Yatağan’daki enerji özelleştirilmesine karşı işçilerinin 7 Ekim’de başlattıkları Ankara yürüyüşü sürüyor. Yatağan’da da direniş de devam ediyor. Sendika.Org direniş çadırını ziyaret eden Eskihisar köylüleriyle konuştu.
Yatağan’daki termik santral ve kömür sahalarının özelleştirilmesine karşı enerji ve maden işçilerinin 7 Ekim’de başlattıkları Ankara yürüyüşü sürüyor. 200 işçi, Aydın-İzmir-Uşak-Afyon üzerinden 10 Ekim’de Ankara’ya ulaşmayı planlıyor.
27 Ağustos tarihli Resmi Gazete’de Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun Muğla’ya ilişkin bir kararı yayımlandı: Yatağan, Yeniköy, Kemerköy termik santralleri ile bu santrallere kömür sağlayan Güney Ege ve Yeniköy Linyit İşletmeleri, 31 Aralık 2016’ya dek özelleştirilecek. Bu ilanla birlikte, Türk-İş’e bağlı Maden-İş ve Tes-İş sendikalarında örgütlü olan işçiler de eylemlerine başladı. Yerel gazetelere “Özelleştirmelere hayır” ilanları verildi, Milas, Yatağan ve civar köylere özelleştirme karşıtı afişler asıldı, bildiriler dağıtıldı, imza stantları açıldı, basın açıklaması yapıldı. 16 Eylül’de Yatağan Termik Santrali kapısı önünde direniş çadırı kuruldu. İşçilerin çadırını 26 Eylül günü köylerinden traktörleriyle gelen Eskihisarlılar ziyaret etti. Yatağan Eskihisar köyü muhtarı Mehmet Kaya’dan neden orada olduklarını dinledik. Anlattıkları, bir destek ziyaretinin ötesinde bölgede iç içe geçmiş çevre-yaşam-emek hakkı mücadelesiydi.
Yoksullaştıran bir iskan politikası
Eskihisarlılar, 1985’te verimli kömür havzası üzerinde oldukları gerekçesiyle yerlerinden edilmişler. Köylülerin bir kısmı, kendilerine yeni yurt olarak gösterilen Gökçeada’ya yerleşmiş, bölgeyle bağları kopmuş. Bir kısmı iş bulmak üzere yeni yerlere göç etmiş, kalanlar da şimdiki yerlerine, Muğla-Bodrum yolu kenarına yerleştirilmişler. Gökçeada’ya ve şimdiki köylerine “yerleştirilmişler” dediysek planlı-programlı, asgari ihtiyaçları gözeten bir iskan politikası değil bu. Gökçeada’ya gidenler de Yeniköy’e gelenler de parasını ödeyerek arsa-ev sahibi olmuşlar üstelik kendi köylerinde bıraktıkları arsalarının karşılığını devletten eksik alarak. Yerleşim açısından uygun olmayan bu yeni köylerinde yeni bir hayat kurmak da kolay olmamış. Elektriği, yolu, suyu olmayan köy için Muhtar Kaya, “Mesela mezarlığımız yoktu. Atalarımızın kemiklerini torbalara koyarak 5 ay evimizde beklettik” diyor. Evlerini de yaşamlarını da kendileri var etmişler. Sağlık ocağını dahi kendileri inşa etmişler. Ancak 2000’lerde kavuşabilmişler bu temel sağlık hizmetine. Üstelik iş makinalarını da şimdi desteğe gittikleri kömür işletmelerinde çalışan işçilerden almışlar. Azala azala geldikleri köylerinde nüfus şu an 500, üstelik 462’si 18 yaş üstü. Köydeki öğrenci sayısı ise yalnızca 12.
Ne toprak ne iş
Bölgenin maden ocağı haline gelmesi verimli tarım topraklarını etkilemiş. Hafriyat nedeniyle yeraltı suları tek bir noktada toplandığı için topraklar su alamıyor artık. Eskiden birinci sınıf tütün ekilen arazilerde şimdi tütünün yerini kuraklığa dayanıklı zeytin almış ancak ondan dahi 4 senedir ürün alamamışlar.
Tarımın yerini bunlar almış da bölge halkı işçileşerek geçim olanağı bulmuş mu? Maden ve santral işletmelerinde eskiden ailecek çalışılırken şu an köyden sadece 3 işçi var. Yalnızca bu değil, el sanatları, küçük esnaflık da ölmüş durumda. Eskiden köylerinde terzi, berber, kasap gibi pek çok meslek grubu varken şimdi geriye kalansa bir kahvehane ve bir bakkal. Geri kalan bütün işleri için köy halkı Yatağan’a gitmek zorunda.
“Santralin bacasına sarılasım var”
Peki Yatağan ne durumda? Yatağan’ı termik santralin yarattığı hava kirliliği haberleri ile tanıyoruz. Santralin ilk ünitesi 1983’te açıldı ardından da diğerleri geldi. Santral açıldıktan sonra 3 yıl içinde 30 kilometrekarelik alandaki tüm bitki örtüsü kurudu. Zehirli gazlar yüzünden on binlerce ağaç kesilirken çevredeki 40 köyde de tütün yetişmez oldu. Bölgede kanser vakaları arttı, koyunların kanında dahi ciddi oranda toksit maddelere rastlandı. Santrallerin yıllar boyunca yarattığı kirlilik nedeniyle kimi zaman çalışmaları durduruldu, 1992’de radyasyon erken uyarı sistemi yerleştirildi. Ancak “endişeye mahal yok”, “santral kapanırsa bölge elektriksiz, bölge halkı işsiz kalır” açıklamaları bütün bunlara eşlik etti. Muhtar, o dönem bölge halkının santrale başkaldıramamasının ilk sebebini “Bize güzel bir şey gibi anlattılar, inandırdılar” diye anlatıyor. Nitekim radyasyon uyarı sisteminin alarm verdiği dönemlerde dahi radyasyon uzmanları bir yandan ölçüm yaparken bir yandan da Yatağanlıları sakinleştirmek için “gece dersleri” verdiler. Bu derslerde “paniği önleyici” açıklamalar kimi zaman o boyuta vardı ki, dinleyiciler “gidip santralın bacasına sarılasım geliyor” diyordu.
Talana karşı işçi-köylü yanyana
Bütün bunların ardından tekrar soralım köylüler neden işçilerle dayanışma içinde? Muhtara göre bu işletmelerin ilk kurbanı kendileri. Haklarının olduğunu dahi bilemediler, haklarını arayamadıkları ve örgütlenemedikleri için büyük mağduriyet yaşadılar. Yerlerinden yurtlarından oldular, Ege’nin bereketli topraklarında tarım yapamaz duruma geldiler. Zehirli hava soludular, kanser oldular. “Şimdi özelleştirme ile talan daha da artacak” diyor muhtar. Direnişteki işçilere desteklerinin sürekli olarak devam edeceğini de vurguluyor.
Köy kahvesinde yaptığımız sohbette sıkıntılarını sorduğumuz ahali de 1985’teki taşınmaya referansla anlatıyor derdini: “Mağduriyetimiz hala devam ediyor. Köyümüzün çoğu işsiz ve tarım kapımız kapandı. Çocuklarımız iş bulmak için yanımızdan ayrılıyor.” İstekleri de net: “Biz hakkımız olanı istiyoruz!”
Sendika.Org / Görkem Cıkıt & Özen Taçyıldız