahali, mücadeleci, hakkını arayan insanlar söz konusu.
Özellikle 70’li yıllarda, tavrını ülkedeki yükselen devrimci mücadeleden yana koyan Gülsuyu halkı, işçisiyle, emekçisiyle paylaşımcı-dayanışmacı ruhuyla 90’lı yıllara geliyor. 1980 Faşist darbesiyle başlayan süreçte, tapusuz, sadece barınma gereksinimini karşılamak amaçlı evler, yavaştan yavaştan tapulu-mülkiyetli hale getiriliyor. 90’lara geldiğimizde Gülsuyu’nda değişikliklerde göze çarpıyor, bölgede oturanların profili değişiyor, eski oturanlar gitmiş, çoğunluk kiracı, ciddi göç alıyor, beraberinde gelen işsizlik. 25 bin, 50 bin nüfus, çok kat olanakları, denize hakim manzara ve 2000’li yılların baş belası ‘ Kentsel Dönüşüm’.
Yani kentsel talan, yağma, yıkım ve rant. Gülsuyu halkı, geleneksel yapısındaki değişikliklere rağmen, geleneğinden güç alarak bu talan, bu yağma oyununa gelmek istemiyor. Ama oynanan oyun büyük hem de çok büyük. Yeni değil, ilk değil, yalnız bize özgü hiç değil. Daha önce defalarca tekrarlanmış bizde, başka ülkelerde yani kapitalizmin olduğu her yerde. Mekanlar, aktörler değişik olabilir ama oyun aynı. Kapitalizmin, uluslararası finans-kapitalin, girdiği dönemsel krizlerini değişik yöntemlerle atlatmaya çalıştığını biliriz. Dönemin, zamanın koşullarını gözeterek. 70’lerden sonra değişik yöntemlerine inşaat sektörünün patlatılması eklendi, hatta birincil konuma alındı. Bunu tabii ki bir dolu değişkenler, dinamikler hazırlamıştır (kentleşme olgusu, göç olgusu, nüfus artışları, buhranlar, krizler, işsizlik, üretim fazlalıkları vs..). İnşaat çılgınlığı, iki yönde, iki ayakta ilerledi. Birinci ayak, yoksulları, emekçileri, halkı, kentlerin dışına itelemek, metropolleri halktan arındırmak, merkezi insansızlaştırmak, dış çeperlere itilenlere konutlar yapıp, borçlandırarak satmak (krediler). İkinci ayak, orada yaşayanların vahşice sürülmesi, yeri geldiğinde katledilmesi pahasına arındırılmış, temizlenmiş bölgeye pahalı konutlar-AVMler-oteller yaparak kent merkezini kentli olmayan bir avuç azınlığa sunmak. Bunu yaparken, hem kendi, yani kapitalizmin dönemsel krizlerini atlatmak, canlanan inşaat sektörü sayesinde, hem de kentlerden kentlileri sürüp çıkarmak.
Gayri-menkul balonları, patlayan krediler, talepten kat be kat fazla yapılan konutlar, ipoteklenen evler, betonlaşan kentler, arkasında bırakılan enkaz. Oynandığı ülkeye göre biçimi, realizasyon süreci, uygulaması değişik olacak tabii. Diğer ülkelerde, diğer metropollerde nasıl olmuş bu değil konumuz. Konu bizde nasıl oynanıyor oyun.
TOKİ’ler, Ağaoğulları, Mesalar, Limaklar, ünlü ünlü müteahhitler, inşaat firmaları, bankaları arkasına alan gayri-menkul yatırım ortaklığı firmalarının arkasındaki kapitalistler holdingler, bunların uluslar arası ortakları, ayakları ve nihayetinde bütün azameti ve koruyuculuğu ile devlet bu oyunun neresinde? ( Oyunun bizdeki adı kentsel dönüşüm, Afet Yasası vs..)
Tam da bu oyunun ortasında katledilen Ferit, ve bizler neresindeyiz, Gülsuyu, Dolapdere, Okmeydanı, Armutlu, Fikirtepe, Derbent, Ferahevler ahalisi ve tüm kent halkı olarak, oynanan bu vahşetin?
Milyar dolarlarla ifade edilen rantsal dönüşümün, kapitalizmin ayakta kalma mücadelesinin, sessiz sedasız yapılamayacağı ortada. Sal ortaya paramiliter çeteleri, adı ister uyuşturucu olsun, ister fuhuş ne olduğunun bir anlamı kalmıyor artık amaç, Gülsuyu halkını rahatsız etmek, mahalleyi itibarsızlaştırmak, insanların canına tak ettirerek semti terk etmek zorunda bırakmak ise. Amaç angaje olduğun ulusal, uluslararası müteahhit firmalarına, yatırım ortaklıklarına bölgeyi tertemiz teslim etmekse. Çok fazla çabaya gerek yok, zaten işsizlik, çaresizlik, yokluk hüküm sürerken bu çetelere genç devşirmek. İşte Gülsuyu’nda 2000’li yıllarda başlayan, mahalleyi ahtapot gibi sarmayı amaçlayan çeteler. Ve çetelerin arkasındaki, herkesin karanlık dediği ama bizce gayet açık güçler, bu oyunu kuran. Karşılarında ise bu oyuna hayır diyen, biz bu oyunları daha öncede gördük diyen mahalleli, Gülsuyulu, Armutlulu, tüm Istanbullu halk.
Bir süredir, özellikle son 1 aydır mahallerindeki oynanan oyuna, paramiliter çetelere direnen, karşı çıkan halka karşı silahlı saldırılar söz konusu Gülsuyu’nda. Ağustos ayında 9 kişi çeşitli yerlerinden yaralanmıştı. ( Şimdiye değin yaralanmaların hep belden alt kısımdan olduğu bir saptama olarak belirtiliyor). 29 Eylül pazar günü yaşanan, Ferit’in katledildiği saldırıda ise 2’si ağır 5 yaralı var, Ferit’i kaybettik, diğer 4 kişi den biri halen yoğun bakımda. Ferit’in aldığı 6 kurşunun 4ü baş olmak üzere hepsi bel üstü. Tanıkların anlatımı bir araçtan ve yüksek bir yerden uzun namlulu silahlarla tarama. Saldırı ne için yapılıyor, yukarıda anlatılan oyuna hayır demek için toplanan halka, devrimcilere, gençlere karşı oyunu kuranların çıkarları için.
Mahalleliler, Gülsuyu’nda olan biteni anlatmak, basın yolu ile duyurmak için, anayasal hak olan basın açıklaması için mahalle meydanında toplanıyorlar, Ferit ve arkadaşları da oradalar. En doğal insani hak olan barınma haklarına sahip çıkmak için, evlerini korumak için, mücadelelerini anlatmak için. Son aylarda yaşadıkları yoğun ve gitgide tırmanan şiddeti, baskıyı zulmü haykırmak için sokağa çıkıyorlar. Kitlenin üzerine ateş açılıyor. Daha sonra yaşanacak, hastane ve toprağa veriliş süreçleri dikkate alındığında, bu saldırının, hiç de tesadüfi olmadığı, mahallede yuvalanan beş on kişilik basit uyuşturucu/fuhuş çetelerinin, birtakım ayakçı mafyöz yapılanmaların işi olmadığı gayet açık ve nettir. Planlı, organize, devlet destekli, geri planı olan bir saldırıdır.
Soruyoruz, bu vahşetin sebebi ne?
Gelelim hastane sürecine. Ferit’in kaldırıldığı hastane (ki hastaneye ivedilikle ulaştırılmasının engellenmesi ayrı bir vahşetlik, gelmeyen ambulanslar, arkadaşlarının yardımıyla bulunan araçla hastane ulaşma…) İstanbul’un en büyük ve önemli devlet hastanelerinden olan Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi’dir. Hastanede Ferit’e nasıl bir tıbbı müdahale de bulunulduğu, ölümüne kadar geçen sürede (yetkililerce ölüm açıklandığında, saat 2yi geçiyordu) neler olduğunu ayrıntılı bilmiyoruz. Söylenenler, durumunun çok ağır olduğu, kurşunların kafada olmasından ve kanamadan dolayı cerrahi müdahale yapılamadığından uyutulduğu gibi şeyler. Ölümün açıklanmasından sonra yaşananlara gelince. Delilleri, kanıtları yok etmek için, karartmak için, sağlık görevlisi kılığındaki üç sivil polis yoğun bakım ünitesine giriyor. (Nasıl giriyorlar, kim izin veriyor, yoğun bakım nöbetçi doktorları, hemşireleri, hizmetlileri neredeler, üstüne önlük geçiren herkes ameliyathanelere, yoğun bakım ünitelerine elini kolunu sallayarak girebiliyor mu, hem de İstanbul’un merkezindeki en büyük devlet hastanesine). Suçun belirlenmesinde en önemli kanıt olan üst giysileri (gömlek, fanila) alıyorlar, (Başka ne aldıklarını, kurşun çıkarıp çıkarmadıklarını, çatışmada vurulmuş görüntüsü vermek için barut izleri yaratıp yaratmadıklarını bilmiyoruz.) ve o üç polis ellerinde Ferit’ten çaldıklarını koydukları poşetlerle gitmek istiyorlar. Bu arada arkadaşları, yakınları, ailesi Ferit’i yitirmenin dayanılmaz acısı, şaşkınlığı içindeyken durumu kavrayıp, kanıtların herkesin gözü önünde yoğun bakım ünitesinden 3 sivil polis tarafından çalınmasına engel olmak istiyorlar. Bu kişiler, kaçamayacaklarını anlayınca, yoğun bakım ünitesindeki ufacık bir odaya kendilerini kilitleyip, yüzlerini kapatıyorlar. (Bu anların video çekimi var, fotoğrafları var.) Olayın geçtiği yer, yaklaşık 10 kadar yoğun bakım hastasının serumlarla, hortumlarla, cihazlara bağlı, yarı çıplak, belki ameliyattan yeni çıkmış narkozlu bir halde yattığı, hijyenin vazgeçilmez olduğu yoğun bakım ünitesi. Ve kendisinin başhekim olduğunu söyleyen bir kişi (sonradan öğrenilen hastanenin başhekiminin o kişi olmadığı!!) koşarak servisten çıkıp hastanenin alt katında bekleyen çevik kuvveti çağırıyor, kanıtların her ne pahasına olursa olsun kaybettirilebilmesi için. Bundan sonrası tam bir can pazarı. 50 kadar çevik kuvvet tam teçhizatlı, kasklı, kalkanlı olarak yoğun bakım hastalarının olduğu yere girerek, Ferit’in yakınlarına, arkadaşlarına saldırarak hastanenin dışına kadar sürüyor. Cinayetin kanıtları da bu arada yok oluyor. Tüm bu can pazarı, hizmetlisi, teknisyeni, hemşiresi, doktoru, idari personeli, özel güvenlik elamanlarını içeren o geceki nöbetçi hastane personelinin gözleri önünde yaşandı. Devletin hastanesinde, devletin sağlık personelinin gözü önünde, cinayet kanıtlarını çalarken yakalanan devletin sivil güvenlik elemanlarını, devletin resmi güvenlik güçleri yoğun bakım ünitesini basarak kurtarmıştır ve kanıtları yok etmiştir.
Soruyoruz. Bu vahşetin sebebi ne?
Ferit’in kanlı giysileri neden bu kadar önemliydi? Çalınması için, yok olması için neden bu kadar uğraştılar? Her şeyi göze aldılar, yoğun bakımı basıp oradaki hastaların yaşamlarını hiçe sayarak. Kanıtların yok edilmesi bu denli önemli mi? Bir hastanenin yoğun bakım ünitesini, çevik kuvvete bastıracak kadar önemli olan ne?
Gelelim Ferit’in toprağa verilme sürecine. Katledilişinin 4. gününde, Küçük Armutlu Cemevi’ne getirilişinin 3üncü gününde toprağa ulaşabildi Ferit. Bir anneye, çocuğunu istediği gibi geleneklerine uygun toprağa vermeyi engelleyip, çocuğunun cansız bedeniyle 3 gece geçirttiler. Antik Yunan’ın ünlü tragedya yazarı Sophocles, Antigone adlı tiyatro oyunundaki trajedinin, (inançlarına göre yakınlarını gömme hakkı) yazıldığından 2000 yıl sonra İstanbul, Armutlu’da insanlığın gözleri önünde yaşandığını görseydi ne yapardı?
Devlet 3 gün boyunca Armutlu ve çevresinde terör estirdi. Yağan yağmura, gecenin ayazına, devletin ablukasına ailesi, arkadaşları, yakınları, sevenleri direndiler. Ailesinin istediği biçimde, inançlarına uygun olarak toprağa verilebilmesi için.
Soruyoruz, bu vahşetin sebebi ne?
Hunharca katledilmesine, cinayetin kanıtlarının hastaneden hunharca çalınmasına, toprağa ulaşmasının hunharca engellenmesine tanığız.
Biz gördük, biz biliyoruz, biz yaşadık, biz anlatacağız. Çünkü biz tanığız.
Basına servis edilen düzmece hikayelerle, bizlerin tanıklığını yok edemezsiniz.
Biz buradayız, Devlet gerçekleri açıklayacak, Ferit’e ve Gülsuyu’na yapılanları.
Bu davanın takipçisiyiz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.