“Benim polisim kahramandır”, “Müdahale emrini ben verdim”. Bilindiği gibi bu cümleler Tayyip Erdoğan’dan başkasına ait değil! Haziran’dan beri halka karşı sürdürülen kirli devlet şiddetinin hem siyasi sorumlusu hem de polis komutanı olduğunun açık ifşaatı ve kanıtı. Bu pozisyonda duran Başbakanın son icraatı Antakya’da Ahmet Atakan’ın öldürülmesi oldu. Ahmet Atakan, Gezi Parkı’ndan başlayan halk isyanında AKP […]
“Benim polisim kahramandır”, “Müdahale emrini ben verdim”. Bilindiği gibi bu cümleler Tayyip Erdoğan’dan başkasına ait değil! Haziran’dan beri halka karşı sürdürülen kirli devlet şiddetinin hem siyasi sorumlusu hem de polis komutanı olduğunun açık ifşaatı ve kanıtı. Bu pozisyonda duran Başbakanın son icraatı Antakya’da Ahmet Atakan’ın öldürülmesi oldu. Ahmet Atakan, Gezi Parkı’ndan başlayan halk isyanında AKP hükümeti tarafından öldürülen altıncı direnişçi. Komutanlığını Tayyip Erdoğan’ın yaptığı devletin polis ordusu bu süreçte, aynı zamanda binlerce insanın yaralanmasının, onlarcasının sakat kalmasının da doğrudan sorumlusu. Bu suçlular, halk tarafından asla unutulmayacak, asla affedilmeyecek.
“Kendi halkını bombalayan bir insandan daha zalim ne olabilir”. Bu cümle de Tayyip Erdoğan tarafından söylendi, ancak Esad’a söylediği için (aklınca) kendisi muaf. Roboski’de T.C. uçaklarıyla bombalanan hangi halktı? Suriye’de kimyasal silah kullanılmasıyla tüm dünyayı ayağa kaldırmaya çalışan, en önde savaş çığırtkanlığı yapan Tayyip Erdoğan ve şürekası, son dört aydır bu ülkenin neredeyse tüm şehirlerinde halka karşı kullandığı on binlerce gaz bombasını ne kimyasal silahtan sayıyor ne de bombadan. Kimyasal silah sayılması için ilk bir dakikada öldürmesi, bomba sayılması için uçaktan atılması mı gerekiyor! (Madem Esad’ın her an kimyasal silah kullanabileceği ihtimali sözkonusu, AKP hükümetinin, ya da bölgeye sınırında olan Antakya, Şanlıurfa ve Antep gibi belediyelerin halka gaz maskesi dağıtması gerekmez mi?)
“Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz”. Bu cümle de yine Tayyip Erdoğan tarafından ama bu kez İsrail devleti için söylenmişti. İsrail’in ne kadar çok insan öldürdüğüne ve bu insanları öldürme konusunda kullandığı yöntem ve çeşitliliğe vurgu yapmıştı (aklınca). Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP hükümeti iktidar olduğu son on yılda İsrail’den daha fazla insan öldürdü. Ve bu cinayet ve katliamlarda kullandığı yöntem ve çeşitlilik değil İsrail’e, en ilkel kabile devletine bile taş çıkartır nitelikte. (Ortadoğu’nun eli kanlı İsrail devleti bile kendi vatandaşlarına gaz maskesi dağıtıyor, olası bir kimyasal savaşta ölmesinler diye. AKP devleti ise kendi kullandığı kimyasaldan korunmak için halkın edindiği gaz maskelerini toplamakla kalmıyor, gaz maskesi bulundurdukları için onları yargılayıp, cezalandırıyor, kendi kimyasal savaşında daha kolay öldürebilsin diye).
Halkın patlayan öfkesi son dört aydır sokaklarda, parklarda. Bunun asıl sorumlusu, uygulanan neoliberal kapitalist politikalar olduğu kadar, yıllardır, AKP tarafından uygulanan dışlayıcı, aşağılayıcı, ötekileştiren gerici, baskıcı politikalardır. Ve elbette ikiyüzlü siyaset yapma tarzıdır. İşlerine gelmeyen her konuda ipe un sererler: “Olay yargıya intikal etti”, “Yargı aşamaları henüz bitmedi, araştırıyoruz”, “Soruşturmak için müfettiş gönderdik, erken konuşmamak gerek” vs. Ancak işlerine gelen konularda ise yukarıdan aşağıya tek vücut olurlar. ODTÜ’de cemaat propagandası yapan, gerici yurtlara kayıt zorlamasında bulunan ve solculara, demokratlara iftira atan üç-beş yobaz için cumhurbaşkanından sözde akademisyenine kadar bütün AKP şürekâsı “eğitim hakkına saldırı var” (türbanlıların okul kaydı engelleniyormuş) yaygarasında birleşir. (Sanki yüzlerce üniversite öğrencisini okuldan uzaklaştırmış, atmış olanlar kendileri değil). Araştırma, soruşturma yapılmaz. Bu üç-beş yobazın üniversiteye kayıt için gelmedikleri (biri havaalanı çalışanı, biri mezun, biri zaten öğrenci), yani eğitim haklarına da bir engellemenin olmadığı açığa çıkınca da maskeleri düşer. Ama yüzsüzlükleri baki kalır. Ancak YÖK Başkanı Çetinsaya kraldan çok kralcılığa devam etmekte. Çetinsaya diyor ki “farklı düşünüyor diye misafirin ifade özgürlüğü kısıtlanamaz”. Pekiyi, solcular, demokratlar istedikleri üniversiteye misafir olup ifade özgürlüklerini kullanabiliyorlar mı?
* * *
Tayyip Erdoğan, kendi yarattığı bataklığın dibine doğru hızla sürükleniyor. Kurtulmak, iktidarını bir süre daha devam ettirmek için uzandığı her dal elinde kalıyor. Şimdi ektiğini biçiyor. Bataklıktan kurtulmak için Suriye’ye el attı, olmadı. Kürt sürecine el attı, olmadı. Uluslararası faiz lobisine el attı, olmadı. Olimpiyatlara el attı, olmadı. Hatta büyük umut bağladığı Fethullah hediyesi Cami-Cemevi projesi bile (acayip göz boyayacaktı) elinde patladı.
Suriye konusunda Tayyip’in AKP’si artık tamamen devre dışı, üstelik sadece Suriye konusunda değil, tüm önemli uluslararası konularda da durum aynı. En son Rusya’da yapılan G20 toplantılarında görüldü ki hiç kimse Tayyip Erdoğan’ı ciddiye almıyor. Görüşebildiği ülke temsilcileri Fransa, Almanya ve Singapur ile sınırlı kaldı. Üstelik, anlaşıldığı kadarı ile orada planlanan “Suriye’nin kimyasal silahları denetime açma” sürecinden Tayyip Erdoğan’ın, müdahil olmak bir yana haberi bile olmamış. Diğer yandan bu sürecin işlemesi Esad’a en az üç ile altı ay arasında bir zaman kazandırmış durumda. Bu süreç boyunca AKP’ye düşen ise mülteci sorunlarıyla boğuşmak, el altından desteklediği El Kaideci katillerin icraatlarına meşruiyet kazandırmak olacak. Kirli politikalarının mağduru ise başta Antakya halkı olmak üzere tüm bölge halkları olacak.
Tayyip Erdoğan’ın Kürtleri oyalama/kandırma taktiği ise duvara çarpmak üzere. Yerel seçimlere kadar Kürt hareketini pasifize etme planı, daha önceki süreçlerden deneyim kazanan Kürt siyasi hareketi tarafından “gerillanın sınır dışına çekilmesinin” durdurulmasıyla tökezledi. Şimdiye kadar çeşitli gerekçelerle ertelenen sözde “demokrasi paketi” artık açıklanmak zorunda kaldı (Tayyip Erdoğan’a kalsa üç-beş ay daha beklerdi elbette). Ancak bu haliyle bile beklentileri ve pazarlıkta anlaşılan konuları karşılamayacak olması kesin. Anadilde eğitim yok, seçim barajının düşürülmesi yok, karakol/korucu tasfiyesi yok. Olabilecek en iyi seçenek uzun tutukluluk sürelerinin kısaltılması olacak ki KCK tutuklularının salıverilmesi de (üstelik sadece bir kısmının) iki-üç aylık zamana yayılacak. Tayyip’in hesabının yeni ötelemeler sağlamak olduğu da bir kez daha kanıtlanacak. Bu konuda Tayyip Erdoğan’ın amacı ve bu amacı gerçekleştirmek için uygulayacağı taktikler belli. Kürt siyasi hareketinin bu süreçte daha genel inisiyatifi ne kadar bırakacağı/devredeceği ise belirsiz. 8 Mayıs’ta başlayan çekilmenin durdurulması, inisiyatif alma yönünde olmasa da zorlama yönünde önemli bir adım.
G20 toplantısı, Tayyip Erdoğan’ın uzandığı bir dalı daha boş çıkardı. ABD Merkez Bankası’nın tüm uluslararası piyasalardan fazla dövizi geri toplama kararının, özellikle merkez kapitalist ülkelerle göbek bağı güçlü olan ülkelerin ekonomilerini olumsuz etkileyeceği zaten kabul edilen bir gerçekti. ABD’nin bu tavrının yaratacağı olumsuz sonuçlara önlem almak üzere toplanan BRICS ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) kapsamlı bir mutabakata varamadı. Sadece 100 milyar dolarlık bir fon oluşturulabileceği kararı alındı. Bu fona kimin ne kadar katkı sunacağı konusunda ise anlaşamadılar. Tayyip, bu tezgâhın da içinde olamadı, üstelik sonuç alınsa bile nemalanamayacak, çünkü kurtarılacaklar listesine girebilmek için cazibesini kaybetti.
Açıkçası Olimpiyat’a çok umut bağlamıştı Erdoğan. Yol yorgunluğunu hiçe sayıp Rusya’dan taa Arjantin’e sadece bu başarının tatlı yorgunluğunu yaşamak istiyordu, haa bir de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerini kazandığını Arjantin’de kutlayacaktı. Olmadı. Yazıkkk, dönüş yolunda ne çektiler be. İçi boş ama dışı şatafatlı paketlerle oy toplamak çok kolaydı oysaki. Üstelik savaş çığırtkanlığı yaparken çocuklar için ağlayabilme yeteneği bile vardı. Sıcak para dopingiyle şişirilmiş ekonomi, Kasımpaşa egosuyla şişirilmiş lider ve kimyasal dopingle şişirilmiş sporcular. Birileri Tayyip Erdoğan’a olimpiyat başarısının; olimpiyatları düzenlemek ve tesis yapmak olmadığını söylemesi gerek. 1936’dan beri olimpiyatlara katılan Türkiye’nin toplam madalya sayısı; 36 altın, 23 gümüş madalya. Sadece son olimpiyatlarda, yani 2012 Londra’da ABD’nin aldığı 46 altın, 29 gümüş, yani tek bir olimpiyatta Türkiye’nin toplam aldığından daha fazla. (Londra’da Türkiye ise 2 altın, 2 gümüş, 1 bronz ile toplam 5 madalya, Japonya ise toplam 38 madalya). AKP iktidarında sporda dopingin artmasının nedeni ise kullanılan grip ilaçları oluyor, nedense.
Fethullah-İzzettin tezgâhı olan “Camiye iliştirilmiş Cemevi” projesinden de AKP’nin nemalanmasını sağlayacak bir sonuç çıkmadı. Yıllardır mezhep bölücülüğü yapmış, tek bir mezhebin (Sünni) üstünlüğü propagandası ile cemaat ve oy toplamış bir zihniyetin kuzu postuna bürünmesi Tuzluçayır halkının tek bir tepkisiyle yerle bir oldu. İzzetin Doğan’dan beslenen (ki onun da geçmişten beri DP, DYP ve AKP’den beslendiği unutulmamalı) küçük bir azınlığın dışında kim gidecek o Cemevi’ne? Bu arada CHP’li birkaç aklı evvel tezgah kurucuya da işaret etmek gerek, Erdoğan Toprak ve Sinan Aygün’ün başını çektiği bu zatlar, Aleviliği Sünniliğe iliştirerek (akılları sıra Fethullah’ın icazetini alarak) CHP’nin oylarını arttıracaklar. Bu taktik ne zaman başarılı oldu ki? Deniz Baykal, Edibali’yi göklere çıkardı da oyu mu arttı, Yaşar Nuri’yi milletvekili yaptılar da prestij mi sağladılar? Artık bu icraatlar taktik olmaktan çıkıp AKP’nin işine yarayan tezgahlar haline geldi.
Son günlerde gelişen iki tepki; sınırlı bir alanda ve sınırlı bir yerel güçle gerçekleştirilmiş olsa da –ki bunlar Cami/Cemevi projesine karşı Tuzluçayır halkının tepkisi ve ODTÜ ormanlarının bir kısmının Melih Gökçek tarafından gasp edilmesine karşı ODTÜ öğrencilerinin ve Yüzüncü yıl mahallesi halkının tepkisi- göstermiştir ki AKP’nin içine girdiği bataklıktan kurtulmak için yapacağı her hamle, halkın doğrudan müdahalesi ile engellemekle birlikte, tersine çevrilebilir. Özellikle yerel seçim sürecine girildiği bu dönemde AKP, çok daha fazla hamle yapmak zorunda kalacak. İşte tam da bu noktada devrimcilere düşen görev; Haziran İsyanı ile başlayan ve süren genel tepkinin sürekliliğini sağlamak olduğu kadar, ki bu konuda Gezi’de açıklanan taleplerin arkasında durmak hala çok kritik, küçük büyük demeden AKP’nin halka karşı her hamlesine, her icraatına karşı çıkmak gerek. Bundan daha önemli olan ise bu karşı çıkışın örgütlenmesidir. Sadece bireylerin ya da toplulukların kendi güçleriyle harekete geçmesi değil, zaten öfkesi büyümüş, polis karşısında korku sınırını aşmış kitlelerin eylem içindeki davranışlarının örgütlenmesinden başlayarak, önümüzdeki tüm süreçlerin örgütlenmesi gerçekleştirilmelidir.
Devrimciler; halk eylemini, bütün katılanlarıyla örgütleme deneyimi ve yeteneğini tam da böylesi dönemlerde kazanabilirler. Bu kazanımla birlikte artık her mücadele gündemi dar bir grubun uğraşı olmaktan çıkıp, halkın geniş katılımıyla ve sahiplenmesiyle sürdürülen süreçlere dönüştürülebilir. Antakya’da gerçekleştirilen de aslında budur. Antakya’nın genç direnişleri AKP’ye karşı verilen siyasi mücadelede eşitlik, kardeşlik ve barışın ileri mevzisi oldular. Ahmet Atakan’ın da aktif bir parçası olduğu Antakya direnişi hem öğretmeye hem de AKP’ye kök söktürmeye devam ediyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.