Eylül geldi. ODTÜ öğrencileri, Çiğdem ve 100. Yıl mahalleleri ODTÜ ormanını ve yaşam alanlarını tahrip edecek otoban projesine, Mamak halkı Cami-Cemevi Projesi denilen asimilasyon ve sızma hareketine karşı sokakları doldurdu. Hatay-Armutlu, Gazi Mahallesi, Sarıgazi dayanışma için ayağa kalktı. Ahmet Atakan öldürüldü. Türkiye yeniden polis terörüne karşı öfkeyle haykırdı. Haziran İsyanı’nın Türkiye’de bir başka politik süreci […]
Eylül geldi. ODTÜ öğrencileri, Çiğdem ve 100. Yıl mahalleleri ODTÜ ormanını ve yaşam alanlarını tahrip edecek otoban projesine, Mamak halkı Cami-Cemevi Projesi denilen asimilasyon ve sızma hareketine karşı sokakları doldurdu. Hatay-Armutlu, Gazi Mahallesi, Sarıgazi dayanışma için ayağa kalktı. Ahmet Atakan öldürüldü. Türkiye yeniden polis terörüne karşı öfkeyle haykırdı.
Haziran İsyanı’nın Türkiye’de bir başka politik süreci başlatmış olduğu Eylül’de kanıtlandı. Artık AKP iktidarına karşı muhalefetin temel biçimi “kitle militanlığı”, temel alanı sokak. Hükümetin canını yaktığı bütün toplum kesimleri derdini anlatmak için önce sokağa iniyor, iktidara sokaktan meydan okuyor.
Öte taraftan, sokağa inen öğrenci, Alevi, yoksul, semt sakini sözünü sokakta söylediği her seferinde AKP iktidarı için “olmak ya da olmamak” sorusunu yaratıyor. Kurulu düzenin siyaset mekanizması içerisinde oluşan ve AKP iktidarının yerini alabilecek bir iktidar alternatifi yok. Ama devlette iktidar olan, parlamentoda iktidar olan, yerel yönetimde iktidar olan AKP sokakta iktidar edemiyor. AKP devlete sığınmayan, hileli parlamento çoğunluğuna itibar etmeyen, şirket olarak örgütlenen yerel yönetimlerin halkla ilişkiler dolabına girmeyen halk kitleleri karşısında ne yapacağını şaşırıyor.
Halk sokağa döküldüğünde AKP iktidarını sınırlayabileceğini öğrendi, öğrendiğini uyguluyor. Sokaklardan eksik olmayan kitle militanlığı ile forumlarda boy veren doğrudan demokrasi pratikleri, parktan parka yayılan eşitlik, özgürlük ve dayanışmayı temel alan alternatif toplumsal ilişkiler birbirlerini besliyor. Kurumsal politika düzleminin içinde kötürüm hale gelen emekçi-ezilen sınıf ve kesim bireylerinin etkinlik koşullarını maksimize etmeyi temel kabul eden yeni bir politik alan doğuyor.
Haziran İsyanı’nda, halk muhalefetinin sübjektif zincirlerinin kırılmasının önemli bir payı vardı. “Yetmez ama Evet” politikasında somutlanan sol-liberalizmin, “darbecilik”te somutlanan ırkçı-devletçi sosyal-faşizmin politik yenilgileri ve Kürt sorununda silahların süreklilik beklentisi yaratacak şekilde susması, kitlelerin iktidara karşı öfkeyle sokağa çıkmasında, devlet güçleriyle karşı karşıya gelmesinde, iç çatışma eğilimlerini baskı altına alabilmesinde etkili olmuştu.
Eylül “Yoklaması” ile “sokaktaki halk”ın kırdığı zincirleri paslanmaya terk etme eğiliminde olduğu da görüldü. İstanbul, Ankara, Antakya, Eskişehir ve İzmir’de harekete geçen yığınlar, Türkiye solunun tarihsel ortalamasıyla daha barışık bir tutum içerisindeydiler. Halk muhalefetinin ideolojik evrenini tahakküm altına alan liberal ve ırkçı-devletçi yaklaşımlar kitlelerin zihninden silinmiş gibiydi.
“Eylül Yoklaması”ndan mesajı alan AKP, sokağı (mahalleyi, okulu, tribünü) “karıştırarak”, halk muhalefeti için sokağın cazibesini azaltmaya çalışıyor. Haziran Günlerinde yelkenlerini suya indiren, öfkeli halk yığınlarının “hınk deyiciliğine” soyunan liberal ve darbeci taifesi de aynı sıralarda halkı sokaktan soğutmaya, yarattıklarını değersizleştirmeye dönük bir dille “akıldanelik” taslamaya başladı.
Ama artık rüzgarı arkasından alamayan AKP bütün taktiklerini yüzüne gözüne bulaştırıyor. Halk AKP’ye inisiyatif bırakmamayı öğrendi. Bundan daha az önemli olmayan bir başka gerçek ise halkın enformasyon ortamının pasif nesnesi olmaktan çıkması, “Penguenler” sayesinde, yaşadığı muhalefet pratiği ile kendisine söylenenler arasındaki uygunluğu sürekli test eden bir tutum geliştirmiş olmasıdır. Halkın bilincindeki bu “açılma”, liberallerin ve ırkçıların halk nezdindeki eski itibarlarını geri alabilmelerini büyük ölçüde zorlaştırmıştır.
Haziran İsyanı’nın sağladığı bu zemine zarar verecek güncel tehditler de yok değil. Bunların başında Haziran İsyanı’nı ve sonrasındaki “isyan duygusu”nu, Tayyip Erdoğan’a duyulan öfkeye indirgemek, Erdoğan’a duyulan öfkenin bir diktatörün kişiliğini değil, İslamoneoliberal faşizmi karşısına aldığı gerçeğinin bulanıklaştırılması geliyor. İsyanın aydınlattığı zihinlerin bu boğuntuya gelmesini önlemek için elimizden ne gelirse yapmamız gerekiyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.