Dalga mı geçiyorsunuz? Yedi düvelce tescillenmiş bir cinayetin ardından polis memuru Ahmet Şahbaz’ı tutuksuz yargılıyorsunuz. Yargı sürecine, savcı-bilirkişi-hakim-emniyet, lafın özcesi devlet olarak müdahalede bulunuyor, delilleri karartıyor, mobese kayıtlarını siliyor, bir baskı sarmalı yaratıyorsunuz. Hukukun kırıntısını dahi kalmadığı bir süreci işletirken 26 Eylül gününü ilk duruşma tarihi olarak belirliyor, danışıklı bir dövüşün startını veriyorsunuz. Mahkeme saat […]
Dalga mı geçiyorsunuz?
Yedi düvelce tescillenmiş bir cinayetin ardından polis memuru Ahmet Şahbaz’ı tutuksuz yargılıyorsunuz. Yargı sürecine, savcı-bilirkişi-hakim-emniyet, lafın özcesi devlet olarak müdahalede bulunuyor, delilleri karartıyor, mobese kayıtlarını siliyor, bir baskı sarmalı yaratıyorsunuz. Hukukun kırıntısını dahi kalmadığı bir süreci işletirken 26 Eylül gününü ilk duruşma tarihi olarak belirliyor, danışıklı bir dövüşün startını veriyorsunuz. Mahkeme saat dokuzda başlayacak olmasına rağmen saat sekiz buçukta dört sıra- yüze yakın sivil giyimli çevik kuvvet polisini izleyici sıralarına yerleştiriyorsunuz. ‘Ahmet’in Arkadaşları’ söylüyorsunuz. Hepsinin çevik kuvvet polisi olduğunu, kimliklerini gösterip salona arama dahi yapılmadan alındığını biliyor, umursamıyorsunuz. Adliyenin her yanı çevik kuvvet işgali altında iken, salonunun içini de onlardan doldurmayı marifet belliyorsunuz. Mesai saatlerinde sivil bir biçimde mahkeme izleme hakkına sahip olan ‘Ahmet’in Arkadaşlarının’ o gün hep birlikte izinli oldukları gibi bir algıya kapılacak oluyoruz ki, gerçekliğinizi hatırlatıyorsunuz. Her birinin o gün ki görevlerinin mahkemede provokasyon yaratmak olduğu gerçekliğini bir tek ağızınızla söylemediğiniz kalıyor, ama bakışlarınızla yeterince anlatıyorsunuz. Kesinlikle dalga geçiyorsunuz!
Duruşma salonundaki bu polislerin derdinin provokasyon yaratmak olduğunu söylediğimizde kıvrak zekanızla hemencecik çözüm buluyor, önce tüm salonu boşaltıyor, ardından çıkardığınız çevik kuvvet polislerini tek sıra halinde salona yeniden alma arsızlığına soyunup ‘Osmanlı’da oyun bitmez’ lafının hakkını veriyorsunuz. Durumu engellemeye çalışan avukatları adliye polisleriniz aracılığıyla dövmeye kalkışıyor, arbade uzayınca da ‘çok canınız yandı mı avukatlar’ dercesine çark edip riyakarlığınızın dudak uçuklatan halini gözler önüne seriyorsunuz.
Ne gülüyorsunuz?
Dışarda kalan ‘Ahmet’in Arkadaşları’ olarak kenarda bekleyen ‘Ahmet’in kankaları’ adlı üniformalı çevik kuvvet polisleriyle güçlerinizi birleştiriyor, oluşturduğunuz voltran ile önce kapıda kalan Ethem’in Dostlarını ve katlinin tanıklarını taciz etmeye başlıyor, organize bir biçimde aynı anda son model cep telefonlarınızı çıkarıp fotoğraf çekmeye başlıyor, yüzünüze ‘insanlığın bitti nokta’ başlıklı haberlere yaraşır bir gülümseme takıyor ve tacizi sistematik hale getiriyorsunuz. Hemen ardından en iyi bildiğiniz yöntemi devreye sokup hep birlikte insanlara saldıyor, kafalarını kırıyor, merdivenlerde sürüklüyor, küfürler savuruyorsunuz. Dışardan nasıl göründüğünüzü bilmiyorsunuz ya, bizce ona gülüyorsunuz.
‘Kafanız mı Şişti?’
Duruşmanın başlama teşebbüsünden itibaren son derece yüksek bir basiretsizlik örneği sergiliyor, mahkeme heyeti olduğunuzu ne hikmetse bu gibi davalarda es geçiyor, hazırlanan provokasyonun ekmeğine bal çalmak için var gücünüzle uğraşıyor, avukatların taleplerini, Ethem’in anasının çığlıklarını zerre kadar umursamıyor, yaratılan şiddet sarmalını keyifle izlerken ‘elinde bir çekirdeği eksik’ intibası yaratıyorsunuz. Gürültünün, arbadenin neden çıktığını, sanık sandalyesinde neden 5 sivil polisin oturduğunu, dışarda estirilen polis terörünün manasını bilmediğinizi söylüyor, bir de ‘çocuğunu yeni uyutmuş anne’ edalarıyla ‘yeter ya kafamız şişti’ diye fırça atmaya kalkışıyorsunuz. ‘Ethem’in de kafasında, isabet eden kurşun sebebiyle geniş bir şişkinlik oluşmuştu’ diyecek oluyoruz, anlamayacağınızdan emin olduğumuzdan susuyoruz.
Sonra ‘kamu güvenliğini’ gerekçe göstererek duruşmanın kapalı görülmesi kararı veriyor ardından da ilk celseyi 28 Ekim’e erteliyorsunuz. Ne denli mide bulandırıcı bir tiyatro oynuyorsunuz.
Polis tarafından mahkeme salonundan kaçırılırken peruğu takma bıyığı ve gözlüğü düşen Ahmet Şahbaz şahsında bir yandan gizlenme ihtiyacınızı cümle aleme ilan ediyor bir yandan da hiçbir maskenin gizleyemeyeceği bir piyesin hem yazanı hem yöneteni hem de oynayanı olduğunuzu açık ediyorsunuz.
Biz bugün Ethem için, bu ülkedeki hukuksuzluğa, polis şiddetine, bağımlı yargıya, yandaş medyaya, baskıcı yönetime, zulüm ve sömürüye karşı hıncımızı yüzlerimize iliştirip adliyeye geldik. Hiçbir maskeye, peruğa, bıyığa lafın özü kılık değiştirmeye ihtiyaç duymadık. Sayfı ana’nın ‘ethem’ yazılı bilekliğini görünce gözümüze gelip konan yaşı engellemek için yüzümüzü eğdik bir tek. Abdullah’ın abisi Zafer Cömert, Mustafa abiye sarıldığı zaman yüreğimiz burkulduğu için arkamızı döndük. Eni sonu başımız dik, yüzümüz aktı, gerisi de bu devletin gerçekliğinde raks eden iğrenç bir teferruattı!
Tarihin en güzel yerinde son sözü hep direnenler söyler madem, kulağımızı Ethem’e verelim.
‘Heval Kurban Olduğum Benimlesin Değil mi Hala?’ (Ethem’in seslendirdiği bir şiirden)
Biz Seninleyiz Ethem!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.