İsmail Saymaz ne zaman hedef haline getirilir, susturulmaya, sindirilmeye çalışılır diye tahmin yürütmeye çalışıyordum. Geç bile kaldılar. O kitapları, haberleri yazan Saymaz’ın devletin koordine tacizlerine hedef olması için Gezi’nin yaşanması gerekiyormuş. Yani özgüvenli devletin yerini korkan devlete bırakması gerekiyormuş. Saymaz hem haberleriyle hem de kitaplarıyla, devletin ne hukuk ne de insan hakları tanıyan tavrını, can […]
İsmail Saymaz ne zaman hedef haline getirilir, susturulmaya, sindirilmeye çalışılır diye tahmin yürütmeye çalışıyordum. Geç bile kaldılar. O kitapları, haberleri yazan Saymaz’ın devletin koordine tacizlerine hedef olması için Gezi’nin yaşanması gerekiyormuş. Yani özgüvenli devletin yerini korkan devlete bırakması gerekiyormuş.
Saymaz hem haberleriyle hem de kitaplarıyla, devletin ne hukuk ne de insan hakları tanıyan tavrını, can almaktan tutun da psikolojik şiddete kadar her türlü gaddarlığını yüzlerce kez gözler önüne serdi.
Bazen siyasi davalardaki saçmalıkları ifşa etti. Bazen karanlık olayların, kirli cinayetlerin ve bunların ardındaki tezgâhların üzerine gitti.
Sondan bir önceki kitabında AKP iktidarının 2. dönemiyle beraber polis şiddetinin nasıl arttığını gösterdi. Son kitabıyla ise “terör” davalarıyla insanların hayatının nasıl karartıldığını, “terör örgütü” yargılamalarıyla muhalifliğin nasıl bir suç haline getirildiğini, adil yargılama başta olmak üzere her türlü insan hakkının üzerinde nasıl tepinildiğini ortaya koydu.
Saymaz’ın tüm bunları yaparken pusulası hep insan hakları ve demokrasi oldu. Türkiye’nin halleri, hukuk fakültesi mezunu olmayan bu çalışkan arkadaşımızı de-facto ceza hukuku uzmanı ve insan hakları mücahidi haline getirdi.
Üzerinden tek bir mermi çıkmadığı halde terör örgütü üyeliğiyle yargılanan üniversiteliler, polis kurşunuyla ölen garipler, devletin doğrudan/dolaylı her türlü tacizine karşı inanç ve ibadet özgürlüklerini yaşamaya çalışan misyonerler ve Hıristiyanlar olmuş yurttaşlar, elbette ki yediden yetmişe Kürtler ve daha niceleri Saymaz’ın haberleriyle hayata tutundular.
De-facto hukukçu Saymaz, 2008’den beri ülke gündemini işgal eden siyasi/tartışmalı davaların da uzmanı oldu. Herkes bu davalar hakkında, mensubu olduğu toplumsal cephenin veya cebinin “gereğine” uygun bir şekilde konuşup durdu, hâlâ da konuşuyor. Saymaz ise hiçbir zaman boş konuşmadı. Hemen hemen kimsenin yapmadığını yaptı. O davaların binlerce sayfalık iddianamelerini ve bunların eklerini okudu, hazmetti.
Dolayısıyla Saymaz tam da “Batı standartlarında” bir gazetecidir. Olgulara ve rakamlara dayanmadan bir görüş dile getirmez. Hafızasının da çalışkanlığının da maşallahı vardır. Televizyonda Mahmut Övür’le aynı programa çıktığında ve tartışmada konu AKP’nin demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları siciline geldiğinde, belli bir yaş dilimindekiler çocukluk dönemlerindeki 8-0’lık İngiltere yenilgisinden beri ilk defa bir tarafın diğerini böylesine ezdiği bir canlı “karşılaşma” izlemiştir. Övür sinirlenir ama nafile. Çimleri yolan kaleci gibidir.
Öyle zannediyorum ki Saymaz’a karşı harekete geçilmesine, bu yıl içinde patlattığı birkaç haber ile ‘Polisin eline düşünce sıfır tolerans’ ve ‘Sözde terörist’ adlı son iki kitabı neden oldu.
İktidarlarını yalana ve kara propagandaya dayandıranlar, bilgiye dayalı fikirle karşılaştıklarında elbette ki baskıya, o da işe yaramazsa şiddete başvururlar.
Bu cumhuriyet kurulduğundan beri memleketin güzel çocuklarını ezmeyi marifet bilmiştir. Cumhuriyet tarihinin bu en muhafazakâr iktidarı, bir diğer deyişle vasatın iktidarı da, memleketin yetişmiş insan gücüne savaş açmış haldedir. Tabii ki Yılmaz Özdil’le değil İsmail Saymaz’la uğraşacaklar.
İlk salvo, AKP’nin vassal partilerinden biri olan BBP’nin militanlarından geldi. Saymaz bir televizyon programında Muhsin Yazıcıoğlu hakkında söylediği sözlerden ötürü bolca hakaret ve tehdit içeren bir sosyal medya linçine uğradı.
Bu çevrenin öne sürülmesi başlı başına endişe vericidir. Ergenekon kararlarını beğendiğini açıklayacak kadar iktidarın paralelinde yer alan bu partiyle bağlantılı kimi isimler, AKP’nin sonradan otoriter rejimini tesis etmesinin meşrulaştırılmasında “kullanılacak” olan, 2006-7 yıllarında işlenen cinayetlerde rol aldılar.
Rahip Andrea Santoro’yu vuran “çocuk” tetikçinin, Danıştay saldırısının failinin, Zirve katliamcılarının ve Hrant Dink’in katlinde yer alan Hayal ve Tuncel’in yakın geçmişlerinde Alperen Ocakları’nda faaliyet yürüttükleri, buralarla bağlantıları oldukları ortaya çıktı (bu konuda ayrıntı için bkz. http://getir.net/d4le).
Bu cinayet ve katliamlara 2008’den itibaren; siyasi davaların açılması ve yürütülmesinde, muhalefetin “darbecilik” söylemiyle itibarsızlaştırılmasında, rejimin git gide otoriterleşmesinde ve polisin güçlenip ön plana çıkmasında sık sık meşrulaştırıcı referanslar olarak atıfta bulunuldu.
Dolayısıyla Saymaz’a bu çevreden gelen tehditlerin bir “anlamı” var.
İkinci hamle Eskişehir Valisi’nden geldi. Gezi protestocusu Ali İsmail Korkmaz’ın katillerini gizleme çabasındaki bu şahıs, Saymaz’ın imzasını taşıyan 22 Ağustos tarihli haberle çok zor bir duruma düşmüştü. Haber, Korkmaz’ın linç edilme anını kaydeden kameranın görüntüleriydi. Linççi şahısların arasında bir de polis vardı. Saymaz’ın, Vali’nin davanın şehir dışında görülmesini istediği bilgisine ulaşması ve bunu haberleştirmesi, Vali için bir gözdağı fırsatı oldu. Vali, Saymaz’a sabaha karşı bir e-posta gönderdi. Saymaz’ı korkutup sindirmeye yönelik ifadelerinde örtük bir tehdit tonu da seziliyordu.
Vali hakkında (göstermelik) bir soruşturma açılacağı açıklandı. Buradan bir şey çıkmayacağını biliyoruz, tıpkı Ali İsmail Korkmaz cinayetinin üstünü örtmeye çalışmasından dolayı bir yaptırımla karşılaşmaması gibi. Yerinde durmaya devam edecek, yaptıklarının unutulması beklenecek, belki kıdeminde minik bir duraklama olacak.
Zaten beklenen oldu; Başbakan, Vali’ye sahip çıktı. Gençleri öldüren, onca insanı kör eden mavi üniformalılara “destan yazdılar” diye sahip çıkan, “emri ben verdim” diye övünen Başbakan, e-posta vakasına dair bir soruya “Aslında iyi bir arkadaşımız, hoş bir arkadaşımız ama nasıl bir boşluğa düşmüş. Gerçekten kendisi mi? Yanlış.” diyerek yanıt verdi.
Vali’nin e-posta’sı tekil bir olay değildir. Öncesi ve sonrasıyla bir “sürecin” ürünüdür. Nitekim insanları hedef göstermesiyle, onlara hakaretler yağdırmasıyla, hiçbir ahlaki ilkeyi tanımamasıyla, nefret söylemiyle, farklı inançlara mensup olanları hedef almaktan çekinmeyen dinsel fanatizmiyle, faşizanlığıyla, Gayrimüslim düşmanlığıyla, kadın düşmanlığıyla bilinen bir “haber” sitesinde Saymaz hakkında 4 Ekim’de yayımlanan yazıda şu ifadeler kullanıldı:
“[Radikal’in] “Derin sol” ile bağlantıları olduğu, manipülasyon ve dezenformasyon konusunda uzmanlaştığı iddia edilen Muhabiri İsmail Saymaz (…) “Gezi parkı’na: Hoşgeldin ya şehr-i isyan!” diyerek Ramazan ayıyla dalga geçen Saymaz süreci tetikleyecek bir dizi habere de imza atmıştı (…) “Bu gidişata dikkat!.. Türkiye Denizli olmasın” başlığıyla irtica hortlağı numarasını birkaç yıl önce deneyen cevval muhabirimiz (…) Eskişehir’deki Gezi Parkı olaylarında yaşamını yitiren Ali İsmail Korkmaz’ın ölümü üzerinden çarpıtma ve provokasyon amaçlı gazetecilik yaptığı da öne sürülen Saymaz’ın, bu yolla Eskişehir Valisi’ni yıpratmaya çalışan ve bir operasyonla görevden aldırmaya uğraşanlara destek verdiği de iddia edildi.”
Eğer yukarıda okuduğunuz şey gazetecilikse, Saymaz gazeteci değildir. Yukarıda okuduğunuz şey çarpıtma ve provokasyon değilse, Saymaz çarpıtmacı ve provokasyoncudur.
Adını anma gereği duymadığım sitede Saymaz hakkında yazılanları okurken Orwell’in 1984’ündeki totaliter rejimin ünlü sloganı aklıma geldi:
“Savaş barıştır, özgürlük köleliktir, cahillik güçtür”.
Türk medyası, yazdıkları ve yazmadıklarıyla bu sözün hakkını veriyor iktidarın “ustalık” döneminde.
Tabii ki bu dikensiz gül bahçesinde ellerine batan kıymık gibi gördükleri İsmail Saymaz’a saldıracaklar.
Biz de Erdoğanların Türütlerin yetiştiği topraktan Saymaz gibilerinin de yetişiyor olmasından güç alacağız, güzel günler için bu halka inanacağız, Rizeli kardeşimizi hedef alanlara “her kuşun eti yenmez” diyeceğiz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.