AKP seçmen desteği açısından kendine güvenen bir parti. En fazla oyu alan parti olacaklarından emin oldukları için, seçimlerde birinci gelen partiyi kayırıp diğer partilerin eksik temsiline yol açan dar bölge sistemini istiyorlar Parlamentarizme pek inanmam. Toplumların içinde bulundukları sosyoekonomik koşulları kökten değiştirecek olan, örgütlü bir halkın özgücüdür. Parlamenter düzlemdeki ilerici bir siyasete asıl güç verecek olan […]
AKP seçmen desteği açısından kendine güvenen bir parti. En fazla oyu alan parti olacaklarından emin oldukları için, seçimlerde birinci gelen partiyi kayırıp diğer partilerin eksik temsiline yol açan dar bölge sistemini istiyorlar
Parlamentarizme pek inanmam. Toplumların içinde bulundukları sosyoekonomik koşulları kökten değiştirecek olan, örgütlü bir halkın özgücüdür. Parlamenter düzlemdeki ilerici bir siyasete asıl güç verecek olan da budur zaten. Özgürlük sokaktadır.
Tam anlamıyla devrimci bir kalkışma olmayan, ama az da olsa devrimci kalkışmaya benzeyen Haziran İsyanı işte bu yüzden bizlere 11 yıldır hissetmediğimiz bir heyecanı yaşattı. O duyguyu 11 yıldır en ufağından en büyüğüne hiçbir muhalif siyasi parti, grup ya da örgüt bize yaşatamadı. Sokak işte bu yüzden meclis kürsüsünden daha önemlidir. Emin olun ki demokrasiyi sandığa hapsetmek isteyenler de bunun farkında.
Öte yandan, sokak meclis kürsüsünden daha önemlidir demek, meclis kürsüsü önemsizdir anlamına gelmez. Yalnızca düzeni reformlarla ıslah etme amacını güdenler için değil, devrimci bir siyaset yürütme iddiasında olanlar için de meclis önemlidir. Etkili kullanıldığında muazzam bir kürsüdür.
Bir rejimde kuvvetler ayrılığı yalnızca kâğıt üzerindeki bir şey değilse, yasama yürütme karşısında ezilmiyorsa, hele ki yürütmeyi denetleme işlevini yerine getirebiliyorsa; parlamento ilerici siyaset için yalnızca kürsü değil, aynı zamanda bir mevzidir de.
İşte bu yüzden 1960’ların ikinci yarısında egemen sınıflar, onların devleti ve onların has partisi, yani iktidardaki Adalet Partisi, Türkiye İşçi Partisi’nin hepi topu 15 milletvekilinden çok rahatsız olmuştur. En basitinden bir örnek; Türkiye’de o yıllarda kuvvetler ayrılığı bugünkünden çok daha güçlüdür, TİP meclisten geçen kimi yasaların iptali için 42 kez Anayasa Mahkemesi’ne başvurur ve Mahkeme 17 vakada TİP’i haklı bulur.
Dünden bugüne Türk sağının 27 Mayıs’tan nefret etmesinin tek sebebi Yassıada’daki düzmece mahkeme ve onun gayrimeşru kararları değildir. “Meclis ve yargı ayağıma dolanmasın, memleketi çiftliğim gibi idare edeyim” anlayışına sahip siyasetçilerin 27 Mayıs’tan 12 Eylül’e kadarki dönemi öcüleştirmesinden daha doğal ne olabilir ki?
Meclisin ilerici siyaset için kürsü ve (mümkünse) mevzi teşkil etmesi, o meclisin nasıl oluştuğuyla yakından alakalı. Yani seçim sistemiyle.
Söz konusu olan seçim sisteminin tasarımı olunca, gerçekçilik denen illet de kendini dayatıyor. Bugün AKP 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu’nda istediği değişikliği yapacak güçte. Yani Erdoğan’ın, “demokratikleşme paketi”nde ortaya koyduğu her iki değişiklik önerisini de hayata geçirebilir.
Anayasa’nın 67. maddesi “Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 1 yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz” diyor. Bu şu anlama geliyor: Eğer genel seçim zamanında, yani Haziran 2015’te yapılacak olursa, AKP’nin seçim sistemini değiştirmek için önümüzdeki Haziran’a kadar vakti var. Meclisteki her 3 muhalefet partisi fire vermeden dirense bile AKP istediği yasa değişikliğini yapabilir.
İşte gerçekçilik illetinin kendini dayattığı nokta: Hem yasama organının daha temsili olmasını sağlayacak, ilerici bir siyasetin bileşenlerini meclise taşıyacak, şimdikinden daha adil bir seçim sisteminin tasarlanması, hem de bu sistemin AKP için de mevcut sistemden daha çekici olması.
Bunun çözümü barajsız karma sistemdir. Toplam milletvekili sayısı 650’ye yükseltilmeli, 250 vekil tek kişinin seçildiği dar bölgelerden gelmeli, 400’ü de partilerin oy yüzdesiyle orantılı olarak tek ve ulusal bir seçim çevresinden seçilmeli.
Toplam milletvekili sayısının 650 olması şu açıdan anlamlı: AB ülkelerinin çoğunda, parlamenter başına düşen yurttaş sayısı bizimkinden az. 650 ilk bakışta büyük bir sayı gibi görünebilir ama Avrupa ülkelerinin çoğunda nüfus bizimkinden az olduğu halde halkın oyuyla seçilen parlamenterlerin sayısı bizdekinden (550’den) fazla.
Önerdiğim sisteme göre sandık başında seçmen iki ayrı oy kullanacak. İlkinde dar bölgeden seçilmesini istediği adaya mühür vuracak. Sonra da 400 vekilin seçileceği ulusal seçim çevresinde hangi partiye oy vermek istiyorsa ona mühür vuracak. Seçmen dilerse oyunu dar bölgede X partisinin adayına, ulusal seçim çevresinde ise Y partisine verebilir. Ya da ikisinde birden Y partisine verebilir.
Bilindiği üzere yerel seçimlerde de kimi seçmenler farklı pusulalarda farklı partilere (ya da farklı partilerin adaylarına) oy vermektedir. Yani Türkiyeli seçmen “oyu bölme” pratiğine yabancı değildir.
Tek kişinin seçileceği 250 dar bölge şu şekilde oluşturulabilir: Toplam nüfus 250’ye bölünerek bir sayı bulunur (buna N diyelim). Sonra her ilin nüfusu N’ye bölünür ve bulunan sayı kadar o ilde dar bölge oluşturulur.
Kimi az nüfuslu illerde bu işlem sonucu 1’den düşük bir sayı bulunursa, o il dar bölgeden yoksun bırakılamayacağına göre yapılacak şey basittir: İller için yapılan bölme işlemlerinde kalan “artık nüfus” sayısı düşük olan illerden buralara transfer yapılır.
Teknik ayrıntılarla sizi sıkmak istemem. Uzun lafın kısası, her ilde en az 1 adet dar bölge olması sağlanır.
AKP seçmen desteği açısından kendine güvenen bir parti. En fazla oyu alan parti olacaklarından emin oldukları için, seçimlerde birinci gelen partiyi kayırıp diğer partilerin eksik temsiline yol açan dar bölge sistemini istiyorlar. Daraltılmış (5 vekilden oluşan) bölge opsiyonu da, dar bölge kadar olmasa da aynı doğrultuda bir etki gösterecektir.
Madem birinci sırada yer alacağınızdan eminsiniz ve dar bölge vasıtasıyla bunun “tadını çıkarmak” istiyorsunuz, alın size 250 dar bölge…
Diğer 400 milletvekili de ulusal ve tek bir seçim çevresinden, yani ülke genelinden, partilerin oyu oranında seçilir. CHP yüzde 25 oy alırsa buradan 100 vekil CHP’nin olur. AKP yüzde 45 alırsa 180 vekil AKP’den olur. Saadet Partisi yüzde 1 alırsa 4 milletvekili, ÖDP yüzde 0.5 alırsa 2 milletvekili çıkarır.
Karma sistem uygulayan bazı ülkelerde, partilerin toplam milletvekili sayısının kaç olacağını seçmenlerin kullandığı ikinci (yani dar bölge için olmayan) oy belirliyor. Bazıları ise partilerin toplam vekil sayılarının ne olacağına dair baştan böyle bir belirlemede bulunmuyor, dar bölgelerde ve geniş bölgelerde ayrı ayrı hesaplamalar gerçekleştiriyor. İlk metotta milletvekili dağılımı daha adil oluyor elbet. Ancak madem bu yazıyı gerçekçilik illetiyle yazıyoruz, AKP ilkini istemez diyerek ikincisini öneriyor olalım.
TC Anayasası, seçim sistemleri hem temsilde adaleti hem de yönetimde istikrarı gözetir diyor. Bunlar muğlak, üstelik aksi yönlere bakan kavramlar. Ve ne mevcut sistem, ne de Erdoğan’ın iki önerisi bunları hayata geçirebilir. Öyleyse başka bir reçeteye başvurmalı. “Yönetimde istikrar” için 250 dar bölge, “temsilde adalet” için 400 kişilik barajsız ulusal seçim çevresi.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.